Silgisiz

BÖLÜM 1 – ÇOCUKLUKTA UNUTULAN KELİMELER

Bir iç yolculuğun sessiz haritası...

Hayatta, çoğu zaman bize silgi verilmeden sınav yapılır. Hatalarımızla, eksiklerimizle, pişmanlıklarımızla yaşamak zorunda kalırız. Ama belki de asıl güzellik buradadır: Yanlışlarla kurulan cümleler, insanı kendine götüren en gerçek yoldur.

Silgisiz, bir adamın çocukluktan olgunluğa, suskunluktan kabule uzanan içsel yolculuğunun öyküsüdür.


Öyküm, bir cümleyle başladı: “Eskiler derdi; ‘Burkulunca yaşın kadar çekersin’ diye.”

Hayat yolculuğunda hepimizin tökezlediği anlar olur. Ve her tökezleyiş, içimizde gizli kalan bir hikâyenin kapısını aralar. Osman’ın hikâyesi, belki de senin hikâyene benzeyecek. Belki bir çocuğun sessizliğinde, bir gencin yalnızlığında ya da bir yetişkinin kaybında kendini göreceksin.

Silgisiz bir deftere yazılmış gibi yaşanan hayatların, aslında ne kadar derin olduğunu göstermek istedim. Her satırda, bir yüzleşme; her bölümde bir adım daha yaklaşan bir kabul var.

Bu öyküyü okurken kendine iyi davran. Çünkü bazı cümleler, sadece okunmaz; hissedilir.

Ve bazen, en çok ihtiyaç duyduğumuz şey… bir silgi değil, affedebilecek bir kalptir.


Hayatın ilk darbeleri en çok çocuklukta iz bırakır. Osman, ilkokulda bir kurşun kalemle tanıştığında, o kalemin ucundan yalnızca harfler değil, kırıklıklar da dökülüyordu. Herkesin silgisi vardı; onunki hariç. Yanlış yapma hakkı yoktu sanki…

İlk kez orada öğrendi: Bazı hayatlar düz çizgilerle yazılmazdı.


– Yalın Ayak Yazlar

“Burkulunca yaşın kadar çekersin.”

Osman, o sözün içini ilk kez sekiz yaşında doldurmuştu.

Yazın en sıcak günlerinden biriydi. Ayakkabılar evde bırakılır, sokaklar yalın ayak gezilirdi o zamanlar. Taşlar sıcaktı ama özgürlük serin bir esinti gibi hissedilirdi topuklarda. Osman da o gün, bahçeye çıkan merdivenlerin başında durmuş, top oynayan arkadaşlarına bakıyordu. İçinden katılmak geçiyordu ama bir çekingenlik vardı. Babası, o sabah ona “Dikkatli ol,” demişti. Nedensiz bir uyarı. Her babanın içinde sakladığı o sessiz endişe.

Top yuvarlandı, önüne geldi. Göz göze geldiler: Top ve Osman. Sonra hızla koştu, öyle hızlı ki ayağı taşın çıkıntısına takıldı ve yere kapaklandı. Dizleri, dirsekleri ve alnı… Hepsi aynı anda acımaya başladı. Ama Osman’ın canını yakan sadece düşmek değildi. Arkasından gelen kahkahaydı ve bu kahkaha en yakın arkadaşı Halil’indi.

Osman, gözyaşlarını yutarken Halil eğilip elini uzattı.

Ama bir şey oldu.

Göz göze geldiler. Halil’in yüzünde bir şey vardı: Tereddüt.

Ve o el havada asılı kaldı, inmeden. Halil sırtını döndü ve koşarak uzaklaştı.

Osman o gün, sadece dizini değil, bir güveni de burkmuştu. Ve büyüdükçe anladı; bazı düşüşlerin izi sadece dizde kalmaz, kalpte kabuk bağlamayan bir yara olarak kalır.

O yazdan sonra, Osman ne zaman düşse, önce kendi ellerine baktı.

Sonra da kimseye güvenmedi uzun süre.

İçinden bir şeyler eksilmişti.

O boşluğu yıllar boyunca kimse fark etmedi.

Ta ki Osman, kendine ilk mektubunu yazana kadar.


Mektup I

– 11 yaşındaki Osman’dan, 16 yaşındaki Osman’a

“Merhaba abi,

Eğer bu mektubu okuyorsan, demek ki büyümüşsündür. Belki hâlâ düşüyorsundur ama ağlamıyorsundur artık. Yalnız kalınca ne yaptığını merak ediyorum. Ben susuyorum. Annem ağladığında da susuyorum, babam kızınca da. Sustum ve kimse fark etmedi.

Büyüdüğünde unutma: Herkes gülünce iyi olmaz. Bazen gülmek de ağlamak kadar sessizdir.

Eğer bir gün biri seni gerçekten severse, ne olursa olsun, seni yerde bırakmaz.

Dilerim, bir gün düşmeden de yürümeyi öğrenirsin.


Sevgilerle,

Küçük Osman.”

1/5

16 Nisan 2025 3-4 dakika 23 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar