Romandan Bir Parça

Yeni bir yer burası güzel,yeni hayat,yeni arkadaşlar,yepyeni ter temiz bir sayfa.
Kimi kandırıyorum ki? Aslında burayı hiç sevmedim.
John beni, terk etmiş olsaydı bir süre sonra kendimi toparlaya bilirdim. Ya da arkadaşlarım tarafından bir ihanete uğramış olsaydım.''kaybeden john ve diğerleri,hayat devam ediyor,neşemi kaybetmemeliyim,olması gereken budur beklide.''diyebilirdim. Ben bunları derdim çünkü olumlu düşünmüşümdür her kötü olaydan sonra. Hayat akıp giderken nefes aldığımız için bile mutlu olmalıyız. O zaman evren bize kucak dolusu iyi ve güzel anılar yaşatacaktır zaten. Ama ne ortada terk edilme ne de bir arkadaş kurbanı vardı.
Hep bir olaydan sonra ?tahmin edemezdim ama ? diyordum. Halbuki bu sefer tahmin etmiş ama engel olamamıştım.
Burayı sevmemiştim. Çünkü yaşantımdan,hayallerimden,Clerk'ten,arkadaşlarımdan ve aşkımdan, John' dan uzaktaydım. Ne kadar da sıkıcı geliyor. En neşeli yerler bile.
Sanırım bir ay önce taşınmıştık. Telefonum yok artık. Annem evlenmişti. Rose ise bir yaşına girdi. Özel okuldayım. Her şey dışarıdan mükemmel gözükse de aslında hiçte öyle değil.
En başında itiraz etmeye çalışsam da annem galip gelmişti. Büyük bir tartışma yaşadık. Annem ilk kez bana tokat atmıştı. Sonra üzüldüğünü, pişman olduğunu söylese de artık çok geçti. Ona kırılmıştım.
Düşündüm ki john ya da herhangi bir arkadaşıma haber bırakayım. Ama bir daha düşündüğümde özleyeceğim ve belki de yirmi yıl sonra döneceğim şehre, kişilere veda etmek istemiyordum. Bunu kaldıramazdım. Ve benim için ayrılık kolay olmazdı o şekilde. Ama en azından hatırlanmama neden olmuşumdur. İyi ya da kötü. Çünkü kimseye ama kimseye haber vermemiştim. Ya aslında nedenini ben de tam anlamıyla bilmiyordum zaten. Neden böyle davranmıştım. John ya sarılınca bir daha bırakmak istemeyeceğimi mi düşünmüştüm yoksa. Bilmiyorum.
- Anne,yeni arkadaşlarımla vakit geçirmek için dışarı çıkıyorum.
- Tamam.
Hayret, ben artık izin almıyordum. Yapıyorum,gidiyorum diyordum. Annem de engel olmuyordu. Umursamaz bir hal takınıyordu. Sanırım artık samimiyetimizi ,saflığımızı kaybetmiştik. Bu tamamen benim eserimdi. Ve ben yaptığım hiçbir şeyden sonucuna katlanmak şartıyla pişman olmam. Çünkü o an öyle düşünmüşüm, öyle yapmam gerekiyormuş, öyle hissetmişim ki öyle konuşmuşumdur. Bu benim hayatım ve hatımdaki hatalarım.

- Anne gitmesem olmaz mı yeni arkadaş falan istemiyorum.
- Bence de bu çok iyi fikir. Artık yalnız kalmalısın ki hata yapma. Ama bunu George istiyor. Çevrendeki insanlarla kaynaşmanı.
- Bu da ne demek anne? Başa yeniden mi dönüyoruz. Bu olaylarda kimsenin suçu yok ben tamamen kendi isteğimle böyle şeyler yaşadım. Yani suç benim. Ayrıca arkadaşlarım ve John u benden ne kadar uzaklaştırırsan uzaklaştır,kalbim,aklım,ruhum ve ne bileyim işte her şeyim onlarda tanrı biliyor ya.
- Seviyorum dediğin arkadaşlara ve aşığım dediğin çocuğa bir baksana. Her şey senin için ....
Kapıyı çarpıp çıkmıştım. Gayet iyi biliyordum ki benim içindi bu çabası. Ama beni dinlemiyordu. Hep o haklıydı. Arkadaşlarım ve john un nasıl birisi oldukları önemli değildi. Ben onları iyi birer kişilik ve iyi birer dost olarak tanıdım. Bende onlardandım. Eskiden yani. Birkaç saniye sonra fark ettim ki ağlıyordum. Hiç zorlanmadan gözyaşlarım gözümden süzülüyordu. Sel gibi,dümdüz,zorlanmadan. Adını bilmediğim bir gölün kenarında bankta oturuyormuşum. Hareketlerimi bile istemsiz yapıyor muşum. Kendimi o halde buldum. Düşünmeden yapıyordum her şeyi,hissedemeden.
Yeni zengin babam çok harçlık veriyor. Ne iyi bir baba!!!
