Biat
onlar ki
doğdukları gün reşit
ömürleri başka ömürlere meze olanlardı
hep ayağı taşa takılan
hep yorgun olanlardı onlar
ki yorgunluk yaşamışlıklarının tek kanıtıydı onların
babalarının alın teriyle abdest almışlardı doğar doğmaz
aynı bağlamanın tıngırtısıydı sanki dördü de
hep aynı tondaydı kahkahaları
ve denizin tuz
ve ahşabın talaş kokusu miski amberdi onlara
hep aynı yaştaydı
hep akrandı dördü
ne zaman doğmuşlarsa doğsunlar
kustukları kan kadardı yaşları
sıdkından sıyrılmış amaçsızlığı vardı yazgılarının
ve
hiç ellerini tutmayan yazgı mahkumlarıydı her biri
boyunlarındaki muska olmasa vay hallerineydi
ondan bilirlerdi
talihlerinin sunduğu
işi gücü
ekmeği ve şarabı
genelev sokağının genel geçer yolcusuydu çoğu
ve kapısından girince
muskayı boyundan çıkartıp cebe koyanlardı hepsi
akşam suları
usta paydos edip
sular durulunca kayıkhanede
açılır
elden ele dolaşırdı şarap şişeleri
mantara bağlanmıştı ya bir kere hayatları
gayrı
kâh oltadaki
kâh şişedeki mantara biat ederlerdi de
ne küresel ısınma
ne globalkrizm politikaları
ne Kyoto protokolü
ne İstanbul sözleşmesi değildi umurlarında
o saaten bu saate
yani dünya kuruldu kurulalı
ne değişti ki yaşanmış onca hayatta
çok da tındı yani
çok da tın
yeter ki şarap yumuşatsındı yaralarının kabuğunu
onların bu daracık
onların bu sıkışık dünyalarında
filozoflar halt etmişti hayat görüşü bağlamında
bu dertler onların değildi sadece çünkü
evirip çevirip başa saranlarındı esas
esas dünya nimetlerini har vurup harman savuranların
dünya rezervlerini
kendi rezervuarlarından helaya akıtanlarındı bu dert
çünkü dünya biterse
dördü gibi avucunu yalardı onlar da
çok iyi biliyorlardı bunu
sırf bu yüzden çok da tındı
düşmezdi dillerinden bu yüzden
ben değilim tek sebebi
anamdan babamdan yadigârdır hepsi teranesi
hayat bir yılan hikâyesiydi onlar için de
bilmiyorlardı ouroborosu
başka hayatları yer hayat
kendini yenilemek için sırf
ve hepimiz yemdik birer birer yenilen
çok acıdı canları da
buz kesen yaralar acımaz der
delikanlılığa konduramazlardı ağlamayı
buydu racon onların aleminde
bunu bilir bunu derlerdi
tek hayalleri vardı
sular durulunca kayıkhanede
akşam sularında açmaktı şarabı
bir de yaşanmamış
yaşanma ihtimali olmayan
ve fakat
içlerinde gizli saklı yaşanan
aşk maceralarının gerçekleşme olasılıkları
düşündükçe gizli saklı titrerdi kalpleri
gizli saklı titredi kalpleri de
ele vermezdi hiçbiri hayallerini
çünkü
yoktu oraların kitabında hayallere meyletmek
ne çok kan ağladılar gizli saklı
ne çok kan kustular içten içe de
ele vermediler hiç kendilerini
ki içtikçe şarapları
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
söylerlerdi avaz avaz da
başkalarının isyanlarıyla oyalanırlardı
hep mapusluktu hayatları aslında da
ne kurşunları vardı ata ata
ne yolları vardı gide gide bitecek
ara sıra gittikleri cuma namazını
muskayı cebe koyup ayda yılda bir genel eve uğramalarını
bazı günler kahvede pişpirik oynamalarını
Ve fırın bakkal tekel bayii yolunu saymazsak
ev
kayıkhane
kayıkhane
evdi güzergahları
bir askerlik ayırdı onları ayrı ayrı
ki gittikleri yer
doğdukları yerden başka tek gördükleri memleketti
bir de beşincileri vardı Hasan
gidip de göğsünde namert bir delikle dönen
dönüp de dostluğu param parça eden
bu yüzden de
fark etmezdi onlar için çok şey yaşamak
çok uzun yaşamak
yaşamak ki hep hayatın kazandığı
yaşamak ki hep ölüm kalım savaşıydı sadece
tıpkı Hasan gibi onlar da kaybedecekti sonuçta
taa en baştan pes ettikleri savaşı
bu yüzden de şarapla kısaltırlardı miadlarını
neticede
böyle gelmiş
böyle gitmişti hayat bir kere
neticede
anadan babadan yadigardı sefalet
ama mutluydu yine de her biri
ayak diremek yerine
ayak uyduruyorlardı dertlerinin ezgisine
bilmiyorlardı ki
hayat denilen
başkasına sunulanın
herkese sunulduğuydu