Yılların Çekmeceli Dolapları




Hiç yapmadığımız anlaşmalardan doğan borçlarımız var. Bu borçlarımızı ödemeye ömrümüz yetmeyecek. Hesabını veremediğimiz günlerimizi, derin bir kuyunun dibine atmak en iyisi. Talihli olanlarımıza bir kuyu yeter. Kuyuların yetmeyeceği, borçlarını çekmeceli dolaplara sığdıramayan ve vicdanında yarasalar uçuşanlar, hangi uzay boşluğuna saklanırlar onu ben de bilmiyorum. Her birimizin bir şeylere güvenmeye ihtiyacı var. Kan içenlerin kadere güvendiklerini görmedim İnsanlara hükmedenler Allah`sızdırlar, o yüzden onlardan kadere güvenmelerini beklemeyin. Onlara, strateji uzmanı olarak saygı duyabilirsiniz. O güçlü elleriyle, size yükseklerden fırlatarak attıkları ıvır zıvır için, teslimiyetle ayaklarına kapanabilirsiniz.
Eski zamanlarda peygamberler ne ise, onlar bugün o, eski peygamberlerden daha büyücüdürler. En göz kamaştırıcı, ikna silahlarıyla göz ucunuzda durmaktadırlar. Her daim gerçekleri görmek ve bilmek istiyorsunuz, onlar bu isteklerinizi biliyorlar. O anlaşmayı size çoktan imzalattılar, işinize hiç yaramayacak binlerce gerçeği bilirken, bu anlaşmayı imzaladığınızı hatırlamamanızı yadırgamıyorum. Size de büyü yaptılar.
Onlara Kızabilirsiniz.
Bu kızgınlığınızın size bir getirisi olmayacağını bilmenizi isterim.
Unutacaksınız.Ne İçin ve niye kızdığınızı bile unutacaksınız. Bu da bir başka büyü. Sizler buna kalleşlik diyebilirsiniz. Elbette, fazlasıyla kalleşçe hem de. Size katılıyorum. Eleştiri hakkınız var, zaten onlar da eleştirilerinizi uysal bir şekilde kabulleniyorlar. Başka bir şey daha var. Eleştirdiğiniz bir büyücü çıkıp konuşuyor. “Kalleşlik diyorsun da, senin yaptığın kalleşlik olmuyor mu? Böyle büyük lafları senin konumundaki biri nasıl edebilir?“ diye tepki verirse ona verecek bir cevap da bulamıyorsun. Anlaşmayı imzaladığını hatırlamıyorsun ama imzaladığını biliyorsun.
Kalleşlik bu, İyi de, adam sana imzalarken söylemiş dürüst olmayacağını, sen de kendi kendine bir kalleşlik yaparak imzalamışsın.
Senin konumundaki birinin dürüstlük istemeye hakkı yok,büyücü haklı.
Bu işleri birlikte yürütmek zorundasın. Sana yardımcı olmayı isterdim ama ben kendi çekmecelerimi boşaltmakla uğraşıyorum.
İkinci bir kuyuya ihtiyacım olursa boku yedim.
Bu büyücülerin kimseyi imzaya zorlamaması da ayrı bir soru, nasıl desem, dayatmacı değiller, biz mi büyülenmeye hazırız acaba? Onları kurtarıcımız olarak mı görüyoruz ya da görmek istiyoruz? Ben de büyülenmemiş olsam, bunları sana sormazdım. Dediğim gibi, benim derdim kendi dolaplarım.
“Kim getirdi bunları başımıza?“ Bu yanıt vermesi güç bir soru. Bu soruna, sana bir soru sorarak cevap vermek istiyorum.