Telefon kulübesine gitmiştim. Numarayı çevirdim. Yine ilk çalışta açıldı.
- Alo.
...
- Marry sensin biliyorum. Neredesin,ne yapıyorsun,neden bir anda kayboldun? Neredeyse seni bir aydır göremiyorum seni çok özledim. Bir şey söylemek istiyorum ...
Yine istemsizce telefonu kapattım.
Haykırmak istediğim sözlerimi biriktiriyorum yaklaşık bir yıldır. Kitap okumayı seviyordum hep. Bu sefer benim kitaplarımı okumayı sevecekler. Yazmakta güzel. Bu içimde biriktirdiklerimi romanıma döküyorum. Karakterler aynı ama isimleri farklı. Aslında isimleri de aynı yazayım dedim ama bir iç güdü beni engelledi. Yaşantımdan biraz farklı yazıyorum. Yani bu sefer tam tersi. Her şey kötü başlayıp,iyi devam edecek. Benim hayatımda ise iyi başlayıp,kötü devam eden olaylar var. Kendimden yazmıyorum. Olaylar farklı ama acılar ve güzel duygular aynı. Okuyucularım bunları hissederek başlayacaklar kitaba. Sondan başlayıp günümüze gelen bir tür nostanji gibi. Neredeyse bitiriyorum kitabımı. Dört yüz seksen iki sayfayı doldurmuşum. Zaten bu kadar kısa sürede bitirmemin sebebi başından hiç kalkmam. İyice asosyal oldum. O, olumlu düşüncelerimden eser kalmadı bende. Her şey artık tamamen değişti. Odamdan neredeyse çıkmıyorum. Sadece yazıyorum. Düşünebildiğime şükrediyorum. Aklıma geçmişim hiç gelmiyor. Önceden olsa düşünmekten çekinmezdim. Ne kadar acı olsa da. Ama bu sefer bambaşka. Yazarken bile unuttuğum isimler, anılar, gözyaşları var. Düşünmekten çekiniyorum; arkadaşlarımı ,John'u, o,güzel ve kötü olayları,Clerk'i ve işte unutmaya başladığım o şeyleri unutuyorum. Bunu ben kendim seçtim ve her zaman ki gibi pişman değilim tabi.
Sanki yeniden doğmak ve yeni bir benlik kazanma çabasında gibiyim. Bu duruma boşlukta denebilir. Hatta o kadar unutmaya ve yeni bir yaşam sürme isteği uyanmış ki bende;
- Birlikte yürüyelim mi?
Diyen tanımadığım ama okulda yüzünü birkaç kez gördüğüm için tanıyor olabileceğimi düşünerek çıkma teklifine;
- Evet,tebi. Neden olmasın ki, diye cevap verdim.
İşte o an John'a istemsiz,ağırdan almaya çalışan biri gibi gözükmek istediğim ama onunla yürümeye can attığımı belli ettiğim ve yüzümdeki o gülümseme geldi aklıma.
Ağlamak istedim o an nedenini fark edemeden. Sanırım ben de John'un beni özlediği kadar onu,aşkım diye hitap ettiğim o büyülü erkeği özlüyordum. Ama kimi neden özlediğimi belirginleştiremiyordum.
Çocuk beni, her zaman sıkıldığımda sadece oraya gittiğim bir bara davet etti.
- Ne içersin?
Ona cevap vermeden sanki bu soruyu barmen sormuş gibi;
- Her zamankinden,dedim.
Ve çocuk bana bir şeyler soruyordu. Ama ben yaşadığımın, nefes aldığımın bile farkına değildim. Sanırım benim onu dinlemediğimin farkında değildi ve bana hayran hayran bakıyordu. .bakışlarında Jonh'un bakışlarını fark ettim. O bakışları bana;
- seninle yürümek , yani birlikte,benimle yürümek ister misin?
Diyerek hatta diyemeyerek,heyecandan kekelerken ve bir yandan da heyecanlandığını belli etmemeye çalışan tavrıyla benimle konuşmaya ve ilk çıkma teklifini etmeye çalışırken o çekingen ve biryandan da hayran bakışlarını bana o zaman fırlatmıştı.
- Evine kadar seni bırakabilirim.
Çocuğa dalmıştım. Gözleri onun ki gibi açık yeşil ve teni de onun ki gibi beyaz ve pürüzsüzdü. Tabi çekiciydi de.
Onun bakışlarından anladığım kadarıyla adını bilmediğim belki de konuşmanın başında söyleyen ama dinlemediğim için hatırlayamadığım çocuk bu bakışlarımı ondan hoşlandığım için bu kadar derin ve anlamlı olduğunu düşünmüştü. Çünkü ben bir kişinin bakışlarından her şeyi anlayabilen birisiyim. O da anladığımı anlamıştı elbette. Bunu da anlamıştım çünkü.
- John ...
Diyerek fısıldadığımı hissettim. Buğulu gözlerimle. Ama fısıldamammışım ki çocuk;
- Efendim,anlamadım. Ben Mark,dedi.
