Zamanın Çok Ötesinde


..... Saatler durmuştu belki de, ya da ben onları artık duyamıyordum. Tam o sırada, rafların arasından düşmüş, eski bir defter ilişti gözüme. Tozla kaplı kapağındaki solmuş mürekkep lekeleri hala canlıydı. Ölümü daha yeni bulmuş eski bir dosta aitti bu defter.

Feza, zamanla kavgalı bir adamdı. Fizik profesörüydü ama hiçbir formül, onun için saatlerin sessiz çığlıklarını açıklamaya yetmezdi. Bir keresinde şöyle demişti bana:
“Zaman, tek yönlü bir sokak değildir. Bazen geriye doğru akar; bazen de aynı anın içinde kendine paralel bir evren açar. Biz fark etmeden, aynı günün içinde birkaç versiyonumuzla çarpışırız.”

O zamanlar bu sözlere gülerdim. Onun hayal gücüne hayrandım ama gerçekliğe hep daha yakındım. Daha doğrusu kendi gerçekliğime. Oysa şimdi, Gökçe’nin yokluğuyla delinen bu evde, Feza’nın sesi yankılanıyor:
“Zamanı düz bir çizgi sanma, dostum. O bir labirenttir. Her kıvrımda başka bir son, başka bir başlangıç gizlidir.”

Feza, birkaç ay sonra öldü. Resmi açıklama: “Kalp krizi.” Ama ben onun gözlerine bakan biri olarak biliyordum. Kalbi değil, zamanı çatlamıştı onun. Ölmeden önceki son buluşmamızda bana tuhaf bir hikaye anlatmış ve onu yazmamı istemişti. Belki de şimdi zamanı gelmiştir.

Hikayesi, 1980’lerin sonunda İsviçre’de, terk edilmiş bir gözlemevinde başlıyordu. Genç bir akademisyen olarak, zamanın kırılma noktalarını araştırıyordu.

Gözlemevinde geçirdiği gecelerin birinde, zamanın düz gitmediğini görsel olarak kanıtladığını söyledi. Cam tavanlı bir odada, yıldızların bir anlığına geri geri aktığını görmüş. Ardından aynaya bakmış. Kendisinin daha yaşlı, daha tükenmiş bir versiyonunu görmüş. Gözleri boşlukla dolu, alnında çatlak gibi uzanan bir çizgi.

“O an şunu anladım” demişti bana, “Zamanı ölçen biz değiliz. O, bizi kendi içinde ölçüyor.”

Bir bilim adamı olarak sanrılara yer olmadığını bilse de hayal gücü onu belki kendisinin bile bilmediği bir algının tam ortasında bırakmış. Bu sebeple ilaç kullanmaya başladığını söylemişti bir ara.

Nedensiz bir uğultu sardı etrafı. Duvar saatinden gelen sesler tüm algımı o yöne çekiyordu. Sonra birden durdu. Tüm ev, zamanın dışına savrulmuş gibiydi.

Feza, yıllar önce küçük bir akademik burs sayesinde gitmişti İşviçre'ye. Daha sonra, "Profesör" ünvanı aldığında o dağların arasındaki gözlemevine geri dönmüştü. Geceleri masasında otururken, arkadan geçen birinin ayak sesleri, açılıp kapanan kapılar, rüzgar değil, başka bir şeyin içeri süzüldüğünü fısıldardı ona. Bir gece, teleskopla gökyüzüne değil, yerdeki çatlaktan sızan ışığa takıldı gözü. Gözlemevinin bodrumu vardı. Kilitliydi. Anahtar yoktu lakin merakı vardı. Ve merak, çoğu zaman ölümün kılığına girer. İki gün sonra, eski bir kütüphanenin arşivinde anahtarı bulduğunu söyledi bana. Ama sesindeki tereddüt, o anahtarın gerçekten bulunduğuna mı, yoksa verildiğine mi dair bir soru işareti bıraktı içimde.

Bodruma indiği geceyi anlatırken, korku ile karışık o tuhaf duygu bulutunun sis perdesini görebilirdiniz gözlerinde:

“Aşağı indiğimde, orada bir adam vardı” dedi.
“Kaç yaşında olduğunu kestiremiyordum. Belki yirmi, belki yetmiş. Ona baktığımda kendi gençliğimi görüyordum. Ama konuştuğumda, kendi ölümümün sesini duyuyordum sanki. Adı yoktu. Ama bana bir soru sordu: ‘Ne kadar ileri gitmek istersin?’”

