Hiçlik Yankıları 2
Hiçlik yankılarından arda kalan sessizlikte
Gölgeler kendi gölgelerini kemiriyor artık
Yorulmuş bir karanlıkta,
Suskunluğun küflenmiş duvarları
zamanın iskeletinde sallanıyor.
Ben,
Kendi gölgemin bile terk ettiği
Bir boşluğun eşiğinde sallanıyorum.
Küllerimin içinde
Adı silinmiş bir mezar taşı arıyorum.
Zaman, pas tutmuş zincirleriyle
Bileklerime dolanıyor.
Her saniye, küflenmiş bir bıçak gibi
ruhuma işliyor.
Bedenim yok
Sadece,un ufak olmuş bir sessizliğin
Toz zerresiyim.
Rüzgâr bile beni taşımıyor artık,
Çünkü rüzgâr da ölü.
Ne gökyüzü kaldı üstümde,
Ne yerin sertliği altımda.
Anlar, çürük köprüler gibi kırılıyor;
Adımlarım yere basmadan yok oluyor.
Kelimelerim,
Yarıda bırakılmış dualar gibi
Havada asılı kalıyor.
Ne bir ağız buluyorlar,
Ne de bir kulak.
Onlar, kendi gölgelerinde çürüyen
Sahipsiz harfler artık.
İçimdeki rüzgâr bile öksüz
Esiyor ama yönsüz
Üfledikçe dağılıyor,
Dağıldıkça kendini yok ediyor.
Gökyüzüm, çatlamış bir cam parçası
Her bakışımda gözlerimi kesiyor.
Yollarım, kendini yutan yollar.
Her adımım çürüyen bir yaprak gibi
Yerle temas etmeden düşüyor.
Artık kelimelerim yok.
Dilimin küllerinden hiçbir ses doğmuyor.
Yalnızca içime çökmüş bir yokluğun uğultusu var.
Ve ben,
Ben bile değilim artık.
Kendi ismimin gölgesini yitirmiş,
Yüzümü yokluğa gömmüşüm.
Bir aynanın kırık parçaları bile değilim.
Şimdi,
Hiçliğin bile unuttuğu bir noktada
Kendime soruyorum:
Var mıyım?
Yok muyum?
Yoksa
Çoktan yokluğun da ötesine mi sürüldüm?
Cevap yok.
Çünkü beni tarif edecek bir yokluk bile yok.
Ben, adı silinen
Hiçliğin içinde kaybolan
Kendine bile yabancı.
Yokluğun en sessiz yankısıyım.