“Ya başarsaydın, böyle bir soru soracakmıydın?“ Strateji uzmanlığı bir meslektir, anlaşmanın altındaki küçük yazıları okumadan imzalamaksa aptallıktır. Aydınlığa çıkmak için çevirdiğin karanlık işlerinin borcunu ödemekle mükellefsin. Ödemeye ömrün yetmeyecek ama kader işte. Sen kadere inanmayı tercih ettin.Büyük bir talihsizlik.Kaderin istikameti yok. Bilmek istemesen de, bu da bir gerçek. Şıppadanak imzaladın, imzaladık. Anlaşmadan doğan borçlarımızı ödeyeceğiz, Birbirimize güvenmeye ihtiyacımız var. Çekmecelerimizi boşalttıktan sonra oturup bir plan yapabiliriz.Bunlardan kurtulmanın planını beraber yapabiliriz. Durumumuz kadere bırakılamayacak kadar kötü, bunu ikimiz de biliyoruz.
Sabahlardan bir sabah, her gün yaşadığın sabahlara benzer bir sabah, bir eline bir kağıt aldın, diğer eline bir damga. Büyücü senden çok önce uyanmıştı o sabah ve işlerini bitirmişti. Şimdi elinde tuttuğun kağıda, güzel ve senin istediğin gibi bir aydınlığı gösteren bir sembol çizmişti. Yapman gereken bir tek işin vardı, elindeki mühürü bu sembolün üstüne basmak. İşin çok kolaydı ve sen bunu şıppadanak yaptın.Büyücünün seni takdir edeceğinden kuşkusuz, sevinçle ve büyük bir gururla, kağıdı katlayıp bir zarfa koydun ve zarfı kutuya attın. Yaşasın aydınlık! Sen ve ben beraber olup, bizi kimin yöneteceğine karar verdik. Ne de olsa özgürüz. Kimseye hesap verecek değiliz. Açlıktan ölmek için doğan da, hazımsızlıktan ölmek için doğan da biziz. Aşırı uçların en aşırı uçlarında olmaya hakkımız var. Arzularımızı dindirecek bir ilacınız yok. Başka bir yolda, başka bir istikamete doğru ilerlemek isteyenlerin yolu açık olsun. Biz, büyücülerimizle beraber burada yaşamaya karar verdik. Çöllerin ortasında inşa ettiğimiz bu muhteşem kulelerde yaşamaktan vazgeçmemizi bizden beklemeyin. Siz, o çok sevdiğiniz doğada, kirli endüstri artıkları, nükleer atıkları ve diğer çöplerin ortasında yaşayabilirsiniz. Biz, bu plastik palmiyeli cennetimizde mutluyuz. Çözmek zorunda olduğumuz bir tek sorunumuz var. Dolan çekmecelerimizi bir an önce boşaltmalıyız. Yılların, on yılların değil, yüzyılların yalanları birikti bu çekmecelerde. Modası geçmiş, görevini tamamlamış ama artık demode olmuş, insanlığa bir getirisi olmayan bu dolaplardan kurtulmamız gerekiyor. Bunları sizin çöplüğünüze dökmeye kararlıyız. Büyük parti başlamadan önce bu temizliği yapmaya mecburuz. Seçilmiş ve saygın davetlilerimiz var. Onların rahatsız olmasını istemiyoruz. Senin ve senin gibilerinin, yeryüzündeki kalıntılarının toz haline gelmesi için gereken zaman kadar zamanımız yok. Her türlü çareye başvurarak, bizim festivalimize karşı komplo düzenlenmemesine çalışacağız. Dolayısıyla, silaha sarılarak, arzularımıza ve isteklerimize karşı çıkabilecek olanları, gözlerinin yaşına bakmadan cezalandıracağız. Bu çılgın, muhteşem ve müthiş eğlenceli festivalimizi engelleme girişimine katılan kişilere ölüm cezası uygulayacağız. İnsanlığa yaşatmak istediğimiz bu güzellikten, insanları mahrum kılmaya çabaladıkları için, onları katiller,haydutlar ve bütün adi suçlular arasına alıp, insanların gözü önünde, sanık sandalyesine oturtacağız. Tanrı`nın ve geleneklerin böyle olmasını istediğinden hiç şüpheniz olmasın.
