Odamda Bir Vakit

 sana olan zaafımı ilk defa  fark etmiş olamazdın ama saklamama rağmen içimindeki yıkıntıyı ilk defa o an gördün gözlerimde. O zamana kadar sana olan ilgim hoşuna gidiyordu. Hatta bundan gizli bir keyif alıyordun. Hiç umudum olmadığı halde ömür boyu aynı ritimle peşinden geleceğimi düşündüğüm o ana kadar aldığın haz sırtına ağır bir yük oldu. İçinde debelendiğim, umut parçalarını birleştirerek aydınlatmaya çalıştığım, fakat bir türlü kurtulamadığım karanlığın tonu seni ürküttü.

Sonra uzaklaştın. 

Onca yıldır seninleyken içimi kemiren umutsuzluğun ve seninle olmanın verdiği mutluluğun çarpışması altında nasıl çırpındığımı, nasıl yıprandığımı, senin için küçük pembe gülüşlerle süslü anların benim zayıf kırılgan ruhuma nasıl ağır geldiğini ilk defa o an fark ettin. Geceleri herhangi bir arkadaşlarınla sohbet ettiğin sıradan bir anda dudağına bir tebessüm olarak yerleşen ilgim o ana kadar senin için bir oyundu.

Bazı anlar sen gitmesen ve kendimle yaşadığım o çatışma sonsuza kadar devam etse dedim ama benim için değil,kendini bu yıkıntı ile uğraşmaktan kurtarmak için gittiğini sonradan anladım.

O gün gittin.

Beni odamdan çıkaracak hiçbir sebep kalmamıştı. Annemin tedirgin bakışları anahtar deliğinde günler, geceler boyunca asılı kaldı. Babam kapıma bir iki geldi. Önceleri buyurgan ve sinirli olan sesi günler geçtikçe içinde büyüyen endişeyle kısıldı. Ancak babam işe gittikten sonra kısa bir an için odamdan çıkıyor, annemin hazır ettiği yiyeceklerin ucundan kemirip ayaklarımı sürükleyerek ve aceleyle odama koşuyordum.

Kendimi sürekli olarak o parkta ve ağacın dibinde hissediyordum. Odamın duvarlarında hışırdıyordu yapraklar. Ve yağmur tavanımdan üstüme damlıyordu. Her gün oradaydım. O yerde fırtınalarda kaldım, yağmurlarda ıslandım. Kavurucu sıcaklarda yandım. Orada o yıkıntımın arasında senden kalan kırıntılardan tutunacak bir bütün yaratmak için günlerce eşeleyip durdum zihnimi. Başardım. Kimi anılara, günler süren uğraşlar sonunda sözlerini, hatta başka kimselere gösterdiğin gülüşlerini ekledim. Bir film izlerkenki elinin duruşunu, yüzündeki ifadeyi ve gözlerindeki gülümsemeyi getirip bana baktığın ve sıkıntıyla ‘Yarın yine sınav var tek umudum sensin Egemen çalışırız değil mi?’dediğin anın üstüne özenle yapıştırdım. Yüzünün her bir güzelliğini, sesinin her bir rengini, seninle çoğunlukla zorunlu olarak bir arada bulunduğumuz önemsiz ayrıntılara ekleyerek desenler oluşturdum. Sonra şarkılar ekledim. Dudaklarından dökülen aşk şiirlerinin arkasına hüzünlü melodiler ekledim. Günlerce, gecelerce odamın duvarlarında bir yükselip bir alçalan gölgelerin arasında.

Babamın sesini artık duymuyordum, annem sadece sabahları isteksizce yediğim bir iki lokmayla hayata bağlandığımı görmek için yaşıyor gibiydi.

Senden başka bir sen yarattım zamanla. Elleri senin ellerin gibi ince ve zarifti. Yüzünde çocuksu bir tebessüm vardı onun da sürekli. Ona Peri adını verdim... Gerçek olmadığını hatırlayayım diye. Çocukça değil mi? Ama çaresiz kalınca insan nelere sarılmıyor ki… İşte öyle yalnız ve çaresizdim ki çocukça olduğunu bile bile Peri'yi yarattım. Senden daha güzel oldu demeye dilim varmıyor ama sen zaten gitmekten söz etmeye başladığında senden daha güzel değil miydin?

Peri, salınıp yürürken içimde ki dağlar yıkılır ve bedenimdayanılmaz bir mutluluğun verdiği hazla titrerdi… Ya da herbir adımıyla ruhuma ince kıymıklar biçiminde ölümler saplanırdı. Elleri bir tüy hafifliğiyle havayı sarsmadan kalkıpve yüzüme ince bir huzurla değdiğinde bu haz dayanılmaz olurdu. Çığlık çığlığa bir mutluluk doldururdu odamı. O çığlıklardan sonra zihnime üşüşen kırıntılar bir uyuşma zerk ederdi bedenime. Ben gözlerimi açık tutmak isterdim çünkü yüzün ve tebessümün orada dururken uykuya dalamazdım… Ama gitgide etkisine girdiğim o korkunç uyuşukluk damarlarımdan bedenime yayılırken ben yıkıntının üstüne çöken karanlığın arasından sana ait her şeyi telaşla doluşturmaya çalışırdım damarlarıma.

