Güneşlerin ve Suların Çiçekleri
Türk'tük Kürt'tük
Aleviydik Sünniydik
Tohumduk daha her birimiz bir çeşit
Saksıda ayrı olurduk pencere kenarında
Bağırlarından salmıştı bizi ailemiz tene tane
Duvarların alnından hep düşerdi cemreler
Önce çakır gözlü paşa
Sonra kurtuluş çığlığı
Sonra gençliğe haykırış
İçeri ziliyle filizlenirdik
Asil kan et ve kemik olurduk
Sıralarda goncalarımız patlardı
Bizim güneşlerimiz kravatlıydı
Cümle kurmayı öğretmek için ışıklar sancılanırdı
Bizim ırmaklarımız uzun saçlıydı
Edebiyatı hayayı kardeşliği
Milli birliği öğretmek için şırıldardı
Sevgiyle eş olan
Güneşin sıcaklığı
Suyun derinliği
Hayatın ikiz gerçekliği
Aşındırırdı sınıfın kapısını
Ruhumuza sinerdi ateş ve berraklığın ruhu
Bir mucize olurdu
Fotosentezi hatırlardı tahta sıraların ilikleri
Aslına dönüp yeşerirdi
Gök çağırırdı ama
Kuşlar çamların dallarına ilişirdi
Büyümüştük artık sığamazdık sınıflara
Dağlara tırmanırdık
Kimimiz yamaçta gelincik
Kimimiz zirvede kardelen
Ülkemizin ovalarında lale nergis sıklamen
Güneşler ve sular tenlerini okşamak için
Hala çiçeklere koşuyorlar
Arkalarında gümüşten ayak izi
Çiçekleri ve onları ısıtıp, sulayıp büyüten öğretmenlerimizi ve emek verip bu mısraları döken yüreğinizi tebrik ediyorum. Özellikle final çok güzeldi Kazım bey.
Nazım'ın dediği gibi ; Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim..
ve öğretmenlerimiz öğretenlerimiz başımız tacı kutlu olsun günleri
Teşekkürler Sayın Gök