Sükut Bahçesinde Bir Mülteci
Hangi çağın envanterinde sayılır, uçurtmasını kaybetmiş çocukların yüzleri? Yol uzun, iz belirsiz, rüzgar aksi. Ellerimde bir düş; aynadan derin, camdan incelikli. Unutulmuş masalların kahramanı bir babanın evladıyım ben de senin gibi. Nitelikli acılarım ve kahvaltılık otlarım var. Babamı hiç tanımadım. Fotoğraf karesinde anlamsız bir tebessüm yalnızca benimki. Aynı, sana baktığım gibi.
"En keskin bıçak, suskunluktur" derdi annem. Kim bilir hangi ayyaş akşamın ardından aklıma geldi bir ömrün son cümlesi. Ben, sükut bahçesinde bir mülteciyim. İnsan yoksunluğun gölgesinde büyüyünce, en uzun ağaç bile yetim gözükür gözüne. Sen de kendi gözlerinden böyle mi görüyorsun dünyayı ve önündeki şu koca çınar ağacını? Kimden kaçıyorsun bilmiyorum fakat epey korkmuşsun belli ki. Önce karnını doyuralım senin. Şimdi yavaşça uzatacağım ellerimi. Tereddüt etme sakın. Yaram çok, lakin korkum kanamak değil. Yalnızca uzattığım eli geri çevirme.
İşte böyle seni küçük yaramaz!
Yalnız küçük bir sorunumuz var. Bir süre seni kucağımda taşımalıyım. Dışarıdan gelen sesler seni ürkütüp kaçırmasın sakın. Muhtemelen arka sokaktaki köpeklerden korktun. Söylesene kaç aylıksın sen?
Ellerim soğuktan titriyordu. Onu montumun arasına sıkıştırdım, bir silah gibi. Sıskaydı, hafifti, tüyleri kir ve toz içindeydi. Minicik bir yarası vardı sol ön patisinde. Hafifçe dokundum. İrkildi ama kaçmadı. Eve varana kadar göğsüme sıkıca bastırdım onu, rüzgarın sertliğinden korumaya çalışarak.
Apartmanın kapısını itip içeri girdim. Eve girdiğimizde, onu yavaşça yere bıraktım. Önce etrafı kokladı, sonra kuytu bir köşeye çekilip beni uzaktan süzmeye başladı. Dolaptan bir parça süt aldım. Kaseye koyup yanına bıraktım. Tedirgindi ama çok açtı. Koklayıp diliyle yavaşça yalamaya başladı.
"Önce şu patine bir bakalım küçük arkadaş" dedim dizlerimin üzerine çökerek. Elime temiz bir bez alıp hafifçe yarasının üzerini temizledim. Küçük bir homurtuyla patisini geri çekti ama sonra gözleriyle bana uzun uzun baktı. "Tamam, tamam. Biliyorum, pek hoşuna gitmedi ama iyileşmen için gerekli."
Kasedeki sütü bitirdiğinde, biraz daha rahatlamış görünüyordu. Şimdi sırada en önemli mesele vardı: İsim bulmak.
"Peki, sana ne isim verelim bakalım?" dedim ciddi bir yüz ifadesiyle. "Seni sokakta bulduğuma göre... Kara Şimşek desem?"
Kedi bir süre boş boş yüzüme baktı, sonra yüzünü yana çevirdi. Sanki bir iç çekiş bile duydum.
"Pekala, pekala... Demek Kara Şimşek beğenilmedi. O zaman... Ne dersin, Minik Pati?"
Bu kez kuyruğunu kıpırdatıp hızla arkama geçti. "Tamam, anladım. O da olmadı. Peki ya... Süvari?"
Kedi yavaşça patisini yaladı ve bana şöyle bir baktı, sonra hiç oralı olmadan hemen yanımdaki minderin üzerine yattı.
"Anlaşıldı küçük dostum, seçici birisin. Ama bir noktada anlaşacağız" dedim ona göz kırparak. "Hem, henüz fikrimi söylemedim bile... Sana ‘Gölgem’ desem?"
Bu kez başını kaldırdı, gözlerini kocaman açtı ve bana doğru usulca yaklaşıp patisini elimdeki beze sürdü.
"Pekala Gölgem, sanırım anlaştık!"
O an, belki de uzun zamandır ilk defa yalnız olmadığımı hissettim.
Aslında insanın yalnızlığına alışması, bir sabah çaydanlığın dibinde kalan son yudumunu içmesi gibi biraz. Fark ettirmeden, alıştıra alıştıra. Önce gürültüler azalıyor, sonra sessizlik sana ismini fısıldıyor. Bak, beni nasıl buldu? Hemencik yakaladı ismini; çünkü ben hep suskun kaldım. Belki de bu yüzden sükut bana bahçe oldu, sana da bir siper. Bazen en kalabalık sofralardan bile kalkıp gitmek istedim. Ben neden bu kadar yalnız hissediyorum, ha Gölgem? Belki bir cevabım yok ama çokça bahanem var. Mesela babasız büyümek… Sahi, bir çocuğun hafızasında boş kalan koltuklar hep babalara mı ayrılır? Belki annemin bana sarılışı fazla yumuşaktı, duygusal olarak hep daha sert bir yoğunluk aradım bakışlarınızda. Bir omuz gibi mesela, üstüne başını yaslayınca içinde kırılmayacak bir parça kalmaz sanırsın. Kalmıyor da.
