Sekiz'in Ölümü
- “ Ve hayat ertelenen bir saflıktır !”
Mektubunu böylece bitirmişti adam. Aksayan ayağının işe yaradığı en anlamlı yer, kendi gibi aksak, bir ayağı diğerinden kısa olan ve aksayan bacağını üzerine yaslayınca sabitlenen sehpaydı. Artık ayrılma vakti gelmişti. Şimdi aksak sehpayı, adamın yokluğunda dengeye kavuşturacak tek şey yazılan bu son mektuptu. Mektubu, sehpanın kısa ayak ucuna katlayıp ona payanda yaptı. Geride bıraktığı odasına son bir kez göz ucuyla bakıp “umarım...” diyerek terk etti.
Çatı katı dairesinden bir kaç blok ötede akşam üzerine doğru siren sesleri duyuldu. Meraklı kalabalık, sıkışan trafik, trafiği tek şeritten salahiyete kavuşturan polis memurları, kimliği belirsiz ve henüz sahip çıkanı olmayan bir ceset... Ceset üzerinde ise çığlıklar içinde olay yerine kümelenen bir kaç martı, henüz taze olan ölüyü örten bir kaç gazete parçası bulunuyordu. Cesedin burnuna yakın bir noktada ise özenle kümelenmiş bir avuç kadar şehriye tanesi, ve ayak ucuna devrilmiş, bir kısmı ağzından yere saçılmış kirli havlularla dolu bir çuval, burası şimdi olay mahalli.
Cinayet büro şefliğinin telefonu, üç defa kısa aralıklarla çaldı.. Yaklaşık üç aydır sessizliğe bürünen büronun çalışanları bu durumu hiç yadırgamadı. Muhtemelen savcılığın bilir kişi dosyalarında rutine bağlanmış olan bir başka davetiyesiyle alakalı bir çağrıydı. Dördüncü kez çalan telefonun sesi bu sefer sanki martı çığlığı tınısında hızlı hızlı ve acı bir tonda çaldı ; bu melodi sadece dış hat aramalarında beliriyordu. O sırada neredeyse yirmi yıla yakın abonesi olduğu yerel gazetenin bulmacasını çözmekte olan kadının dikkati bir anda telefona yöneldi.
Telefondaki yerel polis olay mahallinden ayrıntıları bildiriyor; arpa şehriye tanelerini, ceset yanına toplanan martıları ve Hostel Freya antetli vişne çürüğü havlularını dikkat çeken ayrıntılar olarak sıralıyordu. Son ayrıntıda ise cesedin sol avcu içinde bileğine doğru kıvrılmış ve atar damara saplanmış zarf açacağının ve üzerinde çakı benzeri sert metalle çiziktirilmiş F481ibaresi yer aldığını söylediğinde kadının masadan fırlayıp olay mahalline varması yarım saati bulmamıştı.
- Kimdi bu adam ? Ve neden şimdi ?
Tüm estetiğiyle, karşı konulmaz cazibesiyle için için kendine çeken bu olay yeri, adeta Caravaggio elinden çıkmış bir tablo gibiydi. Dedektif kadın, güneşin batmasının biraz daha gecikmesini , Handel – Giulio Cesare ile sahnenin tadını asla silinmeyecek bir hatıraya işlemeyi istemişti içinden... Dayanamadı, tutkusuna yenik düştü kadın. Kulaklıkta Handel ile olay yerini yeniden resmediyor olası senaryo da tüm hamleleri geriye sayıyordu ...
İlk tahlilde raporuna yansıyanlar, adamın otuzlu yaşlarının sonlarında olabileceği, yüzündeki hafif mora çalan pembelikten alkol bağımlısı biri olduğu muhtemelen karaciğer yetmezliğine uzanan bir rahatsızlığın pençesinde olduğuydu. Handel üçüncü kez başa sararken raporunda ilerleyen kadın, adamın sol ayağında sonradan olma kalıcı bir sakatlık olduğunu, parmak uçlarında ise belirgin şişlikler ve suya maruz kalmanın vermiş olduğu kırışıklıkları not alıyordu. Bu kırışıklıklar ile adamın bulaşıkçı veyahut temizlik işleriyle uğraşan birimi olduğu şüphesini , devrik çuvaldaki kirli havlularla cevaplaması kolay oldu. Günün akşama erdiği bu saatte olağan dışı olan; göz kapaklarında ki yağlı tabakadan geceleri uykusuz kalan ve bir gözünde belirgin kayma olan bu adamın, mesai sonrası geç saatlere kadar terzilik yaptığını düşünse de sol el orta parmak ya da işaret parmağında iğne yüksüğü olmadığı gibi -güçlü elin sağ eli olduğu belli - ona ait bir iz göremediğinde onun, gecelerini okumakla geçiren bir adam olduğunu anlamıştı.
Hem de ne okuma !
Zira ölümü, ilk bakışta bir cinayet izlemi verse de bir mektup açacağı ucundan, kan kaybıyla gerçekleşen intihar olduğu artık tamamıyla aşikar olmuştu. Ancak tutkulu bir okur ya da yazar böyle bir intihar yolu seçebilirdi... Ceset adli tıbba gönderilmek üzere ceset torbasına alındı.
