Sessiz Zafer
Kırgınlık bir kuyu değil,
bir merdivenmiş meğer;
her basamak,
düşerken çıkılan.
Sen geçtin,
rüzgâr gibi,
ben kaldım,
ateş gibi.
Üşüyen ellerimle
kendi göğsümü ısıttım.
Umursamazlığın,
camdan bir duvar;
arkasında duruyorsun,
gözlerin başka şehirlerde.
Ben ise o duvarı
yüreğimle dövüyorum,
parmaklarım kanıyor,
ama sesim
hâlâ senin adını taşıyor.
Bir gün,
diyorsun ya içten içe,
“o da unutur.”
Unutmuyorum;
sadece acıyı
isimlendirmeyi bıraktım.
Artık ona “sen” demiyorum,
“ben” diyorum.
Küllerimden doğuyorum,
evet,
ama bu kez
kanatlarım yok.
Ayaklarım var.
Toprağa basıyorum,
ve her adımda
senin yokluğunun
izini siliyorum.
Yarın,
güneş doğduğunda
ben hâlâ burada olacağım;
ne seni bekliyor,
ne seni affetmiş,
sadece
kendimi sevmiş
bir adam olarak.
Ve sen,
uzaklarda bir yerlerde,
bir sabah uyanıp
içimdeki o sessiz yangını
hissettiğinde,
bil ki
o yangın
artık benim evim.
Sen geçtin.
Ben oldum.
