Dilsiz Ninniler
Uykunun sarkacında asılı bir zemheri vakitsin sen,
gölgesi kırılmış saatlerin
rüyalarından süzülen
bir sancı parçası.
Gözbebeklerinden geçerken,
çoktan susmuş bir çocuğun
dilsiz ninnisinde işleniyorum.
Sessizlik
demlenmiş kan gibi yayılıyor duvarlara.
Unutulmuş bir abece'nin harfinde
ellerim hâlâ göğe asılı,
senin hiç öğrenemediğin
bir terk edilişe
merhametle eğilen,
yıkık zaman kıvrımlarım var.
Seni
kırk sabahın aynı hayaliyle
titreşen bir devrane gibi bekledim.
Yoktun.
Yalnızlık,
çürümüş bir kapının ardından
sarkıyor
bir harfin boğazında kırılmış hece,
bir tebessümün tozu konar
bir anının solgun kabuğu.
Her adım
çerçevesiz bir kapı şimdi,
ve her kapının ardı,
gözlerinde kıvılcımsız bir gece.
Bir gölgeyi başka bir gölgeyle
ısındırmak istedim,
olmadı.
Zaman eğildi,
sözler büküldü,
kapanmayan her yara
kendi sesinde hışırtılandı.
Ey rüya,
sen misin uykunun çölünde unutulmuş bir alev
Ey sevgi,
sen misin hâlâ kanarken
kabuk tutan bir dua gibi
içime sinen
Ben seni yazdım,
sırtında harf izi kalmamış bir kâğıda.
Görülmemiş alfabelerle öptüm seni,
bir ömrün derininden geçerek
ve adını hiç anmadan.
Çünkü bazı sevgiler
ancak susarak
ve her şey olurken bile
hiç olmamış gibi yaşayarak
hevsel bir ahire doğru derinleşir ruhunda.
Derinlerde sevgi bağları olan bir şiirdi. Bütün çürükleri, yanlışlıkları yok etti finaldeki sevgi bağı. İçinde kendimi buldum. Yüreğine, kalemine sağlık sevgili Tülay.🥰