Antik Fırtına
neden susar bazı şehirler
neden bir kuşun kanadı kırıldığında nehir diğer yana akar
sınırların ötesinde beklerim
hatıralar, ardında binlerce ad koyar tanrılara
akıntı içinde bir mürekkep gibi yazılan kaderime bakarım
ne kadar zorunlu düşlerimiz varmış
ne kadar borçlu doğamız varmış, anladım
su, içinde hazine taşımaz
o, hafızadır
taşıdıkça eğilir bedenim, taştıkça kentler geri gelir, susarım
susmak, aksine, suyun içinde devinen bir sorgulama ritüelidir
neyi unutmalı, neyi hatırlamalıyım
kıyılarım bayrak taşır
isyan, körü körüne birbirine bağlanan inançların adıdır
içimde açılan sömürgeler, kendi dillerini yeni yeni öğrenirken
ölür bir kent, taşan selin içinde kimse görmeden filizlenir
nehir, bilgeliğin antik acılarını taşır
bilgi bir tür yara, yara bir tür haritadır
kazıdıkça parmak uçlarımda eski bir fırtınanın tortusu kalır
ölenler nehre dönüşür sonra
kan damarlarımdan denizlere dökülür
su, üzerini örter karanlık tarihin
acılar dip noktasına ulaştığında tanrılar iyileşir
nice tufanlardan sonra, sular çekilir üzerinden
nehrin üzeri ölülerin gölgelerine bürünür
göğün içinde antik bir fırtına başlar çok sonra
varlık, hiçliğin eşiğinde yeniden görünür
orada, ruhum, edebi yalnızlığıyla
ebedi sonsuzluğa gömülüdür