Gönderilmeyen Mektup

Selamlaşmak insana özgü güzel bir duygudur, var olduğunu, yaşadığını hatırlatır sana.
Vedalaşmak zor olandır her zaman...

Sözcükler takılır boğazına, duyguların sana inat çeker isyan bayrağını. Zır zır öter yüreğin...
Böyle durumlarda nasıl başlanır söze, cümleler nasıl dökülür kâğıda hep zordur...

Bu duygulardan arınmak için başarılı olduğum yanımı sokarım hep devreye.
Konuşmak, bir şeyleri dile getirmek ne kadar zor ise, yazmak da bir o kadar kolaydır benim için.
Başka nasıl veda edebilirdim, ya da veda etmeye gücü olur muydu yüreğimin bilemiyorum.
Beter bozgunlara uğrama korkusudur hissettiğim beki de.

Sen en zayıf, en kırılgan noktasındasın yüreğimin.

Oysa daha dün gibi her şey; çocuk odamın sepetini döker gibi dökmüştüm önüne hayallerimi, geçmişimi, doğrularımı, örselenmiş duygularımı. Yani yaşam tutkumun nedeni olan düşlerim, inatla savunduğum kimliğim, bir insandan vazgeçmekten daha da zor olan ve vazgeçemediğim tertemiz umutlarım, acılarım, yenilgilerim, inadına ve her şeye, herkese rağmen verdiğim mücadele, savunduğum onurlu ama öksüz başarılarım... Hepsini, hepsini dökmüştüm önüne...Tıpkı bir annenin çocuğunu bedeninde-yüreğinde taşıması gibi korkmadan, tereddüt etmeden...

Yaralanmış, incinmiş yüreklerde bir adı vardır bunun. İnanmak ve güvenmek...
Kolay yaşanılası bir duygu değildir. Bir an gelir hissedersin o ışığı ve yakalarsın, sarılırsın sımsıkı...

Zifir zindan gecelerden birinde karanlığa ıslık çalan ürkek yüreğime o ışığın kavını çaktın bilmeden, belki de istemeden...

Baharın tam da orta yerinde zemheriye esir düşmüş ürkek ve yalnız yüreğim, alışık değildi Ağustos sıcağı pınarlarda yıkanmaya.
Kallavi kaşar hayatın her türlü kahpeliklerine bir cevabı olsun diye tetik ucunda beklerdi hep. Ve her şeye verecek bir cevabı vardı mutlaka...

Cevapsız kalan soruların havada uçuştuğu tek konu acemi yüreğinin çırpınışlarıdır. Yine de hayata tutunmak, var olduğunu hissetmek adına dört elle sarılırsın... Ya seversin ölümüne, ya da öldürürsün o güzelim duyguları yüreğinde... Med - Cezir misali bir meydan savaşı anlayacağın...

İşte bütün bunlara neden olmasın diye kelimelerin gücüne sığınıyor, cümle kurma savaşını veriyorum şu an.
Bu satırları gönderebilir miyim, eline geçer mi? Bilmiyorum, yazıyorum sadece.
İçimde düğümlensin istemedim hiç bir hecesi...

Hayatın gerçekleri ne yazık ki özgürlük alanımızı belirleyen en önemli etkenlerden biridir.
Zaman öyle bir hızla savuruyor ki düşlerimizi, alışkanlıklarımızı, sevinçlerimizi, ya da hüzünlerimizi... Biz olmaktan çok ötelere savruluyoruz her geçen gün...

Oysa aynı şehirde aynı kaldırımları arşınlayan, aynı ara sokaklarında soluklanan, aynı güne perdelerini açan ve aynı güneşle yüreğini yeniden yıkayan, ayrı ayrı hayatlara mendil sallamak zorunda kalan iki yabancıyız şimdi...
Adımlarımız biri diğerinin gölgesini takip ederken, ayak izlerimize bile dokunmaya korkuyoruz.

Kendimizi kendimize ispat diye yine kendimizi kandırıyoruz...
Boyumuzdan uzun, kendimizden büyük yalanlara imzalar atıp, günü hızla tüketiyoruz...
Gün yeniden doğunca, hiçbir şey olmamış, yaşanmamış, hiçbir şeymişiz, hiç kimseymişiz gibi başkalaşıyor, maskeleniyoruz...

Söylemek isteyip de bir türlü söyleyemediğimiz cesaretsizliğe kılıflar uydurup kanatmaya çalışıyoruz en değerlimizi... Oysa canını yaktığımız, kanatmaya çalıştığımız kendi yüreğimizdir...

Bu nedenle hep sahte duyguların, sahte itirafların gölgesine sığınıp duruyoruz...

Kabullenmek inanmayı, inanmak da başarıyı doğuran değerlerdir...
İşte tam da bu noktada biraz daha dürüst itiraflarla bezedim yüreğimi. Kendi gerçeğimin ibadetindeyim anlayacağın.

Yüreğimde kopan fırtınaları sözcüklere teslim ettim, korkusuzca bezedim yüreğimi.
Sen de öyle yap, korkma aç yüreğini.
Korku bulutlarına yorgan sermiş, sevgiye aç yüreğini benden iyi kimse anlayamaz inan.

Kaçışların gölgesinde seksek oynamaktan bıktığında ve yüreğini kendi itiraflarınla bezediğinde hatırla. Bebek çığlığıyla haykıran duygularını yüreğinin duymasına izin ver. Gündelik tanrılara tezgâh açmasın, soluk nefeslerde ıslanmasın düşlerin... Biliyorum ki düşlerin büyük, umutların gibi...

Sardunyalar çiçek açarken gözyaşı dökermiş bilir misin?
Kumru yavruları da kabuğunu kırıp başını uzatırken dünyaya gözünden akarmış yaşlar...
Şaşırmıştım bunları öğrendiğimde...

Bırak aksın yüreğine beş kaldığın, yakıp kül ettiğin yaşların. Akan her damlada biraz daha çoğalacak, biraz daha büyüyecek yüreğin... Ve güçleneceksin inan bana...

Gündeliğin bitmez telaşlarına, anlamsız karmaşasına daha ne kadar ibadet edeceksin?
Bir yerlerde unuttuğun, yok saydığın kendine ne cevap vereceksin?

Büyümesine izin vermezsen yüreğinin, nasıl uzanır ellerin yağmur ormanlarına? Fırtına bulutlarını nasıl öteler ürkek düşlerin?

Bizler tanrının yarattığı en muhteşem, en güçlü varlıklarız. Diğer canlılardan farkımız hislerimiz, duygularımız, benliğimiz. Paylaşmadığımız süreçtir bizi mutsuz kılan inan bana...

Birbirimizi anlamak için tanımaya, tanımak için yaşamaya ihtiyaç duymamız insanca bir duygu değil mi?
Şimdi sor kendine... Yaşamın hangi kıyısındasın, hangi fırtınalara yelken açtı yüreğin, yarınların hangi ipoteğin altında!

Dün vardı yaşandı ve bitti. Dünden kalan tortular varsa ve acıtıyorsa yüreğimizi, paşa gönlümüz kimi isterse paylaşırız...
Bugün yaşanıyor tüm hızıyla. Yarınlar ise koskoca bir sürprizdir herkese... Ve her yürek kendi sürprizini yaşayacaktır elbette...

İnzivaya çekilmiş yüreğin kısrak oynaşması depremlerde cirit atarken sen hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi öteki yarını öksüz bırakma lüksüne sahip değilsin.

Kar fırtınası başladığında ayak sesleri bile duyulmazmış.
Duy artık yüreğinin sesini ve izin ver öteki yarına.
Yalansız, çıkarsız yarınlarda kendine ve yüreğine iyi bak emi.
Yüreğindeki bana da iyi bak. Ben sana hep iyi bakacağım çünkü

Sevgiyle kal, hoşça kal...

05 / Ekim / 2004

01 Ağustos 2011 6-7 dakika 6 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar