Kırık Zaman Defteri
bu sabah uyandığım şeyin adı:
varoluşun loş koridoru.
ve şehre doğru açılan bir pencereden
ölmenin ötesinde bir yere düştüm,
adı: karbon sessizliği.
tenimde
kül renginde yelkovan izleri.
dilimin ucunda unutulmuş
kırık bir kelime: adın ve sonrası.
güneşe en uzak mesafedir
insanın kendine en uzak hali.
bütün aynalar paslandı bu şehirde,
kendi suretime bakmayı
bir çeşit işkence ayini belledim
ve kırık zaman defterinde
alnımdan düşen şiirlerin bir nüshasını
intihara sürükledim.
sol yanımda dağılmış
eriyik bir portre;
bana benziyor, ama değil
yabancı bir cisim sadece...
gövdemde geceye çivilenmiş
geçmiş yıllar,
hiçbir şey teselli etmez
uçurumun tam kenarında
adı unutulmuş bir şehir gibi kalmayı.
bir yer var: gölgelerin distopyası,
orada insanlar yaşar gibi yapıyor
bense suskunum.
ayak bileklerime kadar düş kırığı
omuzlarımda
yedi karanfil lekesi
ve içimde
boşluğun tekdüze nabzı,
ritminde varoluşun çıldırtan şarkısı.
sen diyorsun ki
“yine mi gece?”
evet,
ama bu gece bütün siyahıyla
içimin melankolik rahminde büyüyor.
şimdi gözlerimi kapatsam
rüyamda bile var olmayacağım.
kendimi
adını bilmediğim bir tanrıya
dileği unutulmuş mum gibi bırakıyorum,
bu yüzü gölgelerde şekillenen
paslı evrenin zamansız galaksisinde
soğuk kaderin
üstümüze yapışıp kalan lekesiyle,
hiç kimse olmaya biraz daha yakınım.
sen diyorsun ki
“her şey geçer.”
unutmayı
eski bir küreyi
döndürmeye benzeten sesinle.
"geçmiş, geçmez" diyorum ben de
çünkü bazı insanlar
sadece boş koltuklar bırakır ardında
ve şehirler;
adını bilmediğim bir şarkıya dönüşür geceleri.
kendime en uzak halimle
sana en yakın hayalimi karalıyorum
kırık zaman defterinde.
bir gökyüzü bulsam
adını oraya yazarım,
uçurumun tam kenarına.