Dünyadan bahsedeceğim ancak bu öylesine geniş bir konu ki en iyisi ilkin buraya nasıl geldiğimden söz edeyim. Böylece benim anlatmak istediğim şeyleri anlaman nispeten kolaylaşır. Benim şimdiye kadarki gerçek arayışım başka insanların çoğunun - elbette bütün insanların değil - sade ve sıradan insanların bakış açısı gibi olduğunu söyleyebilirim. Gördüğüm kadarıyla bunu yüksek sesle söylemekten, diğer insanlar kadar acizdim. Benim de aralarında olduğum per çok insan dünyayı, adaleti, zenginliği, yoksulluğu, doğayı, geleceği sorgulamakta. Kimse dile getirmemesine rağmen, “Benim yaptıklarım, yaşadıklarım en doğru olandır inancını taşıyor.
Günahlarımın suçlusu ben değilim, hatalara zorlandım. Diğer insanların hepsinde de suç var.“ diye düşünüyor ve yaşamlarını bu tarz sürdürmeye devam ediyor.
Ben de böyle düşünüp, böyle olduğuna inanarak hayatıma devam ediyordum. Şimdi, dünyayı ve insanlığı eleştirmeye mi soyundun diye, içinizden mırıldandığınızı duyuyorum. Benim yaptığımı, kendi beynime, kendi ellerimle çizmiş olduğum sınırları silmeye, kaldırmaya yönelik kişisel bir çaba olarak bakabiliriz. Bence bu çaba yaşayan her insanın sahip olduğu bir hak. “ Senin başka derdin. kalmamış“ veya “ Dünyanın böyle bir yer olduğunu yeni mi farkediyorsun?“ gibi eleştirilerinizi duyuyorum.
Oysaki ben bunları yazarken, tamamıyla kendimce, kendi düşünüp düşlediklerimle karşında olmak istiyorum.Sana dayatmaya çalıştığım kutsal bir şey yok. İnsanların beyinlerine bir kıymık sokmak, onları huzursuz etmek gibi bir uğraş içinde de değilim doğrusu. Hayat benim uzmanlık alanım değil. Anlatacaklarıma, bütün strateji uzmanları, sosyoloklar, tarih bilimcileri, bilim insanları, idealistler, çevreciler ve hatta bütün insanlık karşı olabilir. “Ne yapabilirim? Yazacaklarımı yazmaktan başka çarem yok“ Uçukluğumu kabul gelmenizi beklemiyorum. Belki zamanla katılırsınız, inatla devam edeceğim.
Bunları neden yazıyorum acaba? Bunları yazmamın sebebi çok açık. Yazmak istediğim için yazıyorum. Bunu sende yapabilirsin, herkes kendi beyninin kapılarını açıp açmamakta serbest. Girmek isteyen kim varsa girebilir. Düşünsenize, mahallenizde bir çadır kurulmuş ve giriş bedava. Girmezmisiniz? Çıktıktan sonra, gördüklerinizi beğenmemiş olsanız bile, kaybettiğiniz bir şey yok,“Çadırın ortasında bir deli konuşuyordu, söylediklerinden bir şey anlamadım“ der geçersiniz. “Geçim derdin yok, aç değilsin açıkta değilsin. Söylemesi kolay“ diyorsunuz.
Haklısınız. Refah düzeyi en yüksek olan ülkelerden birinde yaşıyorum.
Almanya`da yaşıyorum ama alman değilim.Amerikan şirketlerinden birisinde çalışıyorum. Hasta olduğumda, iyi doktorlara gidiyorum, iyi hastanelerde tedavi görüyorum, hastalık sigortasına aylık ödediğim ücretten başka bir ek ödeme yapmam gerekmiyor.
Elektiriğim var, suyum var. Kendimi sosyal bir güvence altında görüyorum. Sömürüldüğümü düşünmüyorum.Bir saatlik kazancım, fakir ülkelerdeki insanların aylık kazancına denk düşüyor. Beş veya altı seneye emekli olacağım.Büyük bir ihtimalle, emekli maaşımla kimseye muhtaç olmadan yaşayacağım.
Haftada beş gün, günde sekiz saat çalışarak bütün ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum.
