Haziran Rötarı

soğuk vurmuş en bahar yanlarına sol tarafımın,
izbe yerlerde saklanan yalnızlığımı dölleyen güneş,
alıştık sana, âlâ! bu kış hepimize yeter,
yarım kalmış bir konyak şişesinde ısıtırım
yapraklarını ilkbaharda dökmüş bu körpeliği...
dururum, ne de olsa bir sanattı durmak
fikren ya da fiilen en ücra yerlerinde,
bir darbeye sessiz kalmak...
beklerim, ne de olsa işimdir benim
bir tren garında gelmeyen saatini
yelkovanın sana dokunduğu an...
bu sanatı hiçbir sevda duymaz
sessiz bir çığlıktır bu bir martıdan arda kalan
işitmekse başka,
çünkü bazı sessizlikler hiçbir saate sığmaz
zaman değil saattir bir istasyonu özel kılan,
ne de olsa zamanında değil, tam saatinde kalkar
en acı mutluluklar, umutlar–umutsuzluklar
parkında adını unutmuş bir şarap şişesi
yıllanmış, tutmuş zamanı
bir salıncaktan bir tabuta kadar.
ve biz hep ortasında sallanmışız
ne çocuk kalabilmişiz tam,
ne de adam olabilmişiz düzgün.
gece iner ve kaplar haziran esintisi
bu yarım kalmışlığı imgeleyen vagonları
üstü örtülmeden üşür geçmişin kırıntısı.
bir anı geçer aklımdan
teyemmümle aldığım bir vedada,
hep tanıdık gelir makinistin yalnızlığı.
şimdi her tren düdüğü,
bir ihtimal daha gitmediğin bir şehirden
dönmeyecek olmanın telaffuzudur.
bir ihtimal daha...
gözlerinde kalmış kar tanelerini
sana getirecek yol yok artık.
ne Kaf dağı kurtarır bu eksikliği
ne de tam saatinde kalkan mavi tren
değişsin dersin artık bu düzen
bu sevişmeden sevmeye çalışma talimi
zira kimse alnının ortasından vurmaz artık
herkes biraz kenarından sever
bir yastığa kırk gece niyetine
bir ihtimal uyumak için girer
kibrit kutusu kadar bir umut taşır cebinde
yanarsa iyi, yanmazsa zaten
kimse sormaz neden hâlâ buradasın diye
herkes geçip gider
ve evet,
trenler geri döner dönmesine
ama ne makinist aynıdır
ne de içindeki yolcular
aynı raylarda geçse de yol,
hiçbir durak eskisi gibi beklemez seni
çünkü zaman değiştirir treni de,
yolcuyu da, bekleyeni de
ve ayrılıklar
tam saatinde kalkar yine
ama, hiçbir zaman varamazlar geri.