Gerçek Sevgili

Biz ne cesur insanlarız! İnsanlara ihtiyaç duydukça herkesi hayatımıza doldururuz. Sonra da şikâyete başlarız. Oysa tanımadığımız kişilerin çok zararı dokunamaz bize. Ya tanıklarımızın! ? Hayatımıza giren kişilerden neler çektiğimizi bir düşünelim! .. Fakat daha önce, kimleri topladık başımıza?

Kendimizi bildiğimizde, bir ailenin içine düştüğümüzü fark eder, kabulleniriz. 'Anadır babadır; kızabilir, vurabilir...' diyelim. Ablalar, ağabeyler de öyle... Neden? Çünkü onlar bizim iyiliğimizi istiyorlar. Yani üzülmemizi, darılmamızı, kısaca ruhsal ve bedensel acı çekmemizi istiyorlar. Aksi halde dayak ve azarı değil; konuşmayı, öğüt vermeyi yeğlerlerdi. Diyelim ki; bu yöntem iyiliğimiz içindir, beklenen iyileşme görülebiliyor mu? Hayır, aksine! .. Nefret, kin, öfke, isyan, ruh ve akıl hastalıkları...

Küçüklüğümüzde; can sıkıntısı, arkadaşlık etmenin çekimi, oyunun tadı, bizi arkadaşların arasına iter. Vakit su gibi akar, oyun tatlıdır, arkadaş ihtiyaçtır. Arkasından; kavga, dargınlık, üzüntü... Büyü bozulduktan sonra zorlama başlar. Ne tadı kalır ne tuzu... Çocuklarda kin ve nefret olmaz sanırız. Bilinçaltında neler gizlidir, bilemeyiz. Onlar büyüklerden daha gururludur, daha hassastır. Asla unutmazlar.

Biraz büyüdüğümüzü hissettiğimizde karşı cinse ilgi duymaya başlarız. Sevmeye ayarlıdır yüreğimiz. Sevgiyi, gelmesini istediğimiz ilginin bedeli olarak peşin veririz. Çoğu zaman veresiye defterine yazılır ve gömülür kalır. Bazen de azar azar, taksitle ödenir. Fakat hiçbirimiz, verdiğimizin tam olarak karşılığını aldığımızı söyleyemeyiz. Hepsi de her dünyevi sevgi gibi rampayı dönmek zorundadır, doruğuna ulaştığında. Sonunda elimizde kalan; hayal kırıklığı, pişmanlık, derin üzüntü, iç sıkıntısı, asabiyet, çoğu zaman da depresyondur.

İlişkimiz iyi giderse evleniriz. Büyük bir hayati karardır bu. Ancak çoğu zaman gözaltı, müebbet veya idam kararı da sayılabilir. Bir farkla; mahkûmiyette azar, dayak, kötü söz ve davranışlar, ihanet gibi şeyler yoktur, evlilikte ise gırla! ..

Bir iken ikiye çıkmak yetmiyormuş gibi, üç, dört olmaya can atmaya başlarız. Ne kadar cesaretliyiz, dedim ya! Artan zırzırla, hırgür de artar. Yokluktan çokluk çıkmayabilir ama çokluktan, başta yokluk olmak üzere çok şey çıkar.

İlk iki kişi, üçüncü tarafından yakın takibe alınmıştır artık. Tost arasındaki kaşar gibi evlat, o doyulmaz lezzetiyle, ana babanın arasında hem yapıştırıcı, hem de ayırıcı rol oynar. Çocuk, hele hele ilk çocuk, aileyi pekiştirdiği gibi, sevgi ve ilgi odağı olma yarışında da huzur bozucudur. Yaramazlık ve parazit yapmaması gerektiğini gayet iyi bilir, fakat dikkati devamlı üstünde hissederek mutlu olduğu için, o yanlışa devam eder. Oysa en azından iki kişi kalmayı başarabilseydik, dert birken iki olmayacaktı. Üçüncüsü, dördüncüsü veya daha da fazlaları yolda! ..

Dert arttıkça, paylaşacak birilerini ararız. Arkadaşlar, komşular... Çok değil, kısa süre sonra onlardan da şikâyet etmeye, yenilerini aramaya başlarız. Yalnız bu konuda şanslıyız. Akrabalarımızı seçemeyiz ama arkadaşlarımızı seçme hakkımız vardır. Gerçi yine aynı kapıya çıkar; her seferinde yanlış seçim yaptığımızı söyler, başa döner, tekrar aynı hataları yapar, aynı faturaları öderiz. Oysa derdi içimizde tutabilseydik, arkadaşa ihtiyaç duymaz, tekrar tekrar anlatıp, tekrar tekrar üzülmezdik. Ne dost etmeye çalıştığımız kişileri hayatımıza sokmak zorunda kalır ne düşman kazanır ne de derdimizin azalmasını beklerken derde gark olurduk. Sayıyı arttırmaya ne kadar meraklıyız! Ne kadar cesuruz!

Ne işe yarar arkadaş? Ne zaman ihtiyaç duyarız ona? Canımız sıkılınca. Ne zaman sıkılır canımız? Bir derdimiz olduğunda. Paylaşmadığımız can sıkıntımız tehlikesizken, dertleşmenin yan etkileri, çoğu zaman etkisinden kat kat fazla olur. Çünkü söz, ağzımızın içindeyken tehlikesizdir. Dışarı çıkınca yılan olur, yedi mahalleyi dolaşır, dosta düşmana biraz zarar verir. Fakat mutlaka geri dönüp, gelir ve bizi fena sokar! Hem de defalarca!.. Her yerimizden! ..

Öfke, konuşturdukça konuşturur; arkadaş, yaydıkça yayar... Hemen hemen hepsi gazetecidir. Dikkatle dinlediklerini gürünce, çözüm üreteceklerini sanır, neler umarız! Oysa onlar, tiraj arttırma ve reklam kapma çabasındadır. Haber, kısa ve nettir. Süsleme işi onlara aittir. Genellikle çoğu, işinin ustasıdır. Üç beş satır okuyucuyu tatmin etmeyeceğinden, sansasyon yaratamayacağından, hayal güçlerini devreye sokarak oldukça ilginç öyküler yazarlar. Şama şark olduk gitti! ..

İnsanlar dertsiz başlarına neden dert alırlar? Neden arkadaşlık ararlar, nasılsa bir süre sonra düşmanlıkla ve pişmanlıkla sonlanacağını bile bile? Sevgi açıdırlar da ondan!

İnsan; yer içer, gezer eğlenir, uyur uyanır, parayı da bulabilir, parayla elde edebileceği şeyleri de... Bedeninin gereksinimlerini giderebilir. Oysa sadece bedeni yoktur ki! Bir de ruhu vardır! Gıdası Yaratan ve yaratılan sevgisi olan, ancak doya doya sevip, doyuracak kadar sevildiğini hissedince huzurlu olabilen aç ruhu! Onun içindir, deliler gibi arayışı!

İnsan son nefese kadar sevginin peşindedir. Hem de soluk soluğa! .. Ne kadarını bulduysa, daha fazlasını, en fazlasını isteye isteye! .. Doyulur mu sevgiye? Doyulur mu sevmeye, sevilmeye? Neler feda edilmez onun bir anı için! ?

Üç yaşında başlar, cinsiyet kavramı. Yıllarca aşkı arar insan. Bulduğunu sandığında, ölümüne sevmek ve sevilmek için evlenir. Sevgi gelmeden, menfaat gelip oturmuştur. İnsanoğlu doyumsuzdur. Dahasını, hep daha dahasını arar. Uhut Dağı kadar altını olsa, bir o kadarını daha isteyeceği söylenir.

Eşler, ağızlarıyla kuş tutsalar, birbirlerine yaranamazlar!

Sevginin, aşkın azı da kandırmaz ruhu. Bir süre sonra insan, sevilmediğini zannetmeye başlar. Hele ilgisiz kalırsa, iyice artar sevilmediği konusundaki endişesi, deliye döner! Yakınması, görünüşte şudur, budur... Asıl sebep sevgisiz kalışı veya öyle olduğuna inanmasıdır! Onu mahveden, içindeki açlıktır!

İnsanlar birbirlerine, çoğu zaman, az da olsa bir şeyler vermekten kaçınmazlar. İş, sevgi vermeye geldi mi cimrilerin cimrisi kesilirler! Kolay mı sevmek! ? Hele hemcinsiyse, kıskançlık bırakmaz ki sevsin! Karşı cins içinse; sevgi gelmeden, menfaat gelir oturur ya! .. Bir de kıskançlık!.. Her halükarda sevgiden, beklenen randıman alınamaz.

Hâsılı insanların ömrü, o kapı bu kapı, sevgi dilenciliğiyle geçer. Hayatın sonunda, birer parça kuru ekmek değerinde sevgimsi duygulardan başka bir şey bulamazlar torbalarında. Ölüm gelince onu da bırakır, eli boş girerler kabirlerine.

Orta yaşı geçenler, Asır Suresi'ndeki gibi, hayatlarının ikindi vaktine gelmişlerdir bile. Geri dönmek mümkün olmadığı gibi, ilerisi için yatırım yapmaya vakit de kalmamıştır.

Oysa dost Allah'tır. O seçilmiş, Onun peşinden koşulmuş, O sevilmiş olsaydı, verilen sevgi katlanarak dönecek, yüreği ısıtacak, yaraları saracak, başka sevgiler önemsizleşecek, Allah aşkında eriyecek, hiçbir şey dert olmayacak, ömür güneşi batarken de karanlıklarda ve azapta kalınmayacaktı. Gerçek Sevgili'ye kavuşma sevinci içinde, Allah'ın nurunun aydınlığına açılacaktı gözler! O En Güzel'in Cemal sıfatının tecellisi ile mest olunacaktı!

Gerçek sevgili, Allah; en yüce sevgi, Allah sevgisidir!

İnsan ancak O'nun aşkıyla tam anlamıyla mutlu olabilir! Ancak O'nu severek kanar aşka! Yoksa bir türlü bitmek bilmez arayışlar! ..

Yaratılanı seveceğiz tabi ki ama Yaratan'ın hoşnutluğu için ve dozunu ayarlayarak... Aşk ilaçtır. Dozu iyi ayarlanmışsa; ruhta, beklenen olumlu etki kısa sürede görülür. Yokluğunun veya azının, ruhu açlıktan yataklara düşürdüğü gibi, fazlası da zehirlenmesine yol açar.

Sevgide de perhiz vardır. Zararlıları dünyamızdan uzaklaştırmalıyız. Sevgi verirken, ne cimrilik etmeli, ne de olura olmaza savurmalıyız. Hak edenlere, hak ettikleri kadar...

Allah aşkı, tüm sevgilerin odak noktasındadır! Yakıcıdır.

Her sevgi ondan çıkarak dağılır, evrene. Sonsuza uzanır ışınlar; Allah, doğruluktan yana olduğundan, dosdoğru... Tüm sevgiler Allah aşkında birleşir. Kâinatı yarattığı gibi yaratmıştır sevgiyi. Dağıtmıştır, saçmıştır; toplayacak olan da O'dur. Herkesin sevgisi o makama uzanamaz. O da sıradan sevgileri istemez.

Allah, sevdiklerini ve seçtiklerini, yeryüzünde sevgisiz, çaresiz bırakır; Resulullah'ı (S.A.V.) yapayalnız bıraktığı gibi. Onu kendisine istediği gibi ister sevdiklerini. Davete icabet eden kazanır.

Allah'ı aşkla sevip daha fazlasıyla karşılığını hisseden kadar mutlu kul var mıdır? İşte mutluluğun doruğu budur! Hem dünyevi, hem uhrevi mutluluk, ruhun aşka kanışı! ..

Aksi ise kanışıdır kişinin! Dünyada ve ukbada yanışı! ..

Gözyaşı pişmanlıktır. Pişmanlık tövbedir. Tek dost Allah'tır. Kişiye Allah yeter.

***

17 Mayıs 2011 8-9 dakika 12 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 13 yıl önce

    Farkında olmadığımız, yada olup da yansıtamadığımız, sol yanımızda bir yerlere gömüp, giderken alıp götürdüğümüz içimizdeki acı.. ..

    Ne yazık ki öyle sevgili Onur.. Gerçek sevgiyi verip alamıyoruz.. Ve anladım söylemek istediğini sevgiden yana.. Dilin varmaz soyka kadere küfretmeye..

    Konu anlamlı, eline yüreğine sağlık kutlarım..👍