Eşik Âyini
Karanlığın içinde özün, taşlar gibi dizilir.
Rüzgârın esintisinde ise mağlup kelimelerin…
Adını söyleme, kim olduğunu unut!
Issız bu yurt, sesidir kimsesizliğin.
İlk ateş yanar—kıvılcımı; “unutuluş”.
Yükselen dumanında çağrı, ruhun eskimişliği…
Gelir ve atılır ateşe,
Kömür gibi kara, zifir gibi keskin.
Yüreğin bu zelzelesinde, sarsıntılar gergin.
Önce kayıpların garip çığlıkları yükselir.
Sonra badireler çarşaf gibi serilir…
Geçtiğin her yol, ödediğin her bedel.
Harlanmış o kavgalarda yellenir.
Hâllenir, dertlenir, dellenir.
Eşik açılır—girilir, adımlar yankılanmaz.
Ve olanlar—bitenler, artık acıtmaz.
Kızgın közlerin üzerinde yürümek gibidir.
Taşlar mühürlü, gölgeler kıpırdamıyor.
Öyle adını sorsalar, unutmuş gibi,
Öyle sınırlarının ötesinde, bir ritüel sanki!
Cisim sarsılır, zaman bükülür.
Çağlaması duyulur yerinde akanın,
Tereddüt bile etmeden yanına koşanın.
Gece sonu her vardığında sabah gibi olması.
Evvelden basılmış mührün parçalanmasıdır.
Gözler karanlığa alışır, gördükleriyle aydınlanıp.
Eşiğin dili keskin, yüklemi kırılgan.
Özneler de küser, kayıp zamirlere alınıp.
Yakınlaştıkça içsel o özgürlük benliğine,
Dolaşımda ki kansız ağırlığını bırakıverir.
Havsala genişler, pişmanlıklar silinir.
Olasılıksızlığın yerçekimi, kuvvetini yitirir.
Artık geriye bakılmaz,
Zaman eskisi gibi akmaz.
Süzülecek dingin, ötesinde eşiğin,
Sanki bir çift kanat takmışçasına.