İnsan biraz da anılarında kaybolunca yalnız hissediyor. Kim bilir, belki de zihnimdeki sokaklar çok ıssız, pencereler hep karanlıktır. Hayatın sillesini yemekten ziyade, tokadını beklemekle geçti ömrüm. Sürekli tetikte, karnı aç, gözü tok bir halde.
Belki de insan yalnız doğmaz da, hayat onu azar azar budar. İçindeki cümleleri teker teker susturur. En sonunda, bir tek sen kalırsın içinde. Hem soru soran hem cevabı unutan. İşte öyle bir yerdeyim ben.
Gölgem, karşındaki hiyerarşik konuşmamı sıkılmadan dinlemiş ve bana hak vermişti. O yüzden olsa gerek, minderin üzerinde bir süre yattıktan sonra usulca esnedi. Göz kapakları ağırlaşıyor, nefesi yavaşlıyordu. O an, içimde garip bir huzur hissettim. O, bana sığınmıştı. Ben de ona. Küçük bir varlığın bana güvenmesi, içimde yıllardır biriken boşluğu usulca dolduruyordu.
Elimi yavaşça uzattım, tüylerine dokundum. Bir an için, içimde yılların yorgunluğu dalgalandı. Belki de, en sıcak kucak, bir kedinin kıvrıldığı yerdi.
Gece ağır ağır çökerken, yorgunluğum sonunda beni de teslim aldı. Hafifçe doğrulup üzerimdeki battaniyeyi düzelttim. Gölgem, uykusunun arasında minik bir homurtu çıkardı. Sonra olduğu yerde tekrar kıvrıldı. Onunla birlikte bir süre daha oturduktan sonra, kendimi de yatağa bıraktım.
Rüzgarın dışarıda sertçe estiğini duyuyordum. Soğuk, pencerenin pervazına vuruyordu. Ama bu defa, yalnız değildim.
Gözlerim kapanırken, son bir kez daha baktım ona. Küçük patisiyle kendini daha da içe çekmiş, burnunu kuyruğunun altına gizlemişti. Hafifçe fısıldadım:
"İyi uykular, Gölgem."
Sabah uyandığımda, üzerimde sıcak bir ağırlık hissettim. Gözlerimi açtığımda, Gölgem’in, küçücük bedeniyle koynuma sokulduğunu gördüm. Bir parça huzur, biraz güven ve belki de, ilk defa uzun zamandır hissettiğim bir aidiyet duygusuyla, elimi usulca tüylerinde gezdirdim.
Gölgem mırıldandı, başını hafifçe kaldırıp gözlerini açtı. Yavaşça gerindi, sonra yine bana sokuldu. Sabahın sessizliği içinde, kalp atışlarımın ve onun mırıltısının birbirine karıştığını hissettim. O an anladım ki, bir hayatı kurtarmak, kendi hayatını kurtarmakla eşdeğerdi.
Sabahın ilk ışıkları odanın köşelerini aydınlatırken, Gölgem hala koynuma sokulmuş haldeydi. Küçük bedeni sıcak, nefesi düzenliydi. Gözlerimi ovuşturup usulca yatağımdan doğruldum. Gölgem, bir homurtu çıkarıp mırıldandı ama sonra tekrar olduğu yerde kıvrıldı. “Tamam, tamam, miskinlik şampiyonu. Ama ikimizin de bir şeye ihtiyacı var: kahvaltı ve senin için yeni eşyalar!” dedim.
Dolabın köşesinde duran eski sırt çantamı çıkardım. Gölgem’i nazikçe içine yerleştirdim. İlk başta biraz tedirgin oldu ama sonra yumuşak kumaşa yaslanıp başını dışarı çıkardı. Siyah kürkü çantanın rengine karışıyordu, sadece meraklı küçük gözleri ve burnu görünüyordu.
Sokağa çıktığımızda hafif bir rüzgar esiyordu. Gölgem’in kulakları kıpırdıyor ve çantanın içinden meraklı gözlerle dünyayı izliyordu. Market ve pet shop’un olduğu caddeye doğru yürürken çantadan ara ara küçük bir kafa çıkıyor, sonra hızla geri saklanıyordu.
Pet shop’a girdiğimde görevli gülümseyerek, "Yeni bir arkadaş mı edindiniz?" diye sordu.
Başımı sallayıp çantanın fermuarını biraz daha açtım. Gölgem hemen minik burnunu dışarı çıkardı, sonra geri çekildi.
“Utanma, seni şımartmaya geldik” dedim ona.
