Sevmek Buymuş Meğer

İnsan kuş olup uçsa, yetinmek bilmeyen bir huyla ayaklarına bakıp alacağın olsun der mi bilinmez ama geçmişe gitme şansı olsa daha uçarken bağışlardı tüm varlığını esirgediğine.

İş yerime yeni başladığım günlerdi. Diplomasını yeni eline almış biri için şanslı sayılırdım. Üstelik çalışkan öğrenci kimliğimi devamını sağlayacak bir akademik çabayla yüksek lisansa başlamış olmamı bile memnuniyetle karşılanmışlardı. Fena olmayan maaşım, cüsseli ağaçları ile belediye parkına bakan oda manzaram, temiz ve ferah bir ortamın tertipli, başarılı, huzur veren ve sade görünümlü çalışan topluluğuna hevesle dahil olmuştum. Her sabah ufak bir kahvaltının ardından annemin duaları eşliğinde babamın yâdigarı ufak arabama binip yeni güne doğru düşünmeden yol alıyordum. Şehir, genç misafirine karnı tok olsa bile zorla yemek yedirmeye çalışan ev sahibine benziyordu. Üstelik kirli havasından çiçek kokularını, afili caddelerinden yokluk desenli sokaklarını ayırmak zordu. Uzak ve baskın akrabalar gibi koruyup gözeten, bir yandan şehrin kanını canını emen gökdelenler beni korkutmuyor değildi. Gençtim ve derim korkularımı saklamaya meyilli değildi ya da herkes gibi biçimimi değiştirdiğimi unutup yeniden başlıyordum her şeye. Akşamların yaşlı, bulutların aceleci olduklarını düşünüyordum. Düşünmek oyalanmaktı. Geçemeyeceğini bildiğin sınırın tekrar eden kısır sancısıydı.

"Balkonlarda kurulmalı mahkemeler

Nasılsa her günün tanığıdır güneş

Yargılayalın

Boynunu büken çiçekleri

Işıktan felç olmuş merhameti

Derin uykusundan uyandırmaktadır"

Günler günleri yüksek dalgalar gibi aşıyordu. İki bilemedin üç hafta sonra beklenmedik bir şey oldu. Daha önce öğlen yemeği sırasında birkaç çalışandan şirkette açık bir kadro olmadığını duymuştum. Buna rağmen yönetim tarafından tuhaf bir şekilde mail yoluyla yeni birinin pazartesi günü işe başlayacağı duyuruldu. Şaşıran yalnızca ben değildim, tüm ofis yeni elemanı merakla beklemeye başlamıştık. O pazartesiden sonra hayatım bir daha eskisi gibi olmayacağını tahmin edemezdim. Etsem ne fayda, insan olanı seçemez, seçtiğini olamaz. Ben ikisini aynı anda gerçekleştirdim. Geçen yıllar boyunca olanları kimseye anlatmadım, bu bir sır değildi benim için, bana ne olduğunu anlamıştım. İnsan anlamak için anlatırdı.

Benim yaşlarımda, anlatılanlara bakılırsa nerdeyse bana tıpatıp benzeyen biriydi. İki ay boyunca yoğun çabama rağmen onunla bir türlü karşılaşamadım. Ya benim toplantım bitip onunki başlıyor, ya öğlen yemeği için dışarı çıktığını birilerden duyuyor, ya da asansöre bindiğim esnada yanımdaki arkadaştan onun da asansörden indiğini öğreniyordum. Bu teğetsel karşılaşmalar, uzaktan iletişim, hafif bir dokunuş etkisiyle varmış gibi yokmuş oyunu oynuyordu bana. Şirketin geleneksel yılbaşı yemeği yaklaşırken nihayet onu göreceğimden emindim. Yalnız o gece başka bir şey oldu.

