İsimsiz
Gölgem geçiyor
kıyısız bir anıdan
sessizliğin yırtığından
sarkan yıpranmış bir tül gibi,
rüzgâra bırakılmış
unutkan bir çocuk.
Yıldızlar susmuş,
geceyi yönlendiren puslu bakış
çoktan kaybolmuş.
Zaman…
çatlamış bir testinin ağzında
sesi unutulmuş bir su damlası gibi
öylece duruyor.
Bir serap eğiliyor gövdesine;
gerçek,
bozkırda yalnız bir aynaya dönüşüyor
ve kendi yüzünü tanımıyor artık.
Bir adres arıyor içim,
ama pusula bile isimsiz şimdi.
Terk edilmiş bir inancın
duvarlarında
kireç gibi kabarıyor eski acılar.
Kökler,
topraktan çok
yağmuru hatırlıyor.
göğe dokunmayı unutan
dallar konuşuyor artık.
Her yaprak
kendi gövdesinden
özür dileyen bir susuş.
Ve ben,
kâğıtsız bir mektubu
ezberlemiş bir derviş.
Hiçbir harfe dokunmadan
bir rüzgârla konuşuyorum.
Tenimde
kurumuş bir nehrin çatlağı.
Dilimde
hiç hecesi olmayan bir dua.
Sen geliyorsun
gözlerimden içeri
çıplak ayaklarla,
hiç doğmamış bir zamandan yürüyerek.
Adını bilmeden seni bilmek
bir duvara kazınmış
yokluk gibi.
Sesin,
kendi yankısına tutulmuş
ince bir telin
son çırpınışı.
Ay
gümüşsüz,
bir göğün yorgun alnında
asılı kalan ter damlası.
Sular bedenimize akmıyor artık
yalnızca derinliğin
boğuk soluğu
kalıyor geriye.
Ve bu bir son değilse eğer,
başlangıç
kanayan bir ırmağın
titreyen ilk damlasıdır.
Bir bakışta
donmuş bir geceyi kırmak isteyen
ateş
adı konmamış,
tükenmeyen bir bekleyişin
çırılçıplak gölgesi.