Pılı Pırtı'lı Gezegenler
Yeni bir keşifte bulunmuş gibiydin. Etrafındakilere rahatsızlık verdiğini düşünmeden, spontan bir çığlık attın.
Öyle heyecanlıydın ki, sanki yepyeni bir enerji edinmişti tüm bedenin. Hiç duyulmamış bir senfonisi dilinde. Aktif olmak, bu enerjiyi, bu dili kullanmak zorunda hissediyordun kendini. Bu nedenle, coşku içinde şöyle düşündün:
Her insan (büyük ya da küçük olduğuna bakılmaksızın) kendine özgü birer gezegendir ve yeryüzüne ayaklanarak düşmüştür. Bu gezegenlerin çoğu pılı pırtıya bürünmüş olarak sürdürür varlıklarını. Üstelik bunların çoğu, neden var olduğunu; neden başkalarıyla yanyana düştüğünü anlamadan yaşar, dedin kendi kendine. Ve devam ettin sesli düşünmeye:
Anlaşılan; çoğu kez, zorunluluktan birbirleriyle iletişime geçiyor gezegenler. Varlığını, mekanını tercih eden gezegenlerin sayısını saptamaksa, pek kolay olmasa gerek. Ama bunu pek yakında anlamak mümkün olabilir, diye düşündün.
Çevrende gördüklerini, tanıdıklarını düşündün ve aralarında olup bitenleri tartıp durdun bütün gün...
Özellikle onların iletişimleri, davranışları, reaksiyonları öylesine kompleksti ki, içinden çıkılmazdı bazen. Bazen verimli, bazen de felakete yol açardı bu yakınlaşmalar. Gezegenlerin aralarındaki iletişim ilginçleştiğinde de, dinlemeye, izlemeye doyum olmazdı...
Kendi kendinle gizemli bir monologdaydın ve bir örnek verdin kendine:
Günlerden bir gün, adına "oda" adını verdikleri bir yerde bir araya gelir gezegenler. Bunların arasında çok enteresan bir diyalog oluşur. Aralarında, yatağa uzanan çelimsiz, mavi gözlü, kır saçlı bir gezegen vardır ve o, habire inlemektedir:
- Ah, canım acıyor. Canımın bu acısı, fena sıkıyor canımı! Yoruldum gayrı, yoruldum! Ben daha fazla nasıl dayanayım bu acıya? İçtiğim sudan bile tat alamıyorum artık, deyip dururken, çevresindekileri de kısık gözleriyle süzer.
Bunu duyan küçük bir gezegen, "baba" dediği gezegenin kucağından atılır birden:
- Eee, baba! Bu sence de garip değil mi? Komşu olduğumuzdan beri, acı çektiğini söylüyor bu (sonra sesini yükseltirek konuşur. Yataktakine bakarak devam eder konuşmaya:). Sen... hiç düşünmedin mi ölmeyi? Eee, bak... babaannem öldüğünden beri, onun "canım acıyor" dediğini bir kerecik bile duymadım, değil mi baba? Benceeee, yakınmaması, artık acı çekmemesinden.
Eee... demektir ki, babaannem artık çok mutlu! Şey eee, sen... Sen de babaannem gibi mutlu olmak istemez misin? Hem de eee, ona arkadaş olursun! Birlikte kazaklar örersiniz üşüyünce. Bir deeee, yıldızlara bakarsınız canınız sıkılınca, öyle değil mi baba?, der.
Baba, dediği gezegen, şaşkınlıkla bakar yeniyetmesine. Odadakiler düşünceli, ama manalı bakışırlar. Bazısı gülümser. Bazısı endişeyle başını öne eğerken sağa sola sallar. Bir kaç gezegen de kıpır kıpır olur oturduğu yerde. Bu sessizliğe bir anlam veremeyen yeniyetme gezegen yine heyecanlanır ve kafasından ne geçiyorsa bir bir sıralar etrafındaki cümle aleme:
- Artık biliyorum! Siz de babaannemin yanına gitmek istiyorsunuz. Peki, bu gece mi gideceksiniz? Ama baba! Sen bu gece gitme, olur mu? Doğum günümden sonra git! Ona, çok büyüdüğümü anlat ki daha çok mutlu olsun, e mi?
Artık bir şey söylemek bir yana, tepki göstermek dahi manasızdır bu yeniyetme gezegen karşısında. Fakat gezegenlerden biri koşar adımlarla zar zor atar kendini dışarıya. Odadakilerin hepsi onun peşinden boşluğa bakar. Ağlayarak mı, gülerek mi çıktığı belli değidir. Yataktaki kır saçlının gözleri kapanmıştır, sesi de çıkmamaktadır artık.
Bu kasvetli mezar sessizliğine daha fazla katlanamayan yeniyetme gezegen, sıkıntıdan olsa gerek, üst üste derin nefes alır. Sonra emekleyerek odadan anıden çıkar. Baba gezegenin kolları boşluğu sarmaktadır şimdi.
Açık pencereden yeniyetmenin sesi duyulur:
"Yaşasın! Bu gece eğlence var!
Duydunuz mu?
Bu gece iniltiler son bulacak.
Acı çeken olmayacak!"
Buradan uzaklaşmak yok!
Eğlenceyi kaçırmak yok, tamam mı?"
Heidi Korkmaz 2024 Sthlm