Orada zamanı ölçmek için çalışıyordu. Atom saatlerinin, kuartz sistemlerinin doğruluk testi… Her şey bilimdi. Rakamdı.
Ama insanın içinde bazı anlar vardır; mantığın da, fiziğin de, ölçümün de dışında kalır.
Feza’nın kırıldığı an, işte öyle bir andı.

Üç kişilik bir ekibi vardı o zamanlar. Biri teknik sorumlu Helmut, diğeri ise doktora öğrencisi olan genç bir kadın: Lara.
Başta her şey rutindeymiş. Sabah kahveleri, istasyon günlükleri, akşamüstü dağ yürüyüşleri... Ama bir gün, Lara sabaha karşı gözlemevinin arşiv odasında ölü bulundu. Boğazına dolanmış kulaklık kablosuyla. Yanında duran teybin tuşuna basıldığında tek bir cümle yankılandı odada: "Bunu birine anlatırsan, o da susar."

Helmut ifadesinde, Lara’yı son görüşünün önceki gece olduğunu söyledi. Feza susmuştu.
Ama bana yıllar sonra anlattı: "Ben o gece sabaha kadar konuştum onunla. Hayatını, korkularını, birlikte kaçtığı adamı... Ve en sonunda bana şunu dedi: 'Zaman, sadece geçmiyor. İçimizde bir şeyleri parça parça götürüyor. Bazen öyle bir an geliyor ki, yaşadığın hiçbir şeyin sana ait olmadığına inanıyorsun.'”

Feza o an anlamıştı. Lara’nın ölümünde matematiksel bir hata ya da rastgele bir ruhsal çöküntü yoktu.
İnsanın bilemediği, ölçemediği bir şeyi vardı işin içinde.
Lara'nın ölümünden sonra Helmut birkaç hafta daha gözlemevinde kaldı. Her gün daha erken kalkıyor ve daha geç dönüyordu odasına.
Ve sonra, aniden ortadan kayboldu.
Ne bir not, ne bir iz.
Polis, soruşturma açtı elbette. Ama sonuç yok.
Sanki zaman onu da silmişti, Lara gibi.

Feza, olaylardan sonra istifa edip Türkiye’ye döndü. Ama dönerken yanında bir bavul yerine görünmeyen bir yük taşıyordu. Kendini, zamana saplanmış bir suç ortağı gibi hissediyordu. Herkes için saatler akarken, eksiliyordu onun için. İşte o gün Feza’ya dair her şey yerli yerine oturdu. Korkaklığı, uykusuzluğu, her gece aynı saatte tam 03:17’de balkona çıkıp sigarasını tam üç nefeste bitirmesi… Hepsi aynı suçluluğun yankısıydı. Lara’nın ölümünden sonra, zaman onun için bir takvim değil, mahkeme saatine dönüşmüştü. Her yeni gün, cezanın bir saniyesi gibiydi.

Ve sonra…
Feza öldü.

Bozkırda bir kasabada, tek başına yaşadığı evde.

Kalp krizi denildi.
Ama evine giden polis, masanın üzerinde bir ses kaydı buldu.
Ses Lara’ya aitti ve aynı cümle tekrar ediliyordu:
"Bunu birine anlatırsan, o da susar."

Bazen düşünüyorum.
Zaman mı suçlu? Yoksa, zamanın içinde bazı şeyleri görmezden gelerek yaşamayı seçenler mi?
Feza bir zaman ölçümcüsüydü. Ama ölçemediği tek şey, kendi pişmanlığının ne kadar sürdüğü ile ilgiliydi. Ve o pişmanlık, Lara’nın ölümünden bile daha ağırdı.

Belki de zaman, sadece saniyelerden oluşmuyordur. Belki her insan, sevdiğiyle aynı anda var olamadığı için biraz daha eksiliyordur.

Feza, bir zaman gezgini değildi. Ama zamanın içini delip geçen büyük bir yalnızlığı vardı.

Büyük kayıptı.

Ölümünü anlayamayanlar, onun yalnızca bir akademisyen olduğunu sandı.

Ama ben biliyorum.
Feza, bağımlı bir zamanın içinde değil, tüm zamanların dışında öldü.

...

14 Mayıs 2025 6-7 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar