bana esmeyi anlat

''Penceremin perdesini havalandıran rüzgâr
Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgâr''

Geçerken hüzün matemini bırakmış yerlere. Toprağından filizlenen, ormana dönüştüren sayısız aşkların türküsü; neki ağıtlar durmuyor ne zamandır. Bu kim bilir kaçıncı mazlumun öyküsü?
Ülkeni mi düşünürdün geçerken?
Çocuğunu mu?
İşini mi?
Yarınını mı?
Hangi düşse o yarım kalan, elbetteki tamamlanacak başka bir şarkıda, mayın tarlalarından türeyen.

Mustafa Kemal'den sonra?

?'gir içeri usul usul beni bu dertten kurtar''

Arjantin caddesinden naralarımız yükselirdi. Bir elimizde bira, kâh sarhoştuk, kâh çakır keyif. Diğer elimiz kadınımızın omzunda. Yıldızların hoş görünen ışıkları altında dans ederdik.Eğer bir başka el tutmasaydı ilmeğin ucunu, bira yerine, kadın yerine. Asılmasaydık kim bilir böylece geçişini izlerdik torunlarımızın, aşkla sevgiyle. Geceleyin yıldızlara mutlulukla dokunurduk.

İsmet
Celal
Adnan

?'yabancısın buralara, nerelerden geliyorsun?
Otur dinlen başucuma, belliki yorulmuşsun''

Kapı açıldı tekrar. Kim bilir şimdi ne uyduracaktı? Artık alışmıştı günlerdir. Bu kadar zamandır yaşadığına da şaşıyordu diğer yandan.
?Dün kaldığımız yerden devam edeceğiz dedi,
Dün?
Bir süre sorular, yanıtlar. Sonra bir tokat(tokat aslında aşağılamanın ifadesi)biraz sonra yumruklar. Bir ara şu sözler döküldü ağzından;
?neden çocuklarına vuruyorsun?
?çocuk? Eli havada kalmıştı;
?ben çocuklarıma vurmam.

?ama vuruyorsun, onların geleceğine hemen hemen her gün ve defalarca.
?hayır dedi gardiyan,
?ben çocuklarıma vurmam, iftira atma yalancı köpek.
Daha bir hırsla indirdi yumruğunu, yumruklarını. Taaki bayıltıncaya ve belki öldürünceye kadar.
O gece uyumadı. Sabahta işe yorgun geldi gardiyan Nuri.
Düşünceli, asabi ve ürkek.
Mahmut'u sorduğunda acile kaldırdıklarını söylediler. Gece kötüleşmişti. Sebep kendisiydi.
O gecede uyumadı, sonraki gecelerde de.

Gözlerini açtığında Nuri pencerenin kenarındaydı. Kendine gelmezden önce ve ara sıra gözlerinin önünden geçen karaltıyı şimdi anlayabilmişti. Belki kâbustu, belki gerçek.Mahmut fark eder etmez geldi yanına.
?nasılsın?
Diye sordu.
?eh işte
Biraz çekinerek.
Bir süre öylece durdular.
Sonra anlattı Mahmut.
Anlattığına göre o gece eve gitmiş her zamanki rutin şeylerden sonra istirahata çekilmişti.
Ancak gecenin köründe küçük kızı gelmişti yanına ve sürekli aynı şeyi çağırıp durmuştu.
?vurma baba ne olur vurma, beni dövme
Kızım demişti sana niçin vurayım. Ama her deyişinde kızının yanağında izler oluşmuştu. Darp izleri o kadar çok artmıştı ki vücudunun her yerini sarmıştı.
Ağlıyordu yavrucak ve yineliyordu;
?Ne olur beni dövme baba.
Bir hışımla uyanıp soluğu Minenin yanında almıştı. Uyuyordu ama ara sıra titriyordu da. Aynı rüyanın tersini gördüğünü düşündü. Ne yapmıştı, oysa bir şey yapmamıştı, vurmamıştı.
Sonra Mahmut'un söyledikleri aklına gelmişti.
?işte böyle dedi, işi bıraktım bilmiyorum bundan sonra ne olacak. Hele sen bir iyileş de.

?Hayırlısı olsun
Dedi Mahmut, ama ayrılma işinden o senin işin, çocuklarının geleceği.

Sonra uykuya daldı Mahmut. Şimdi pencere kenarındaydı, küçüklüğüne gitmişti ve annesinin o güzel yüzüne bakıyordu. Annesi onu gördüğünde gülümsüyor, fakat o kaçıveriyordu annesinin onu fark ettiğini anladığı an. Böylece küçük fakat sevimli oyun sürüp gidiyordu.
Nuri ise izliyordu Mahmut'un gülümseyişini. Kavrayamıyordu ama memnundu, en azından gülümsüyordu Mahmut.

