An
Bir serin ova sarmış bu dünyayı,
seher vaktinde metruk, büyülü bir kır.
Doğumun eşiği, ölünün dinlenme salonu.
Bir yüz süzülür karanlığın kıyısından,
gölgesi adımından önce düşer toprağa.
Tâ kuşluk, biri geçer umursamazca
hatırımda kimse yok.
Yalınayak yürürüm sokaklarda,
yalnızlığın gölgesinde çağlayan adımlar.
Bir diğeri durdurur beni gafletle;
tanımadığım bir ah'ın çehresiyle.
Parmak titrer,
Sonra dudak.
sözcüklere dönüşmemiş bir ezgide
Eksik harfler düşer zihnime
Zaman, kime aittir bilmem;
buğulu bir saatte çalkalanır uğultu.
Pek çoğu yakında sâkîdir:
ölümle hayat arasında bekleşen hayâl figürleri.
Çehresi tanıdık, mekân ise meçhûl.
Görür gibi olurum; tanımakla unutuş arasında,
gözüm takılır gerisine, kıvrılan bir sessizlikte.
Bir yarım soluk dokunur yanağıma.
Harâb bağçelerden
cennet artık terkedilmiş bir mekân.
Uyku eşiğinde aynı ayna
Zaman ardında kalmış bir nefes,
dünle yarının tam ortasında sıkışmış “şimdi”.
Sisler arasından nida yükselir: An!
Gölgeye dokunsam
silikleşir anılarda geçmiş.
Buğulu yüzler, tan vakti, zevâlde;
karanlıkta parlayan suretler.
Hangisi hayâl, hangisi ân, seçemem.
Gerçeklik suya çizilen yazı gibi:
az önce buradaydı, şimdi rüzgârla savrulmuş.
Ne kalır geriye
Issız bir ova akşamı,
bu bendeki ömür
yarım kalmış bir cümle gibi,
sürekli ertelenen bir düş.
Düşler an'da barınamazlar, Ertelenince de kederlenirler...
Ama ertelenmezlerse, bizde düş olarak kalamazlar. Yiterler...
Sevgiler olsun kehribar dizelerine, Tülaycığım,
Selamlar, sevgiler çokça.