Ruhumda Sızı
Bazen bir sessizlik iner içime,
anlatamadığım, tarifi olmayan bir ağırlıkla…
Ne ağlayabiliyorum tam anlamıyla, ne de gülebiliyorum içten bir kahkahayla.
Sanki ruhumun bir yerinde ince bir sızı var —
ne geçiyor, ne de alışıyorum ona.
Her gün biraz daha derine işliyor,
her nefeste kendini hatırlatıyor.
Ruhumdaki bu sızı, bir kaybın değil yalnızca…
Bir kırgınlığın, bir yarım kalmışlığın,
Bir “keşke”nin yankısı belki de.
Bazen geçmişin bir köşesinden sızıyor,
Bazen bugünün ortasında aniden beliriyor.
Bir ses, bir yüz, bir şarkı, bir rüzgâr…
her şey sebep olabiliyor yeniden kanamasına.
İnsan bazen bir acıya alıştığını sanıyor ama, Aslında sadece sessizleşiyor.
Ben de öyle oldum galiba;
sustum, kabullendim,
ama içim hiçbir zaman tam iyileşmedi.
Ruhumdaki bu sızı, bana hatırlatıyor:
Her şey geçiyor evet,
ama bazı şeyler iz bırakarak geçiyor.
O izler silinmiyor,
sadece görünmez oluyor zamanla.
Bir yanım hâlâ umut etmek istiyor;
Bir gün biri gelir de bu sızıyı unutturur diye.
Ama diğer yanım biliyor,
bazı sızılar unutulmak için değil,
insanı olgunlaştırmak için var.
Belki de o yüzden, ne kadar kaçarsam kaçayım, hep aynı yere dönüyorum: kendime.
Ruhumdaki sızıyla yaşamayı öğrendim artık.
Bazen onunla konuşuyorum,
bazen onu dinliyorum.
O sızı bana, yaşadığımı hatırlatıyor;
hâlâ hissedebildiğimi,
hâlâ kalbimin atabildiğini…
Kırılmış, ama hâlâ atan bir kalple yürümek…
işte asıl cesaret bu.
Biliyorum,
bir gün bu sızı bile şefkatle anılacak.
Çünkü beni ben yapan şey,
acılarım kadar dayanıklılığım da oldu.
Ruhumda bir sızı var evet…
Ama artık biliyorum,
Bu sızı da benim bir parçam.
Belki acıtıyor hâlâ, ama aynı zamanda yaşadığımı da fısıldıyor bana —
her nefeste, her susuşta, her gecede…

