Mutsuz/luk
Mutsuzluk… paslanmış bir müzik kutusu belki de,
kapağını her açışımda içimden bir çocuk düşüyor içine.
Şehir, kırık notalarda ağlıyor —
her sokak bir ağıt,
her lamba bir nabız gibi atıyor uzaktan bakınca.
Bir kaldırım kenarında üşüyen düşüncelerim var,
kimse üzerlerine bir cümle bile örtmüyor.
Kelimelerim üşüyor,
sessizlik kadar çıplak kaldığından belki de.
İnsanın hayalleri akar mı gözlerinden,
yoksa gözyaşları mı hayali boğar önce?
Zamanın bile nefesi kesiliyor bazen,
suskunluğumun sesini duyar gibi oluyorum.
Titriyor ellerim —
bu anılar bana ait değil;
bir yabancının cebinden çalınmış,
ama hâlâ üzerinde parmak izlerim.
Uzun zaman sonra —
ilk defa —
bomboş kafamın içi,
düşünmek seni — bir yangını dinlemek kadar zor.
Her geçen yüz,
başka bir yenilgi.
Her göz,
içimde yankılanan bir “neden?”
Yolda yürüyen yabancılar gibiyim ben de;
her adım, kendime biraz daha uzak.
Kimse kimsenin aynasına bakmıyor
Hep bir eksik var —
bir gölge, bir ben, bir hiç.
Birisi gülümsüyor,
diğeri ağlıyor,
ve ben…
ikisinin arasından bakıyorum dünyaya.
Şehir büyüdükçe küçülüyorum,
bir sokağın ucunda unutulmuşum kim bilir?
Adım bile yankısını kaybetti artık.
Belki hiç çıkmadın evinden,
belki ben hep yoldayım.
Belki yol dediğimiz, içimize doğru çöken bir labirent.
Mutsuzluk —
fısıldıyor o müzik kutusu,
boğazıma kadar dolan sessizlikle:
“Ben hâlâ çalıyorum.”
Kapatamıyorum.
Kapatamıyoruz.