Yürüyüş

Hava zifiri bir karanlık. Bilincim canlı. Kendime özgü bir hal içindeyim. Koca ovayı sulayan, büyük kanalların birinin, set yolunda yürüyorum. Yanı başımdan akıyor su; sesi kulağımı, serinliği tenimi aynı anda sarmalıyor. Bacaklarım daha bir iştahla adımlıyor yolu; kalbim se, etrafımda olan biten bütün gerçekliğe, daha bir saygılı çarpıyor şimdi. Aynı ritimde gelen kurbağa vıraklama seslerinin arasına şimdi; bir üveyik kuşunun ? sevdiğini kaybetmiş bir kadının ağıt çığlığı gibi- hüzünlü-hüzünlü ötüşü karıştı. Kokusunu bildiğim uzun otların arasında olmalı onun yuvası, diye düşündüm.

Gecenin karanlığında, yanı başından yürüdüğüm tarlaların, kiminde mısır, kiminde soya fasülyesi, kiminde de yerfıstığı büyümekte idi. Çıtır-çıtır boy atma sesleri geliyordu kulağıma.

Epey bir yol yürümüştüm. Karnımın acıktığını hissettim. Ve yolun ortasında durarak, çantamı sırtımdan çıkarıp, ayağımla çakıl taşlarını temizlediğim yere, bağdaş kurup oturdum. İki domates, biraz beyaz peynir çıkardım ekmeğimin yanına; tadını ağzımın her yeri ile ala-ala iştahla yedim hepsini. Gövdemin neşelendiğini hissettim şimdi. Sonra, buraların öz kuşu olan bir turaç gibi başımı uzatıp, sağıma-soluma baktım. Ay arkamdan yeni doğuyordu, ışığı daha vurmamıştı etrafa; bu yüzden, yakınımdaki uzun otlar ve 3-5 km. uzağımdaki birkaç köy ışıklarından başka bir şey göremiyordum. Bir yandan kulağımı, yanımdan akan suyun sesine veriyor, diğer yandan aklımı da, beynimin ve kalbimin içinden gelen, kendine özgü serzenişine veriyordum. Özümdeki ve dışımdaki her şeyle bir bütünlük içinde hissediyordum kendimi; Öyle de olması gerektiği inancımla.

Çantamı sırtıma alıp, yine iştahlı adımlarla yola koyuldum. İnsanın ne muhteşem bir varlık olduğunu düşündüm. Gerçeğe daha çok saygı duyuyordum şimdi. Bütün bu işleyiş eğer, bir mantık temelinde gelişmiyor olmasa idi ve zehirli olsa idi; bitkiler, böcekler, balıklar, kuşlar ve biz, bugün hâla olmaz idik, diye düşündüm.

Gecenin karanlığı; suyun, içinde yaşattığı balıkla teması gibi, resmen sevişiyor gibiydi tenimle. Ya da ben böyle yakın hissediyordum karanlığı kendime. Geceye ay çıkmasaydı, nerdeyse gece, gözbebeklerimi kaplayacaktı. Yok-yok öyle karamsar bir karanlıktan söz etmedim; gece seni seviyorum, yıldızlar sizi de.

25 metre kadar uzunluktaki bir köprüden, suyun öbür yakasını oluşturan setin üzerindeki yola geçtim. Yolun orta yerlerine tünemiş, birkaç tibili kuşu havalandı önümden.

Tibili kuşunun yerel dildeki diğer bir adı da kabacurruk kuşudur. Bu kuş, tibili adını, sanırım çabuk-çabuk ve nazikçe, tin-tin yürüyüşünden almış olsa gerek. Kabacurruk adını ise sanırım, kabarık tüylü oluşundan ve ?'curruk'' der gibi ötüşünden almış olsa gerek. Bu gri kuşun, ulusal ve ya evrensel adı nedir bilmiyorum. Doğrusu ben, bu isimlerini sevdiğim için, genel adını hiç merak etmedim. Bu kuşun diğer kuşlardan farklı özelliği, bence uçuşu. Bu kuş, kendisini korkutan her hangi bir canlının, doğrudan 30 metre kadar yükseğine, tepesine uçar. Ve orada bir helikopter gibi asılı durur. İki serçe büyüklüğündeki bu gri kuşun diğer bir özelliği de; kafasında, tersten takılmış bir şapka görünümü olmasıdır.

Kendine özgü anılarımın, kendine has halleri, düşüncelerimde harman olurken; şimdi, tekrar kulağımda duyduğum, ayağımın altındaki sıkışan çakıl taşlarının, hızlı ritimdeki çıtır-çıtır sesinden, adımlarımın iyice çabuklaşmış olduğunu fark ettim. Bir an duraksayıp, sırtımdaki çantamın omuzlarımdan geçen askılarını, az yerinden oynatıp, tekrarsan yoluma devam ettim.

Kimi zaman şöyle, kimi zaman da böyle geçen hayatımın, anlamlı ve netlik içinde bütünlük taşıdığını düşünürken; şehrin şıklarına doğru yaklaştığımı fark ettim.

Düğümün sorgusu menzili istikametinde ve aynı zamanda da doğanın kendisine doğru yaptığım bu yolculuktan, şimdi tekrardan ben'e doğru geliyordum; şehrin bitmek tükenmek bilmeyen, içi ?'ben'' dolu yaşamına doğru.

Bu yürüyüşümdeki hissettiklerimi, daha sonraki bir günde yazmak amacıyla sesimi kaydettiğim cihazımı, şimdi kapatıyorum.
22.Haziran.09
04: 53

24 Haziran 2009 4-5 dakika 8 öyküsü var.
Yorumlar