- A, affedersin. Eski bir dostum geldi de aklıma. Buraya taşınmadan önce çok iyiydik. Sonra koptuk iyice birbirimizden. Kusura bakma Mark.
- Anladım. Ama sadece dost muydu?
- Dost. Evet dosttu.
Ona,aşık olduğum çocuğa ?dostum' betimini kullanmak ne tuhaftı. Eve doğru yürürken tıpkı John ile olduğu gibi ikimizden de bir tek kelime çıkmamıştı. O zaman ikimizde utanıyor,çekiniyor ve korkuyorduk. Ama bu sefer ben boşlukta olduğumdan o da utandığından ve benimde utandığımı düşünerek,buna saygı duyuyormuşçasına susuyordu. Aslında fazla da utangaca benzemiyordu. ?çenesi düşük' biriydi. Bunu annemim ayarladığı bir terapi olarak düşündüm ama değilmiş. Çünkü telefonda cici babamla (!) konuşurken duydum onu;
- Keşke Marry'e yakın bir dost falan bulabilsek,şöyle güvenilir biri.
Demek ki çocuk yani Mark benden gerçekten hoşlanıyordu. Kendimi birkaç saniyeliğine de olsa bu durumdan hoşnut olduğumu hissederken yakaladım. Sonra fark ettim ki kalbim John'daki gibi çarpıyordu. Bunun sebebini Mark'ın John'ya benzemesi ile sonuçlandırıp rahatladım. Yoksa Mark'tan hoşlandığımı düşünecektim. Yarın Mark'ı bir kez daha görmek istediğimi düşünüyordum uyurken yatağımda uzanırken.
Evet yarın okulda onunla tekrar konuşacaktım. Belki de rüyamda bile görebilirdim. Tıpkı John'u düşlediğim gibi. Ondan kesimlikle hoşlanacaktım. Evet bunlar tekrar yaşanacaktı.
Kendimi telefonumun ekranında John'un numarası yazılıyordu. Bunu ben yazıyordum. Sonra silip rehberimden Clerk'in numarasını buldum ve aradım. İki üç kez çalışında;
- Alo buyurun ben Clerk, diye bir cevap geldi.
- Merhaba Clerk ben Marry,nasılsın?
- O,Marry,benim Melek Kızım. İyiyim sen nasılsın? Annen,Rose, a rose o büyüdü mü? Peki Kevın, o iyi birisi mi bari?
...
- Ben hiç iyideğilim Clerk seni çok özledim. Şey...
- Evet her gün gelip seni soruyor. O züppelerle birlikte seni arıyorlar. Affedersin yani arkadaşlarınla birlikte.
- Senden bir iyilik isteyebilir miyim?
- Hayır ben annene söz verdim sizi buluşturamam.
- Ben de kaçarım Clerk. Bunu yaparım bilirsin beni.
- Sakın Marry sakın. Bir erkek için değmez oradan daha güvenilir,daha düzgün ve daha efendi birini bulabilirsin.
- Bu bir seçim değil Clerk, beni anlamıyorsun. Aşık olacağın kişiyi seçemezsin bunu en iyi sen bilirsin. Öyle değil mi?
- Ne demek istiyorsun Marry?
- Bak son gün yani gideceğimiz gün sana John'a vermeni istediğim mektubu bırakmak için geldiğimde sen tuvaletteydin ve ben de masanın üzerinde defterini açık bir şekilde buldum. Okudum. İsteyerek değil tabi açıktı ?bu neymiş böyle ?derken kendi mi okuyarak buldum. Hatta sen de tuvaletten çıktığında gözlerin kızarmıştı ağlamaktan öyle değil mi ve ayrıca ...
- Tamam Marry yeter. Ben onun beni terk edeceğini ve böyle bir pisliğe bulaşmışken beni seçmiş olacağını bilemezdim.
- Ha,işte aynısı tamam mı anla beni. Ya da anlama sen boş ver.
Ne saçma. Monoton yıllarımda bir kaç aşk yaşayıp (monoton,ne komik bir sözcük benim için. Kötü ve çalkantılı bir hayatım ve değişik duygularım var. Ne harika bir hayat. Bu da güzel. Vay be,yeniden olumlu düşünmeye başlamışım.) hayal kırıklıklarına uğrayacağımı düşünürdüm. Ama sadece bir'aşk' ve bağlılıkmış yaşayacağım. Üstelik, tek yaradılışlı bir varlık olduğumu düşünürdüm. Çünkü;benimle her muhabbet eden,tanıdığım erkek yalancı ve çıkarcıydı. Böyle olunca hiç aşık olamayacağımı ve kimseyi benim güvenime layık ,hayatımın ortağı olarak göremez bahaneler sıralardım. Çünkü görmüş ve anlamıştım. Ama sanırım bu farklı. Sanırım bu kader ve yaşamam gerek.
Acaba kader var mı?

06 Ağustos 2013 10-11 dakika 9 öyküsü var.
Yorumlar