Yeni eleman yoktu o gece, ama masada yanıma biri oturdu. Meğer sevmenin kendince bir doğumu, oluşumu ve hafızası varmış Canında canım benimle, ardından canımda canı sabırla buluştu, düşünmeyle gelinen o sınırı görünmez kılan şey ile karşılaştım. Yeri geldi onu bir melek gibi korudum, kimi kavga ettim yaraladım hayaletini en gerçek kalıntısı sözümle. Bunca zaman boyunca çok sevdim, iki gong sesinde sağır oldum. Her şey daha başlangıcındayken bazen onu düşündüğümü hissediyor gibi gelirdi. Saklanırdım, her defasında yumuşacık sesiyle başka şeyden bahsederdi. Oysa merak etme sorun yok derdi alt perdeden. Bir Aralık günü sahiden konuştu, sonra deniz sustu.

Vefatından ardından babamdan kalanlardan biri de borçlarıydı. Nasıl derler, işsiz esnaftı babam, dükkana ara sıra uğrayan birkaç hatır sayar müşteriden gelen gelirle beni üniversitede okutamayacağı besbelliydi. Ara sıra toprağa bağlı kökünü yanına alıp saksısından atlayarak intihar eden çiçeğim, satılık ilanlı arabamız, annemin dularındaki artış, cebime harçlık bırakan büyük dayımın telefonlarımıza cevap vermemesi, tüm bunlar hoş işaretler değildi. Bunca meşguliyet hem gönlümde olan biteni hem yeni elemanı unutturdu. Var gücümle çalışmalıydım, neyse ki bu ülkede kendi işini başkasına yaptırmak isteyen çoktu, hafta sonları bir tomar kağıdın ön kapağında isimleri değişken ama içeriği anadan onunda anasından kalma boş bir çeyiz sandığına benzeyen tezler, makaleler elimden geçiyordu.

Yedinci gündü. Dalgalar dalgaları örtüyordu. Deniz sanki bizi daha iyi duymak için yaklaşıyor gibiydi. Buluşmak istediğini söylediğinde öyle heyacanlanmıştım ki ne yapacağımı bilemez haldeydim. Yanıma oturdu o gece olduğu gibi ve söze başladı,

Beni onun gönderdiğini söylememin, bunca zaman şirkette neden hiç karşılaşmadığınızı sana tekrar etmemin gereği yok. Uyumadan önce kulağına ha gayret yapabilirsin diyen sesin, sonra benimle ilgili duyguların.yüreğini incittiğinde iyileşmek için cesaret verenin ona ait olduğunu biliyorsun. İçten içe her şeyi bilirken hayal kurmaktan vaz geçmeyiz. Bazen bu hayal öyle büyür ki neler sığar, neler bilemezsin. Seni sevdiğimi söylediğimde kulağım artık seni duymaz oldu, zaten gözlerim bakıyor ama göremiyordu senden önce demiştin. Hastane yatağında sevdiğin birini rengi soluk bir odada bir başına bırakınca dışındaki renkleri de dağılır, bulanıklaşır dünyanın. Yine de bir duvardan umulmadık yeşil dal boy verir, bu mucizedir, düşeceğini bilerek, kökünü alıp aşağı doğru büyümek ne zordur, ne acıdır.

"Düşüyor muyum ben şimdi? "diye sordum.

"Merak etme hepimiz düştüğümüz yerdeyiz aslında," dedi gülümseyerek. Sonramızı dalgalar nazikçe aldı.

Düşünmek oyalanmaktı. İnsan olanı seçemez, seçtiğini olamaz. Ben ikisini aynı anda gerçekleştirdim. Sevmek buymuş meğer.

10 Aralık 2021 5-6 dakika 11 öyküsü var.
Beğenenler (7)
Yorumlar (4)
  • 2 yıl önce

    Bahar Sevgi kalemi her zaman keyifle okunuyor, kutluyorum

  • 2 yıl önce

    Günün yazısını ve şairini tebrik ederim. Sevgiyle...