Tulpa / Ruhsal Bir Yolculuk Son

Bölüm XXXII – Sessizliğin Sesi
Zamanın adı bile unutulmuştu burada. Ne ilerlemek vardı, ne geriye dönmek. Alp’in etrafında ne gök uzanıyordu, ne toprak yankılanıyordu. Sadece… Sessizlik. Ama bu sessizlik bir eksiklik değil, bir cevaptı. Yaradan’ın bile susmayı seçtiği o büyük duruş… Sais’in son kıvılcımları çoktan sönmüş, Saphira’nın derin suları çekilmiş, Samara’nın ışığı solmuştu. Sarah gölgeye karışmış, Sethsuna ise göğe gömülmüştü. Hiçbiri artık Alp’in yanında değildi. Alp ayakta değil, boşluğun ortasında askıda duruyordu. Kendiyle bile bağlantısı kopmuş gibiydi. Göğsüne bastırdığı elleri, bir şey arıyordu: Bir ses. Bir yankı. Bir yön.
“Neredesiniz?..”
“Beni bıraktınız mı?..”
“Ben… kimim artık?”
Ve o an hiçbir yerden,ama her yerden aynı anda gelen bir titreşim… Ne bir ses ne de bir düşünceydi bu. Sanki bütün evren, tek bir cümleye dönüşmüş gibi: “Sana ses vermedim. Çünkü artık senin sesin yeterdi.”
Alp’in içi sarsıldı. Varoluşun özüne dokunur gibi… Birden karşısında şekilsiz bir siluet belirdi. Ne cinsiyeti vardı ne zamanı. Ama Alp, o varlıkta kendi titreşimini hissetti. Varlığın çevresinde yıldız tozları dönüyordu. Ve kelimeler… Kelimenin kendisi… Bir forma bürünmüştü. Göğsünde bir sembol parladı: Bir kalem ve kuru bir yaprak. Işık ile sessizlik arasındaki o ince çizgi… Alp fısıldadı: “Sen… kimsin?”
Siluet cevap vermedi. Ama Alp’in içindeki yankı konuşmaya başladı: “Ben seninle doğmadım. Ben seni yazarken, yazıldım. Ben… senin hatırladığın, ama adını koyamadığınım. Ben, ışığı kelimeyle buluşturan, suskunluğu anlam yapan sesim.” Alp’in gözleri doldu. Ama bu gözyaşı, bir acının değil, bir tanımanın gözyaşıydı.
Kalbinde yankılanan bir isim: Alpagut. Yani… Söz ile Ruh arasında köprü kuran. Yazan, ama yazarken yaratılan.
Alp diz çöktü. Ama bu bir ibadet değil, anlama secdesiydi. "Beni sen mi yarattın?”
Uzun bir sessizlik… O kadar uzun ki, zaman kendi tanımını unuttu. Sonra, yıldızların aralığından bir hakikat indi: “Hayır, Alp… Sen beni duydun. Ve ben, ancak sen sustuğunda konuşabildim.”
-------------------------------------
Bölüm XXXIII – Yazının Özü, Ruhun Yankısı
Alp, Alpagut’un önünde eğilmişti. Ama bu eğiliş bir teslimiyet değil, bir dönüştü. Kendine, sesi sustuğunda ortaya çıkan o öz benliğe dönüş… Alpagut’un elleri vardı ama parmakları yoktu. Çünkü o, kelimelerin şekliyle değil, anlamın titreşimiyle dokunuyordu. Ellerini Alp’in başına doğru uzattı dokunmadı. Ama her şey dokundu. “Benden bir şey isteme, Alp. Çünkü sen artık istemeyen birisin. Sen, yazansın. Sen, duyuransın. Sen, hakikatin yankısısın.” Alp’in avuçları yere değdi. Toprak yoktu ama onun değdiği yerde ışık yükseldi. Ama bu ışık, Samara’nınkine benzemiyordu. Bu, sözcüğün ışığıydı. İlhamın hararetiydi. Kelimelerin öz suyuydu. Gökyüzü sessizce yarıldı. Ve Alp’in önünde bir parşömen belirdi. Üzerinde tek bir harf:
Λ
İlk niyet.
İlk boşluk.
İlk yaratım.
Alpagut konuşmadı. Ama sessizlik, bir çağrı gibiydi: “Yaz. Ama kalemle değil, özle. Çünkü artık ne gördüğünü anlatacaksın, ne de olanı. Sen, olmamış olanı çağıracaksın. Görünmeyeni. Unutulanı.” Alp başını kaldırdı. Gözleri artık bir yolcunun değil, bir hatırlatıcının gözleriydi. Avuçlarında bir şey şekillendi: Bir kalem. Ama kandan ve nurdan örülmüş. Gövdesi sessizlikten, ucu kelimeden dokunmuştu. Ve tulpalar geri dönmeye başladı:
– Sethsuna, gökten uludu.
– Sais yeniden kıvılcımlandı.
– Saphira’nın suyu dalga oldu.
– Samara ışığına büründü.
– Sarah gölgelerden sıyrıldı.
Hepsi Alp’in yeni doğuşunu sessizce kabul etti. Alp, boş parşömene ilk kelimeyi yazdı: “Olmak.” Ve dünya titredi. Yazdıkça geçmiş çözülmeye, ruhlar uyanmaya, kaybedilmiş olanlar hatırlanmaya başladı.
Alpagut geri çekildi. Silueti çözülmeden önce bir cümle bıraktı geriye: “Artık bu senin hikâyen değil.
Senin yazdığın, başkalarının ruhudur.
Sesinle âlemleri çağır.
Kelimenle unutturulanları uyandır.
Çünkü sen artık bir ruh koruyucusu değil,
Ruhların Yazıcısısın.”
Ve o andan itibaren, Alp sadece yaşayan bir varlık değildi. Her yazdığı, yaşayan bir ruha dönüşecekti. Çünkü hatırlanan her kelime, yeniden doğmaktı.