Raporun sonunda iki soru işareti vardı; birincisi yarı nemli, kuş kokusu sinmiş şehriye kümesi nedendi ?
İkinci soru işareti ise neden kendi otel odasının tam karşısında bir manzarada belirmişti bu olan ve henüz soruları bitmeyen hikaye ?
O an F481 çizikli zarf açacağına takıldı gözleri... Bu gün 08.04.2021’di. Bu aynı zamanda Freya otelindeki .... -Olamaz ? Kadın olamaz ve hayırları tekrarladı içinde bir kaç defa ve kafasını kaldırdığında otel odasının camlarına bakarak, - Olabilir mi ? Dedi. Kendi oda numarası 481 ? Freya oteli oda 481 olabilir miydi? Dehşete düşmüştü...
Dehşetinden ayılması, cesedin olay yerinden ayrılmasıyla birlikte şehriye tanelerine kümelenen martı çığlıklarıyla oldu. İlginç olan yedi tane saydığı martının şehriye tanelerini gagalarına alması değil onları yutmamaları olmuştu. Martılar, bir manga asker disipliniyle sıralanmışlar, gagalarını doldurarak tam da olay yerine cepheden bakan bir kaç blok kadar ötede ki sekiz kata kadar sayabildiği eski bir binanın çatısına konuyor, adeta yüklerini boşaltarak geri dönüyorlardı. Bu git gel son şehriye tanesi bitinceye kadar aynı düzen ve itinayla sürmüştü. Kadın şimdi tam ortada kalmıştı burası, sekizinci katta bir çatıdan rahatlıkla gözlemlenebilecek dahası karsı yakada Freya oteli dördüncü kat 481 nolu kendi odasınında çıplak gözle izlenebileceği bir yerdi.
Burası olay mahalli ! Burada yeni sorular beliriyor artık ... Ceset üzerinden kimlik vb. bir vesika çıkmamıştı. Adamın kimliği otopsi sonrası parmak izi ve DNA bulguları ile keşfedilebilirdi ama daha hızlı cevabı otel yönetiminden havluların kimlere yıkatıldığı gibi basit bir kaç soru ile bulunacaktı, bulundu.
Şimdi kimliği belirlenen ve otopsisi henüz tamamlanmamış olan adamın adresinin sekiz katlı binanın çatı katında yaşadığı gerçeği, kadını yeniden dehşete düşürüyor ve aklı olay mahallindeki bir manga martıya gidiyordu. Kimliği deşifre olan bu adam gerçekte kimdi ? Cevaplar için çatı katına varması yedi sekiz dakika kadar sürdü.
Prometheus adlı binanın çatı katındaydı artık. Odanın kapısı açıldığında karşıda beliren manzara,
Odanın içini boydan boya ayıran bir çamaşır ipi, ip üzerinde Freya antetli kurumaya bırakılmış havlular ... Dış kapının bitiminden banyoya kadar uzanan Rönesans dönemi bir etajer ve üzerinden geçen sıcak su tesisatı ile yarı buharlanmış, bir kenarı çaprazlama çatlamış bir ayna yer alıyordu. Ayna önünde çevirmeli antika değeri olmayan yeşil bir telefon yanın ilahi komedya ile Kral Oidipus kitapları yer alıyordu. Banyoda sararmış bir küvet ve içinde durulanmış bir tencere, tabak ve çatal bıçak diziliydi. Rüzgarın uğultusuyla çatının kıvrılan yerinde bir oyuktan ıslık benzeri hışırtılı sesler geliyordu sesin geldiği yönde çatıya çakılmış eğreti bir raf ve üzerinde bakliyat ve şehriye pirinç paketleri görünüyordu... Gün akşam olmuştu kadın biraz dinlenmek için etajerin karşısındaki köşe koltuğa oturdu eline aldığı ilahi komedyaya göz atmayı isterken, yorgunlukla elinden kayıveren kitap önce koltuk önündeki sehpaya çarptı ve sonra sayfaları açılarak, yüz üstü yere çakıldı. Kitabı almak için eğildiğinde sehpanın ayağının altına sıkıştırılmış bir kağıt buldu, aldı ve geriye yaslandı. Sol ayağını sehpaya uzattı sehpa sabitlendi kadın mektuba daldı...
Mektupta yedi büyük günahın timsali işlenen ve dosyası kadının elinde olup kapanmamış yedi cinayeti, yedi kat semayı, yedi kat cenneti ve cehennemi, Tanrıça Freya’yı ve “önceden gören” Prometheus’u ve dahasını anlatan adeta bir manifestoyla karşı karşıyaydı...Mektubun sonuna geldiğinde, geride kalan son sekiz yılını harcadığı faili meçhul dosyaların aslında mükemmeliyete adanmış bir kadın tarafından, aksayan ayağı nedeniyle hor karşılanmış bir aşığın cezalandırması olduğunu anlamıştı. Sonuncu ölüm, sekizinci ölüm olup cinayet değil intihardı yani en dik başlı günahtı ve sonsuz azabı simgeliyordu o yerde yan yatan sekizdi...
