Sessizliğin Soykırımı
Bir çağın solgun alnına kazınmıştı unutuluş,
çınlamayan sokaklar,
boynunu bükmüş evler —
ve biz, birbirimizin adını dahi hatırlamadan
aynı boşlukta, farklı rüyalara battık.
Sözlerin iliği kurumuştu,
bir tebessümün anlamı,
bakkal defterinde kalmış borçlar gibiydi:
Ödenmeyen, unutulan, önemsenmeyen.
Baba figürü, bir hatıra fotoğrafı gibi solmuş;
ellerindeki nasırla değil,
suskunluğuyla terbiye ederdi eksik kalan duygularını.
Ve anneler,
yüksek perdeden susmayı öğrenmişlerdi.
Kardeşlik, eski bir hikâyenin küllerinde,
ihanetin sessiz alkışlarında boğulmuştu.
Dostluklar —
birer hatırlatma bildirimine dönüşmüştü,
araya sıkıştırılmış, aceleye getirilmiş sevgiler gibi.
Biz,
kendi mezar taşlarımızı kendimiz yonttuk:
üstüne yazılacak tek cümle
"Hiçbir şey başlamadı burada" olacaktı.
İnanç,
kırık bir aynadan yansıyan şekilsiz yüzlerdi artık;
ve umut —
bir tereddüt kadar kısa ömürlüydü.
Ey çağ!
Ey kendi çocuklarını unutkanlıkla vaftiz eden zaman!
Biz, senden doğduk,
ama senin ne adını bildik,
ne yüzünü görebildik.
İşte böyle bitti hikâyemiz:
Bağsız, sahipsiz,
sonsuz bir hiçlik içinde
birbirimize ağıt yakmadan yok olarak.