Sus Kuşları
Gölgeden ödünç alındı ilk cümlem,
suskun zamanların gırtlağından süzüldü sesim.
Lahzayı ikiye böldü soluğum
ne yana dönsem loş bir yokuş,
içimdeki sesin kireçleşmiş boşluğu.
Parmak uçlarımda biçare bir is,
kalbimi yonttu kalem, çoktan.
Bir su gibi eğildi üzerime gece,
soluğunda tereddüt yası.
Bir rüya kabuğu çatlattı beni
beyhude ne varsa aktı.
Ey mahfûz vuslat,
ey sus’a gömülenler...
Ellerim,
hâlâ sabâha dokunurken
unutulmuş bir ziya gibi,
bir kıyâmet lambası sönük.
Semâya bakarken unuttum
hangi kevn’din sen,
benden kaçıp sana sığınan kuşlar...
Pencere kenarlarına sinmiş bekleyiş,
seyrân dizilmiş cam rüzgârına.
Bir harfini andım,
lâl yutarken sus’a mühürlendim.
Cümlem sedâsız,
her şiirimden eksik bir niyaz.
Bir gülistan kurusu kaldı dudağımda,
limon çiçeklerinin kış fermanı çıkmıştır.
Yine de taşır lisanım
bir harfini
ezelden yarım kalmış bir mısrâ gibi,
ey mahbûb.
Ruhuma inmiş sus kuşları.
Bir parantez içi boşluk gibi gizlenmişsin.
Göğsümde büyüyen bu sessizlik,
bilinmez bir sırra susan
cevher