Sekiz ’in mektubu bir şiirle bitiyordu. Şiirin sonunda kafasını kaldıran kadın, buğulu aynada aksaklığından kurtulmuş adamın gülümsemesiyle irkildi o an kapı yanında duran kirli havlu sepetine rozetini, silahını ve not defterini terk etti evet her şeyini terk etti ve kendini buğulu aynaya bıraktı. Çatlak, buğulu aynada huzurlu ve günahkar bir çift göz, adeta yan yatmış sonsuz bir sekiz gibiydiler...
S(y)N
Nesildaşım; yeşil telefon, otel odasının anlatımı bir film sahnesinden çıkmış gibiydi, otelde üst katlara çıkan merdivenlerin anlatımı yoktu sanırım öyküde?
ilk başlarda yorucu ifadeler, karışık bir anlatım gibi geldiyse de, sonunda hem olay, hem olay yeri, hem kişiler görüntüde belirginleşmişti zihnimde. Zaten verilmek istenenin zihinde belirginleştirilmek istenmesi değil midir öykülerdeki amaç.
Polis memuru kadının tasviri eksik geldi bana, evet bir kadındı ama nasıldı dış görünüşü, sanırım eksik kalan bir diğer yeriydi öykünün veya ben mi atladım. Erkeğin topal olması dışında da bir fiziki anlatımı yoktu..
Hani anlatılır ya, siyah saçlı, kirpikleri kısa veya uzun, açık alınlı mı, burnu nasıl, göz rengi, boyu posu gibi kimi öykülerde ve romanlarda kişiler... Burada onu bulamadım.
Bir önceki öykünde de içinde bir çok atıfta bulunduğun, okumaya meraklı köylü kızları, düzenbaz komşu, kahraman kız, komutan hikayesi de böyle idi.. Okuduktan sonra zihinde belirginleşiyordu. Diğer öykünün anlatımı daha güzeldi buna göre. Yani bence. Onda eksik olan doğa tasvirine az yer vermiş olmandı dediğimi hatırlıyorum.
Ya ben çok mu kusur görüyorum, kendi aynama bakmadan olabilir... Sıkıntılı iş eleştirmek.
Şehir ismi göremedim burada. Yabancı isimler canımı sıktı, lakin atıflar hoşuma gitti rönesans modeli olan koltuk muydu, vestiyer mi, kalebodurlar mı aklımda kalmamış.. yediler konusu güzeldi, ilgimi hemen çekti, ayrı bir merak uyandırdı, yedi cinayetten de kısaca bahsetsen sanırım çok uzayacaktı değil mi öykü...
Anladım ki senin öykülerini tam belirginleştirmek için zihnimde iki defa okumalıyım. İlk okumada öze ersem de ayrıntıların farkına varamıyorum.
Olay örgüleri kendini sonradan resmediyor zihinde, ilk başta nedir bu diyorum, alt paragraf veya cümlelere geçince yapbozun parçaları sanki sonradan kendiliğinden oluşuyormuş gibi şekilleniyor zihnimde. Bu öyküde en çok ilgimi çeken bu konu oldu. Fazla okumam öykü ya, ki zaten bu konuda epey beceriksizim, sadece anladığımı, gördüğümü, görmek istediğimi yazıyorum işte..
Gittikçe merak uyandıran bir yazım biçimin var öykülerde, şimdi ne olacak, acaba şu öykü kahramanı böyle mi davranacak gibi... Hoşuma gidiyor bu üslubun..
Öykü yazmak sana yakışıyor veya gittikçe yakışacak gibi haddimce gördüğüm anladığım kadarıyla, ihtimal ayrı çalışmaların da vardır..
velakin :) bitişik yazılması gereken -ki eklerinin yanlış yazımları edebiyat ve türkçe öğretmenlerini üzer. Öğrendiğimiz imla kurallarının yanlış yazımını görünce yazılarda, zihin kopukluğu meydana geliyor bende. Lütfen bir daha yapma, bana serbest olan hatalar sana yassağ nesildaşım.. Çünkü senin hata lüksün yok benim kadar:))
Bu yorum bir İnsani yorumudur... Kendi kendini bir dakika içinde yok etmeyecektir.:)
“ Ve hayat ertelenen bir saflıktır !” ifadesiyle yorumuma son verirken.... güzel ve temiz zihinsel tebessümler gönderiyorum. Bahtın açık olsun... Eksik ol da fazla eksikliğini de hissettirme. :) En sevdiğine emanet...
Aşkın sekiz hali yan devrilmiş acısı ve hüznü dolsa da içimize yine de var edilişliği bile güzel ömrüm dediklerimiz için Kutlarım Neva
Ne güzel anlatımla yazılmış bir asır saklı içinde.. yazan kalem var olsun sevgiyle..
Betimlemesi çok güçlü ve merak uyandıran bir hikaye olmuş. Bazı yerlerdeki detaylar da ayrıca çok hoş. Kaleminize sağlık..
Şiir ve şiirin öyküsü çok güzel bir çalışma olmuş, emeklerinizi, kaleminizi gönülden kutlarım. Sevgiyle.