Koza Mental
I.
Buz tutmuş bir monüman gibi kıyamdadır yalnızlık
ruhumun hayretfeşan panteonlarında
Rubicon’u geçerken suskun bir askerin endamında
ve gözlerimde çatlamış bir vitrayın şavkında
Vizajeme monadlardan sualler yağıyor her yandan
ben, Enlil’den kader yapraklarını çalan Anzu
sefaletimi sürüklediğim sokaklarda yığılıp kalan
Çehremde şiiriyet kaybolmasın diye
küçük umutsuzluk balesini oynayan
Rusalkaların ölümcül şarkılarına dilbeste
Şiva’nın alnındaki üçüncü gözü
erdemlerini halkın yüzüne kusan,
“hayatımız neye yarar?” diye soran Leopardi
bir ölümün kasvetli odasında buhurdan.
Ben miyim Sezuan’ın erdemli orospusu ve Tanrıların umudu,
dekadans aynasında fandango yapan,
Abreklerin haşyetli yeminini -
ve Amaterasu’nun şavkını imperuma taşıyan?
bir lahit kadar soğuk yalnızlık,
tenime çakılmış eski bir devrim ,
her gece, omuz başımda uyuyan bir cellattır artık.
Görüşüm bulandı her şey flu
gözlerimde çöktü asude nebulalar
şimdi nazarlarımda muazzeb uzlet yağmurları var
II.
Elokan bir viyolün arşesinde gerildim gecenin medyanında
kaburgama gömülü bir harita çizdim, ulaşılmaz sırgölge kıyılara
hançeremde paslı bir kadans; bitmeyen bir finale asılı
Hendel füglerince içimde yankılanan sermedî boşluklara
Dizlerimde donmuş bir eleji kıvrıldı
meşum ve maktul bir Endülüs gecesinde
Lorca’nın gömüldüğü velûd toprağın hüznünde
sfumato lekesi gibi aheste silindi bedenimden
gölgesine gömülü bir epigram gibi sustu
Metafizik bir boşluğun içbükey yankısında
aksımı ve yansımı kanatları kesik bir ikindide gömdüm
fecrin sadık ziyalarına hançerlenen karanlıkta
ve Fuko sarkacında asılı bedenimin salınışında
yalpaladım senelerce kör ve sağır bir ergastulada
gözyaşı olup süzüldüm Grünewald’in gotik rahibesinden
nağme olup döküldüm Lindberg’in süblim nefesinden
sonunda sır olup kanatlandım Tanrının tuvalinden
kan kusan bir viyolanın sustuğu anda,
yeni doğmuş bir kehanetin ipiyle boynum sıkıldı.
her gece cellatlar başında nöbet,
ve arsız haritalar gibi yırtılmış umutlar:
nerede başlasa, orada kan döker yollar.
III.
Ölüm bu, o harap sonatın partisyonunda paslı bir boşluk;
Karanlık ve çatlamış kadim fresklerde
ve librettosu meçhul operetlerde donmuş bir soluk,
bayraklar perdede solan spektrenin ağıdını fısıldar
yaşam gecesinin şafağında fortissimo gibi çığlıklar
atonal pasajın tritonlarıyla boyanır müphem sabahlar
Ölüm bu,
Kapanmamış bir yaranın geceye fısıldadığı veda,
düşen bir yaprağın titreşen gölgesinde çözülen varlık,
ve içe dönmüş bir ruhun sessiz çığlığına karışan karanlık.
IV.
Yağmur yerine iplerle doğdu bu şehir —
mezar taşları takvim niyetine geçiyor avuçlarımdan;
gökyüzü devrik bir mahkeme kâtibi,
nâkıs kimlik kayıtları sırıtarak geçiyor naaşımdan.
anneler doğurmadı bizi:
duvar sıvalarından dökülen çürük tuğlalar arasında
bir kurban yazısıydı varlığımız —
simülakrumun kurşun askeri, alnımıza mühür vurdu.
adalet caddenin ortasında ezilmiş bir serçeydi,
ve tanrı, terk edilmiş bir sahaf rafında
V.
Şebreng dudaklarımı bir ayet gibi kapadım —
tanrısız bir gecede,
göğsüne çökmüş bir harfin yankısıydım.
ey karanlığın diz çöktürdüğü arzulu ten,
seni göğsümdeki çarmıhta çürüyen yalnızlık gibi sardım
parmak uçlarımda Elizyum sanrısıyla ezilen kasların,
her sevişme, kemiklerime çakılı kefenin provası.
sırtıma saplanan her dua, bir çarmıhın yankısı.
helecanlı ve ihtizazlı tenin,
göğe yazılmış bir günahın mürekkebi;
ben dudak arası ölüm duasında yutkunan isyan.
ferden ferdâ çürüdü sevişmelerimizde mezar taşları
ve biz,
iki kefen arasında sıkışmış bir isyanın ürpertileri,
tenin dudağımda kırılırken,
inanç dilendi bütün dudak kıvrımları.
VI.
Yıllar delüzyonlu bir Bruegel tablosunda köhnedi gitti
sürgün bir Soljenitsin gibi gözledim ufuklarda yitik Tanrıyı
her mısramda bir Panürj deverândı feleklerde
sonra omphalos gibi sîne-i arzda durdu.
her gün mükedder gölgemi astım Lucretius’un gecesine
bir ömür Calvino’nun görünmez kentlerinde kayboldu
ve şimdi —
ne tenin sermest ürperişleri,
ne ateşîn dudaklarındaki günah,
ne kasların titremesi,
ne şehvetin yankısı kalmakta.
zira tanrı,
bütün sevişmelerin ve sancıların ötesinde
bir suskun yıldız gibi parladı avuçlarımın boşluğunda.
bir tebessümle kapadım gözlerimi ölüme —
o artık bir cellat değil,
sevişmelerin terlettiği mezar taşında bir çiçekti.
ve tanrı, dudağımdaki son titreyişte
bütün şehvetlerin ve ıstırapların üstünde
ferdâne bir sükût gibi indi üzerime.