Bu hep böyle olmadı. Yedi yaşlarında bir çocukken, açlıktan ot kemirdiğim, pis derelerden su içtiğim zamanlarda yaşadım. Açlığın, yoksulluğun, sefaletin ne demek olduğunu biliyorum.Elli yedi yıllık yaşamımda çok inişler ve çıkışlar yaşadım, bundan kuşkunuz olmasın. İnsanın yaşadıklarının bir tek şahidi vardır, o das kendisidir. Burada söz konusu benim hayatım değil ama kısaca değinmekte zarar yok, belki bir kaç önyargının oluşmamasına etken olur. Bu yazdıklarımı okurken içinden konuşanlarınızı duyuyorum,“Ben hayatımı yazsam, beynin yanar. Sen hayatı, hayatın gibi mi sanıyorsun?“ diyenler var.
Ne var ki ben burada ne hayatımı ne de hayatı anlatmaya çalışmıyorum. Yazmak denen bir iş yapıyorum. Beynimden geçenleri ifade etmeye çalışıyorum. Bunun ne kadar çetin bir iş olduğunu, ancak buna yeltenmiş olanlar bilir. Burada okuyacakların zeki şeyler değil, bir hayat öğretisi hiç değil. Belki de tamamen bir delilik, olamaz mı? Delirmeye gereksinim duyan bir insana, sen deliremezsin, beynini istediğin gibi açamazsın, kendini sorgulayamazsın diyebilirmiyiz? Bence, benim yaptığım oturup tek başına düşünmek gibi bir şey, bunu hepimiz yapıyoruz. Oturup düşünmemin yanısıra da düşüncelerimi yazıyorum, hepsi bu. Aklımı biraz yerinden oynatarak, bir tür beyin fırtınası yapıyorum. Bu beyin fırtınası denen eylemi de hiç küçümsemenizi tavsiye ederim. Bu zamanda kullandığınız bir sürü araç gereç, böyle beyin fırtınalarının akabinde ortaya çıktı. Benim düşündüklerim olmasa da olur ama onların olmaması için benim olmamam gerekiyor ve ben varım. Aslında, düşündüklerim temelde çok gereksiz bir iş. Ama bildiğiniz gibi kaçınılmaz bir eylem. Açlık ve yokluk gibi sorunlarınız yoksa ve üstelik kendinize harcayacak zamana da sahipseniz, neden olmasın deyip başlıyorsunuz bir yerden düşünmeye.Tek başınıza oturup,“Bu neden böyle, bu neden böyle değil“ diye diye beyninizi yavaştan yavaştan kurcalamaya başlıyorsunuz. Keşfettiğin yeni bir şey yok, bu böyle olmamalı dediğinde kimse alkış tutmuyor.“Bravo sana, çok iyi düşündün“ diyen yok. Düşünmek, çok enerji gerektiren son derece sıkıcı bir iştir, bir de hem düşünüp hem de yazmak tam bir eziyet. İnsan kendi kendine kokuşuyor. Düşünmenin etrafa koku saçtığını bende bilmiyordum. Düşünmeyen insanlara yaklaştığınızda bunu farkediyor ve onların ağzından duyuyorsunuz kokuştuğunuzu, bunu yüzünüze söylüyorlar. „Tecavüzcüler ameliyatla kadın yapılsın. Ömür boyu genelevde çalıştırılsın. Kazançları ile kız çocuklarına burs verilsin“ diyen adam bana kokuştuğumu söylüyor. İster istemez kokuşmayı düşünüyorum, neden kokuştuğumuzu, hangimizin koktuğunu, kokuşmayı düşünemeden aklıma çürüme geliyor. Leş geliyor, ceset geliyor, savaş geliyor, yalnızlık geliyor, terkedilmişlik geliyor, ağlamak geliyor. Düşüncelerimi gözden geçirmem gerekiyor. 

Bunu zaten sürekli yaptığım için, bunları yazdım...

22 Ocak 2022 11-12 dakika 10 öyküsü var.
Beğenenler (8)
Yorumlar (4)
  • 2 yıl önce

    Merhaba Murat arkadaş, selam olsun düşünenlere ve düşündüklerini sizin gibi zorlu bir savaşıma yazma eylemine korkusuzca girenlere. Dostlukla.

  • 2 yıl önce

    Günün tahta düşen yazısını kutlarım. Tebrikler