Mama reyonuna yöneldim, birkaç farklı mama torbasını elime aldım. “Peki, ne istiyorsun? Tavuk mu, balık mı? Ya da… Şu hindi aromalıyı mı denesek? Belki de gurme bir kedisin ve somonlu olanı seversin?” dedim.
Gölgem sadece gözlerini kırpıştırdı. “Tamam, karar verdim. Somonlu. Lüks yaşamalısın.”
Sonra en önemli kısma geldik: kedi kumu. Rafın önünde durdum. Gölgem de sanki konunun ciddiyetini anlamış gibiydi.
“Bak şimdi, burası çok önemli. Çünkü dostum, sen bir ev kedisisin artık. Ve biz medeni insanlarız… ya da kedileriz. Tuvaletimizi bir köşeye yapıp üstünü örtmek gibi asil bir alışkanlığımız var.”
Gölgem başını yana eğdi. Anlamsız bir ifadeyle bakıyordu yüzüme. “Elbette, bazen kumun dışına da işemek isteyebilirsin. Ama lütfen yapma. Bunu yaparsan ben üzülürüm, sen üzülürsün, en çok da halı üzülür.”
Bir çalışan bana dönüp gülümsedi. “Sanırım kediyle ciddi bir konuşma yapıyorsunuz.”
“Evet,” dedim ciddiyetle. “Bu, ikimizin de rahat bir hayat sürebilmesi için oldukça kritik bir konu.”
Gölgem minik patisini çantanın kenarına koyup esnedi. “Anlaştık mı?” diye sordum. Tabii ki cevap vermedi. Ama esnemek iyiye işarettir diye düşündüm.
Son olarak küçük bir su kabı ve oyuncak seçtim. Kasaya giderken, Gölgem başını çantadan çıkıp etrafı süzdü. Tam kasiyer ürünleri kasadan geçirirken, küçük burnunu çantadan biraz daha çıkardı ve patisini uzattı. Sanki aldıklarımızı kontrol ediyordu.
Kasiyer, olgun bir ses tonuyla, “Yeni patronunuz belli oldu sanırım” dedi.
Derin bir nefes alıp Gölgem’in tüylerine dokundum. “Öyle görünüyor.”
Market alışverişimiz bittiğinde dışarı çıktık. Gölgem yine çantanın içinden başını çıkarmış, etrafı izliyordu. “Evimize gidelim, Gölgem. Artık tam anlamıyla yerleşme vakti.”
Dönüş yolunda bir köpeğin havlamasını duyduğu anda Gölgem bir anda çantanın içine gömüldü. Öyle ki, az önce merakla etrafı izleyen kedi gitmiş, yerini görünmez olmaya çalışan minik bir gölge almıştı.
“Tamam, anladım” dedim gülerek. “Köpekler tehlikeli, kendini saklamak en iyisi. Ama az önce pet shop’ta kasaya hakim bir yönetici gibiydin, ne oldu şimdi?”
Çantanın içinden hafif bir homurtu geldi ama dışarı çıkmaya hiç niyeti yoktu. Yürümeye devam ederken bir köşe başında tombul bir sokak kedisiyle göz göze geldik. Turuncu kedi, tembelce uzanmış güneş banyosu yapıyordu. Gölgem aniden çantanın içinden fırladı ve kısık bir tıslama sesi çıkardı.
“Aa, bak sen! Büyük köpeğe ninja, küçük kediye kabadayı!” dedim kahkaha atarak.
İş hayatında patronuna sessiz, çalışma arkadaşlarına kral kesilen insan modeli gibisin. Yoksa sen de mi onlardan oldun Gölgem. Tombul kedi istifini hiç bozmadı, sadece gözlerini kırpıştırdı. Gölgem ise zafer kazanmışçasına bir süre dik durdu, sonra kendinden emin bir şekilde çantasına geri çekildi.
“Tamam, tamam, imajını korudun. Kimse senin korkusuz bir savaşçı olmadığını anlamayacak” dedim gülerek.
Eve vardığımızda çantayı açtım, Gölgem dikkatlice dışarı çıktı. Önce kuyruğunu düzeltti, sonra yere yayılarak gerindi ve sanki çok önemli bir iş başarmış gibi odanın tam ortasına oturdu.
“Senin bu hallerin, benim hayatıma yeni bir enerji getirdi” dedim iç çekerek. Gölgem sadece gözlerini kırpıştırdı, sonra ağır adımlarla yanıma sokulup kucağıma çıktı. Elimi yavaşça tüylerinde gezdirdim, mırıltısı yükseldikçe yükseldi. Bana kocaman gözlerle bakıyordu. Onun bu hali bana bir şeyleri hatırlatıyordu: evet, artık yalnız değildim. Ama bu beraberlik yalnızlığın başka bir biçimiydi. Daha sessiz, daha içe dönük bir eşlik.
.....
Tebessümle okudum bu güzel hikayeyi. Hayvanlara, doğaya empatı yapan duyarlı insanların varlığıdır, daha güzel bir düyanın var olacağına inancım... Kendi adıma teşekkür ederim.
Saygılar, sevgiler Gölgem'inize ve size, sayın Damar.