Ragıp
Süleyman
Bülent

?'bana sevmeyi anlat,
Bana esmeyi anlat''

Yolun karşısına geçemeden durdu kalbi. Aslında ondaki durgunluğu fark etmişti az önce yanı başında olanlar. Onun gibi yaşlı, emekli olanlar. Banka kuyruğunda bekleşirlerken. Öyle çok beklemişti ki hayatı boyunca. Durağında otobüsü, hastane koridorlarında elinde fişi, bir ay boyunca çalışıp sadece bir günü ?'maaş alacağı, maaşını çekeceği''o günü. Halk ekmeği büfesinin önünde gecenin beşi, altısında. Kızını istemeye geleni, kızını el kapısına bırakmak, maaşını taksitlere yatırmak, borçlarını kapatmak. Pazar Pazar dolaşmak. İşte geride bıraktıkları buydu, onca emeğin sonunda. O gün çokta sıcaktı, çokta beklemişti. Karşıdan karşıya geçerken! Kendisine sorsanız göçüp gittiğine üzülmezdi, ama üzülürdü az önce çektiği maaşını çekmeden önce ince ince hesap edipte sonuna erdiremediği yerlerine eriştiremediğine.

Turgut
Tansu
Mesut

?'bana esmeyi anlat,
Esip geçmeyi anlat''

Geçmişin anılarını yoklarsanız eğer, ne çok umut görürsünüz. Elinde fötrüyle halkını selamlayanı. Sonsuz vaatlerde bulunanların kıyılarında dolan, içlerinde yalan ve ülkelerinde yıkımlar bulursunuz.
Çok değil bir gün önceye gitmeniz yeterli, bir adam soruyor nerden bulacaksın nasıl yapacaksın diye. Unuttuğunu sanıyor ilk çıktığında halkının karşısına verdiği sonsuz vaatleri, şimdi kendi çapına yakışmayan bir otoriteye sahip ve (kendince ve sinir edercesine)mağrur, sormayı şanından sayıyor, kendine hesap sorulmayı yine kendi yanına yanaştırmayarak.
Ama haklı kendisinin ve bazılarının unutmadığını çoklarının unuttuğunu bilerek.
İşte bu yüzdendir ki umut umutsuzlukla yarışır ve çoğu zamanda yenik düşer yaşam tarlalarımızda. Biz umutlarımızı ekeriz, bir rüzgâr onu elimizden alır. Zannederiz ki bu iyi bir rüzgârdır başlangıçta, ama görürüz ki biz iyi niyetliymişiz o ise talan etmeye gelmiş düşlerimizi.

Alpaslan
Necmettin
Devlet

?'anlat ki çözülsün dilim,
Ben rüzgârım demeliyim''

Saman alevi gibi geçer gider insanların coşkusu. Bunu bilen ve hesap eden ona göre oynar oyununu. Yukarıda kurulan bir tezgâh mıdır, eğer öyleyse bu bir kader, eğer kaderse bir tanrı. Bu kimin tanrısıdır?
Değilse bir başka umut tanrısı kurulur ömrü hayatımıza, birisi yürümeye başlar. Yürüdüğünde yanında olan onun gibi düşünen, ona göre adımlarını atan, ve onu her adımında takip eden insanları barındırıyorsa zihninde ve zihninde olanı bütün vücut katmalarında karakterize ediyorsa durmayacaktır. kaderide, talihide kendi inandığı gibi yaşayacaktır. Ama kadere teslim olmayacaktır ve etmeyecektir de başkalarının inandığı Tanrı ne olursa olsun o herkesin inancıyla hareket edecektir. Kısacası en zor olanı başarmaya çalışanları her zaman tutan ve çekiştiren olacaktır, kendine. Yolun sonu?

?'rüzgârlığı anlat bana,
Senin gibi esmeliyim''

Deniz
Tuncay
Kemal?

Yorulmuştu, öyle çok koşmuştu ki nefes nefeseydi, sonra durmuştu. Ancak onu durduran ne kendi yorulmuşluğuydu nede, nede birlikte koştuklarının tükenmişliği. Bir el anlamadığı, bilemediği, tarifte edemediği bir el tutmuştu ve bırakmıyordu.
Hâlbuki umutsuzluğa umut olmak istemişti.
İşsize iş için çıkmıştı yola.
Bu katiller demokrasisini yok etmek için işine koyulmuştu.
Ve çağırmıştı her kesi kurşun eritmeğe. Şimdi ise dört duvar arasında sıkışıp kalmıştı. Çağırıyordu, duyanı da vardı elbette. Kendisi gibi nice yatanı kardeş biliyordu artık. Şimdilerde öyle çok kardeşi vardı ki sen, ben, o, biz hepimiz aynı yolun yolcusu değilmiydik. Aynı babanın oğlu kızı ve aynı davanın ruh ikizi;

Değilmiydik?

Mustafa
Kemal
Atatürk

?'bana sevmeyi anlat,
Bana esmeyi anlat
Esip geçmeyi anlat''

22 Haziran 2010 7-8 dakika 5 denemesi var.
Yorumlar