Sonra acı çekmemeyi öğrendim. Gitme demeyi de. Zihnimin en berrak ışıklarıyla aydınlattığım kıvrımlarına gülen yüzünü iliştirerek sesine ses oldum. Gel deyince gelip yanı başımda oturdu Peri. Sürekli bir şekilde yüzünde o çocuksu tebessümünle benimleydin artık.

Senden gelen mektuplar yazmaya başladık. Peri ile baş başa verip ikimizin de içini kemiren tereddütleri bir kenara bırakarak özenle senden gelecek mektuplar yazdık. Geceler boyu kirli duvarların arasında dağınık bir odanın izlerinin, uykusuzluğun ve yalnızlığın sindiği buruşuk bir kâğıda yazılan mektuplar… Çoğu, sadece 'Sevgili Egemen!' diye başlayıp bitiyordu. Sonrası kargacık burgacık karalamalar arasına sızan çığlıklarından ibaretti. Her söylediğimi yapmasına rağmen Peri, mektup yazarken bir türlü beni dinlemiyordu. Ne kadar ısrar etsem de içinde sevgi olan bir tek cümle yazmama izin vermiyordu. Saatlerce süren bu ısrarımdan bıkıp bir köşede uyuyakalınca- uymasını isterdim- ben Peri'nin uyuyor olmasından aldığım cesaretle 'Seni çok özledim Egemen.' yazıp ardından dakikalarca üstünü karalayıp bırakıyordum. Sonra gecenin bir vakti o karalamaların arasında umutsuz bir define avcısı gibi 'Seni çok özledim Egemen.' cümlesini seçmek için saatlerce kâğıdın aynı noktasına bakardım. Yüzümde beni bile şaşırtan bir rahatlamayla sesimi duvarlara vura vura ve kendimi dinlemekten haz alarak defalarca 'Seni çok özledim Egemen.' diye mırıldandıktan sonra Perinin duymasını istemediğimden fısıltıyla 'Ben de!' diyordum. 'Ben de!'… Bir süre tekrar etmeninin verdiği anlam yitirmesinden sonra umutsuzca kâğıdı buruşturup bir köşe fırlatırken derin bir uykudan sıçrayarak uyanan Perinin şaşkın bakışları arasında 'Sadece ben!', 'Sadece ben özledim!' diye bağırıp kafamı kollarımın arasına gömerek oturduğum yerde gecenin karanlığına karışıp binlerce penceren oluşan şehrin bu yalnızlığına bir damla olarak karışmadan önce annemin anahtar deliğindeki bakışlarından damlayan hıçkırıklar duyardım. Ama senden mektup alıyor olmanın dayanılamaz zevkinin yanında ne önemi vardı ki.

Günlerce sürdü. Bu uyuşukluk halinden uyanıp gözlerimin altındaki kapkara torbaları saklamaya çalışarak sürünen bir havyan gibi inim dediğim odamdan çıkarken beni her defasında annemin yalvaran bakışları karşıladı. Bana öyle geliyordu ki annem orada olmasa bile bakışları hemen kapımda beni karşılamak ve bir umut bulmak için sürekli asılıydı. Ve ne vakit karanlığın içinde derin bir çığlık gibi inleyen kapı gıcırtısı yankılansa önce annemin bakışları karşılardı beni. Hemen sonra yan odanın kapısının aralandığını duyardım. Yüzünde tedirgin bir bakışla annem karanlıkta yalpalayarak yürüyen bir ceset gibi banyoyu bulmaya çalışan beni gözlerdi. Bilmem kaç defa ‘Nasılısın oğlum?’ deyip yüzümün en karanlık ifadesinden çıkan nefret dolu bir bakışla karşılaştı. Sessizliğimle o kadar çok karşılaştı ki bir süre sonra sadece kapı aralarından bakar oldu.

Bir sabah farklı bir heyecanla uyandım. Peri bir köşede uyukluyordu. Gözlerimi açtığım anda onu uyandırmamam gerektiğinin bilincindeydim. Gizli bir iş yapıyor olmanın heyecanıyla elim ayağım birbirine dolaşıyordu. Aklımın bir köşesinde kendimden sakladığım gerçek, yüzüme şeytani bir gülümseme olarak yansıyordu. Gece periyi uyuttuktan sonra aldığım mektuptaki cümleleri düşündükçe delice bir heyecanla titriyordum. İlk defa 'Sevgili Egemen' dışında bir şeyler yazmıştın. Üstelik uyumadan önce karalamadığım satırlar… Tadına vararak okumak için bir an önce Peri fark etmeden çıkmalıydım. Koşturarak annemin şaşkın bakışları arasında kapıdan çıktım. Az sonra kendimi parkta, bana sarıldığın o ağacın altında bulduğumda cebimdeki mektubu ilk defa fark etmişim gibi şaşırarak çıkardım. Heyecanım bana sarıldığın o günkü gibi nefesimi kesiyordu. Kâğıdı hızlıca düzeltip okumaya başladım.

"Sevgili Egemen. Seni çok özledim. Yarın o ağacın altında bekle beni."

01 Aralık 2025 7-8 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar