Günlük (ay dönümüne 4 kala)

Bu yazının iki başlığı var birincisi kahramanınki; Ayrılığın Günlüğü
Diğeri de benimki; Terk Edilmişliğin Betimlemesi

1. gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Bugün sensiz ilk sabahıma uyandım.

Böyle başladı Muratın ilk gününün, en zor gününün hatıratı ve ilk satırında tıkanıp kaldı. Son noktasından ilk satırın, sayfanın sağ alt köşesine sert bir çizgi çekti, yavaşça bıraktı kalemi. Derin derin, soluksuz izledi ardından çizgiyi. Hatıraların tüm güzel anlarını o kalın çizgide aradı ve yeniden kalemi eline aldı. İmzalar atmaya başladı. Sayfanın her yerine imzasını attı, hiç birini beğenemedi ve durdu, sayfa bitince.

2. gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Dün hiç bir şey anlatamadım. Anlatmayı planladıklarımın hepsini bir anda düşününce sanki felç geçirdi beynim. Sonra hata hata hata... Bugün de kendimi geçmişin güzel günlerinden bahsedecek kadar cesur hissetmiyorum. Sadece bugünden bahsedersek; onda da anlatacak bir şey yok öyle sensiz bir gündü işte ve ben hiç bir şey yapmak istemedim.

O gün ekmek almaya inmedi Murat, bir şey de yemedi zaten. Bir ara niyetlendi biraz içki alıp kafayı bulmaya ama kalkamadı penceresinin kenarından gün batarken. Akşam güneşinin ninnisiyle yatıp kaldı. Yanları çökmüş, omuz yerlerine aklar düşmüş, kahverengi kadife kaplı salon koltuğunda.

3.gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Biz neden ayrıldık

k k k k k ... Düz yazdı, el yazısıyla yazdı. Yüzlerce "k" yazdı. Gölgelendirdi, derinleştirdi. Sayfanın bir bölümünü "k" harfi şeklinde deldi. Yazdı, yazdı. Sayfa bitince durdu.

4. gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Hiçbir sorunun ne sonunu bulabiliyorum ne de sorma işareti koyduklarımın cevabını verebiliyorum. Aklıma kötü kötü şeyler geliyor... Bir şeyler yapmalıyım artık belki de seni unutmalıyım.

Dört gündür dışarı adımını atmadı. Geleni gideni de pek olmazdı zaten. İlk defa bugün acıktığını hissetti bu hissi de uzun uzun düşündü. Demek ki hayat devam ediyor deyip de bitirdiği uzun bir felsefik tartışmanın sonunda, karnının acıkmasını, bu kadar basit bir biyolojik olayı derin derin manalaştırdı.

5.gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Bu gün seni ilk defa aldattım. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. En son beraber olduğum kadın üstümde tepinirken iğrendim kendimden. Affet beni sevgilim bugün seni defalarca aldattım.

Aklından geçen kötü fikirlerin hepsi yüksek bir binanın tepesinde bitiyordu elbet lakin hala sağlam duran bir tarafı vazgeçirmişti onu. Ama kendine güvensizliğinden de yeterince onuru da kalmamıştı. Ve bugün akşamın ilk saatlerinden sabahın erken saatlerine kadar 4 kadınla beraber oldu. İlkinde kendini iyi, daha iyi hissettiğini düşündü ama ikincide Ezginin yüzünü görünce büzüldü kaldı. Üçüncüde hırsından, şimdi ismini bile hatırlamadığı o kadına beklide hayatının en güzel anlarını geçirtti ama dördüncüde sırtüstü yatarken, ilk; kadının iniltilerinden tiksindi, sonra kendinden, sonra ceketini bile giymeden çıkıp gitti bahçelideki o evden. Ezan okunuyordu, ağladı. Soluğu kesile kesile, hıçkırıklarla ağladı bir köşede. Sonra yürümeye başladı feneri söndüremediği Çankayadaki o lüks semtten Demetteki evine kadar yürüyerek gitti. Önce üç beş taksici niyetlendiyse de binmeyeceğini anladılar ve onlardan başkada hiçbir taksici yaklaşmadı.
6. gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Çok utanıyorum.

Yine dondu kaldı kalemi sayfanın ilk satırında. Ama bu sefer devam etti yazmasa da... Önce utanmanın yüz ifadesini çizmeye, karalamaya çalıştı kalemiyle cin ali gibi çizdiği insanımsı simaya, becermeyince çok kullandığı bir sohbet programından yardım aldı kendince, kendi kafasından öyle düşündü. Ve yine başladı aynı şekillerle sayfayı bitirmeye " :$ " bir ara neden dolar şekliyle utanma imgesi çıktığına takıldı kafası ve beyni bir an olsun rahatladığından hemen gözleri kapandı, kapanıverdi.

7. gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Bu gün içim buz gibi. Yalan geliyor tüm yaşananlar. Yaşamak ne ya da... Ya arkandan gelsem seni bulabilir miyim ki? Sen kimdin? Ben kimim? Penceremin önünden geçen bu insanlar nereye gidiyor? Her gün güneş neden doğuyor? Bu senaryoyu kim yazdı, kimin için oynuyoruz bu filmi? Ya da bu, anne babasının ilgisinden uzak bir yumurcağı susturmak için tasarlanmış bir video oyunu mu? Seni hangi beceriksiz joystick hamlesinde kaybettim???

Murat hiç farkında olmadan felsefenin kucağına oturmuştu. Sorup durduklarını da neden sorduğunu çoktan unutmuştu. Sanki bir yarıştaydı ve cevabı olmayan ne kadar çok soru sorarsa o kazanacaktı. Ama kaybediyordu bir şeylerini...

8. gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Bu gün sana hiçbir şeyden bahsedeceğim; aynı bizim yaşadıklarımız gibi dünden. Yani hafızamıza tıkılacak, unutulabilinirse de yaşanmışlığı adına hiç bir şey kalmayacak şeylerden. Bir saat oluyor uyanalı. Gözlerimi açtıktan sonra iyice bir esneyip fırladım yataktan. Yüzümü yıkayıp çay suyunu koydum ocağa. Aynı normal insanlar gibiydim. Az demincek de Erdinç'le konuşup bir plan yaptık gün için. Erdinç, Kız arkadaşı ve kız arkadaşının bir kız arkadaşıyla gezmeye çıkacağız. Kendine iyi bak...

Murat, sabah evden çıkarken düştü sekizinci günün notlarını günlüğüne. Ve sonraki iki gün hiç gelmedi eve.

11.gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

İnsanlar ne kadar bayat yaşıyor biliyorsun değil mi? Sana benzetiyorum bazen. Ama kızıyorum kendime, onların bayağılıklarını senle eşleştirince. Ve düşünüyorum acaba sana neden kızıyorum ve sonra anlıyorum. Çünkü seni eşsiz bellemiş onlardan, herkesten ayrı tutmuştum ve onlar gibi davrandığını düşününce, kendimin sana gereğinden fazla güvendiğimi görüyordum ve kızıyordum neden bu kadar çok ödün vermiştim kendimden sana. Kızıyordum sana ama aslında kendime serzenişti sana haykırışlarım. Ve bu yanımdan bakınca insan değilmişim gibi geliyor ama bende insan olmalıyım... Ben de bayağılaşmalıydım

Öğle gezmesinde Erdinç'in arkadaşı Ela ve onun kız arkadaşı Gizemle iyice samimi olmuştu Murat. Hep beraber sinemaya gittiler eğlendiler çokça. Gece de bol sulu bira satan bir barda devam ettiler eğlencelerine. Murat'ın bakışları bazen boşluğa uzanıp gidiyor. Üst üste sorular aniden saldırıya geçiyordu ama daha dayanıklıydı bu kadar insanın arsında. Gerçeğin ne olduğunun da önemi yoktu bu loş bar havasında, herkes nefes alıyordu işte. Ve yine boşluğa doğru bir kaçamak yapmışken elanın gözlerinde buldu bakışlarını. Elanınkilerde onun üzerindeydi. Gizem ise alkolünde etkisiyle iyice flulaşmış ve vücudunun her tarafında gezinir olmuştu elleriyle. Bir an Erdinç'e kaydı gözleri, kollarının arasında sıkıştırdığı kafasıyla dalıp gitmişti çoktan. Belli ki göz kapaklarıyla zorlu bir mücadeleye girişmişti, Erdinç çoktan uyumuştu. Hoş o kadar ottan sonra...

12.gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Bazen yıllar hiç bir şey öğretmiyor insana. Çünkü hep aynı deviminde gidebiliyor. Güneş doğsa da her yeni gün farklı bir açıda, insan hep aynı şeyleri yapınca zaman donuyor ve yeni bir şeyler de öğrenmesine gerek kalmıyor bu monotonlukta. Ama bir farklılık yaşandığı an ne de çok şey öğretiyor insana bu değişim. Mecburi bir duruma karşı verilen sıralı tepkiler; gözle, özümse, çıkarım yap, hayatına sok ya da def et. Ama öğrenmek iyi bir şey değilmiş sevgiledemediğim.. Satırları dökerken yine içimden buraya; yine seni aldattım demek isterdim. Erdinç'in evinde ve iki kez aldattım seni aynı anda demek istedim. Ama nefes almaya devam etmiştim sadece. Bunun bir adı kalmadı artık bende. Herkes yaşıyordu, bende. Ama yine de seni aldattım demek isterdim en saf halimle, utanarak...

Elanın ellerinin bar masasında bir yılan gibi kıvrılarak elini sardığında, kalbi olduğu yerde bir an düştü. Olduğu yerde bir şeye tosladı sanki. Hızlanmaya başladı aniden damarlarındaki kan. Bilmem kaç promildi ama cin kesilmişti bir anda. Ama hiç elini çekmedi... İyice açılmış göz bebekleriyle yılanı izlemeye koyuldu. Sonra yeniden Elan'ın gözlerine bakacaktı ki. Vazgeçti düşünüp sorgulamaktan... Kendinden emin bir hamleyle garsona bir işaret, hesap, taksi, ev, Erdinç'in yatak odası ve iki kadın. Ucuz bir porno filminin sahnesindeymiş gibi hissetti kendini. Kurban mıydı şanslı mıydı, yaşıyor muydu, yoksa...

13.gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Senden de kendimden de nefret ediyorum artık. Ama bunlara sebep sensin. Senden daha çok nefret ediyorum. Ve evet günah keçim sensin. Çünkü sevgilim değilsin. Yazdıktan sonra elinde ki şarap bardağını çarpıp duvara bir küfür savurdu kendine. Naletler okumaya başladı yaşadıklarına. Avazı çıktığı kadar sustu öfke dolu bakışlarıyla kırmızının akıp gittiği duvara. Sonra cep telefonuna gelen elanın bol imalı, erotik mesajıyla irkildi. Cep telefonuna yazık oldu...

14.gün
Sevgilim, sevgili sevgilim;

Üşüyorum!

Bugün de dün gibi hiç çıkmadı dışarı. Hiçbir şey yaptı bugün de. Gece oturup kaldığı yanları eskimiş salon koltuğunda güne uyandı ve kırmızının morarmaya yüz tutmuş lekesine baktı uzun uzun. Zamanla dünden bu güne kalan her şey değişiyordu aslında ve korkuyordu. Çünkü her şey bayatlıyordu zamanla. Ve gerçekten titremeye başladı üşüyordu Murat. Hava sıcaktı ama...

15.gün

...

Yeni bir sayfaya daha yazılmadı; sevgilim sevgili sevgilim hitabı, belki bir daha hiç yazmayacaktı bunu Murat ve hiç kalkmadı bugün, dün gece nasıl gittiğini unuttuğu yatağında sorularla boğuşuyordu. Hem de binlercesi ile. Yalnız kaldığında o kadar çoğalıyorlardı ki, engel olamıyordu.

16.gün

...

Bir ara tuvalete kalktı sonra da yatağa gitmek istemedi yeniden. Salona yöneldi ve yanlarına aklar düşmüş kahverengi koltuğunun yönünü pencereye çevirip oturdu. Sağ arkasında kaldı duvardaki bayat kırmızı.

17.gün

Hala aklımdasın.

Kendiyle inatlaşarak vazgeçmediği hitabından vazgeçmişti Murat bugün. İki kelime yazıp bıraktığı günlüğüne... Birçok şeyi sadece sorun olarak ezgiye bağladığının çok iyi farkındaydı artık. Birçok soru sormuştu, evet hala bulduklarından daha fazlası her an çoğalarak aklından geçiyordu ama epey de cevap bulmuştu kendince. Ve çok iyi biliyordu ki Ezgi artık sadece birçok problemin konu başlığı halindeydi. Ve kızdığı tek şey kendisiydi. Artık aşka, haksızlığa kızmıyordu. Ama yine de durup düşünürken, geçmiş bir esintide içinin cız etmesine dayanamıyordu... Evet, hala aklındaydı ama artık probleminin boyutu farklılaşmıştı.

18. gün

Belki bu hallerimi biri sana anlatır ve sen belki biraz düşünür de kendine kızar, halime üzülürsün. Ah edersin belki de içinden. Ama belki de sağlam bir kahkaha koparır halime gülersin. Ama biliyor musun? Artık hiçbir önemi kalmadı. Çünkü şu an sana ancak minnettarım.

Bir haftadan sonra ilk defa dışarı çıktı bu satırları yazmasının ardından. Ve en yakındaki marketten çay, şeker, birkaç ekmek, bir paket margarin, bir file patates ve bir koli de yumurta aldı. Kapıdan eve bıraktıktan sonra aldıklarını sokağa çıktı yeniden. Güneş tepeye yaklaşıyordu. Duş aldıktan sonra yüzü hep kipir kipir olurdu hele de sakalarını tıraş etmiş ve krem sürmemişse. Yine böyleydi gülümsedi bu haline yüzünü kaşırken. Bir buçuk saat yürüdükten sonra, nasıl geldiğini bile anlamadığı Kızılay'dan 297e binerek geri dönmeye karar verdi. İnsanlarla iç içe olmaktan hiç bu kadar zevk almamıştı Murat. Daha yakın, daha kalabalık yerler istiyordu. Hani 297 de hiç fena sayılmazdı bu konuda hele de öğle yemeği saatinde... Eve geldiğinde öğleyi epey geçmişti, girişteki posta kutusuna epeydir uğramadığını fark etti; ilanlar, reklâmlar, faturalar ve bir kaçta mektup görünüyordu. Çok garip, sinir olduğu reklâm broşürlerini bile aldı. İnsanlar ve insanların yaptıklarına dair her şey çok ilgisini çeker olmuştu bugün Murat'ın.

18. gün gece

Merhaba günlük, Söz veriyorum yarın sadece senle konuşacağım. Hiçbir yakarışta bulunmayacağım sana ama yakarışlarımdan bahsedebilirim. Fakat bu gün çok geç oldu uykum var...

Köklü değişimler yapmıştı Murat. Zaten çoğu zaman akıntıda parkur değiştirmek için birçok köklü değişim yapardı birden. Ve an azından bir tanesine alışırsa kâra geçmiş sayardı kendisini.

19. gün

Dün sadece senle konuşacağım dedim ama bu gün senle konuşacak hiç bir şey bulamıyorum. Aslında bulamıyorum değil de nereden başlayacağımı tam olarak kestiremiyorum. Galiba esas mevzudan başlasam, günlerdir yükünü çektiği bu acının hakkındaki meraklarını gideririm herhalde. Belki de merak etmedin hiç ama buradan başlamak istiyorum. Onla, garip bir mutluluk veren kızıl bir sonbahar gününün yağmur öncesi iç gıcıklayan rüzgârında çarpıp, sokak ortasında gözlerimizin yıldırımlarında tutulamadık birbirimize ama hep böyle hissettiriyordu kendimizi birbirimize daha yakın hissettirdikçe geçen günler. Her ne kadar sıradan bir internet sitesinin saçma bir tartışma konusu başlığı altında yersiz bir atılmanın birbirimize duyduğumuz üstünlük çabasını kendimize bir sanal sohbet programında diş geçirmeye çalışırken tanımış olsak da... Hoş hiçbir konuda mutabık olamıyorduk ama... Bir görüşmemiz de ikimizin de Ankara'da yaşadığını anladık sonra hemen bir buluşma tavsiye ettim. Kafeye gittiğimizde ikimizin elinde de bir dosya, içlerinde de birçok konuşmadan seçilmiş kısımlar, bazı teorik bilgilerin bulunduğu müsvetteler hatta onun dosyalarının arasında bir kaçta grafike edilmiş istatistikî bilgi vardı. Yani baya kuşanıp düelloya oturduk. Sonra. Sonrasına kaderin cilvesi demek en kısa açıklaması sanırsam. Ben ilk defa o masada yenildim ona. Yani yenildiğimi şimdi anlıyorum. Ne de olsa o, en son çekip gitti ve sorularla baş başa kalan ben oldum... Neyse iyi geceler günlük

Murat günlüğün kapağını kapattıktan sonra ellerini kafasının üstünde birleştirip büyük bir yükü arkasında bıraktığını hissetti ama bu hiçbir şeyin sonu değildi. Zaten tüm noktalar yeni bir cümlenin habercisiydi.

20.gün

Nerde kalmıştım. Ezgiden mi bahsediyordum. Ezgi kimdi ki ya da birisi olması gerekir mi artık. Çünkü şu an sadece bir isim olması gerekiyor, sokaktaki herhangi bir kadının ismi olabileceği gibi. Bana uzanan sigarasını yakmak isteyeceğim birisi gibi. Herhangi birisi. Geçmişten unutmak istediğim bana acı veren birisi ama yinede ateşim yok derken gerçekten sigarayı bıraktığımı bilmesini isteyeceğim birisi, geçmişin yükümlülüklerinden dolayı uzaklaşan değil sadece yanımda çakmak taşımadığım için sigarasını yakmayacağım birisi. Günlük ben bir sigara yakmalıyım galiba, baksana yakıp yakmayacağımın telaşından ne dediğim belirsiz bir halde yazıp durmuşum. Ama ben artık çakmak taşımıyorum bu da bahanem olsun değil mi öyleyse üzgünüm ama sigara kullanmıyorum...

Faturaları hesaplayıp, günlerine baktı. Bir tanesinin son ödeme tarihi çoktan geçmişti ama olsundu EGO merkeze gidip insanlar arasına karışacağına mutlu bile oldu. Gelir gider hesabını bitirdikten sonra faturaların altında kalmış bir mektup dikkatini çekti. Posta pulu ya da bir isim yoktu zarfın üstünde belli ki elden bırakılmıştı posta kutusuna hatta içinde kağıt bile yok gibi duruyordu. Önce apartman yönetiminin yine garip bir fikri olduğunu düşündü ama zarfı açınca, başından aşağı kaynar sular döküldü. İlk başta saçma olduğunu hatta içine girdiği bu halin daha saçma olduğunu düşündü ama olmuştu işte. Üzgünüm çok üzgünüm yazan 10 santime 10 santim bir gıda firmasının reklamı olan bir kağıt buldu o naletli zarfın içinde. "Çok üzgünüm". Yazının kim olduğunu bilmeyi, bilmiş olmayı istemedi. Hatta bunun bir yanılsama olduğunu, bunun saçma bir sınav olduğunu, bunun gerçek olmadığını düşündü. Biraz sessizliği dinleyip, gözü kararmış bir katilin kararından sonraki sakin edasıyla zarfın içine koydu bir bakkaldan alınmış yine muhtemel o bakkalın ödünç kalemiyle yazılmış 10 santime 10 santim bir gıda firmasının reklamı olan kâğıdı. Sonra kalktı yanlarına ak düşmüş salon koltuğundan ve pencereye doğru uzandı. Sonra havanın çok rüzgârlı olmasını diledi...

21. gün

Günlük, sana ihanet etmeyeceğim.

Her ne kadar rüzgâra savursa da aslından hiç çıkmıyordu siyah tükenmez kalemle yazılmış kısacık not aklından. Ama gerisin geri dönmeyecekti. Günlüğe ihanet etmeyecekti. İhanet deyip kocaman büyük bir suç saymıştı, geçmişi...

22.gün
Sevgili günlük,

Ne yapacağımı kestiremiyorum. Bir yanımdan hayat akıp duruyor. Bazen kapılıyorum ve unutuyorum diğer yanımı. Sonra bu yanımın bende epey bir geçmişe sahip olduğunu hatırlıyorum. Ve bunu unutacağımı, unutmam gerektiğini düşününce bu kayıp canımı acıtıyor. Kocaman bir gemi yapıp ateşe vermek gibi işte... Ne gemiler yaktım diyor aşığın biri ne tesadüf!

Murat zaten bugün kendini bir radyo kanalından alamadı. O tesadüfî seçilen, bizden gelen isteklerin zalim, özlemli, slov pop havasından kurtaramamıştı kendini. Gözleri bile ıslanmıştı birkaç sefer. Geri dönmek istediğine yoruyordu notu bazen, bu büyüleyen ritimlerin en iyimser anlarında. Sonra bu umuntunun bir kırıntı olduğunu anlıyordu. Hatta bu düşünce kendisi için daha un ufak haldeydi. Şarkı aralarında yok yok diyerek itiraf ediyordu kendine bunu. Bu gün gelgit havası vardı evde, oturmadı hiç salon koltuğuna. Ara ara bayat kırmızılığa bakıyordu ama hiç durmadı bu gün. Hiç durmadı, efsunu şarkılardı bugünün. Ya da suçlusu belki de zehri.

23. gün

...

Öğlene yakındı kalktığında su içmek için mutfağa yöneldiğinde ağzından daha bir acı koku hoş geldin etti, karışık kalabalık ürkütücü son iki günün birikintisi bulaşıklar. Tiksinip salona döndü. Salonda hiç iç açıcı değildi ama pencereye iyice yanaştırıp yanlarına aklar düşmüş kadife kahverengi eskisi salon koltuğunu, üstüne bağdaş kurarak oturdu. Birkaç defa kalorifer peteklerinin üstündeki günlüğe uzandı ama yazmak gelmedi içinden utandı... Çekindi günlükten.

24. gün

YETER !!!

Saat yedi bile olmamıştı banyodan çıktığında. Bir küfür daha savurdu, banyoda kendini iyice ezdiği yetmezmiş gibi hakaretlerle, mutfaktan gelen acı kokuyu hissettiğinde. Sinirlenerek geçti salona ve beş sayfa kopardı günlüğünden yan çevirip hepsinin üstüne büyük büyük harflerle yeter yazdı. Üç tane de ünlem işareti... Sayfalardan birini yatak odasına, birini mutfağa, birini holdeki portmantoya, birini bayat kırmızının tam ortasına astı. Sonuncusunu da salondaki pencereden aşağı bıraktı. Uçarken, beş harfle katledilmiş koca kâğıt, mutlu hissetti kendini. Sıvayıp kollarını mutfağa doğra yürüdü.

24. gün

Tatlı bir yorgunluk bugün üzerimdeki günlük sana iyi geceler. Artık soru yok, olası soruların cevaplarının da hepsi sende zaten. Merak edersen aç sayfalarını.

Endorfin, beynin mutluluk hormonu. Bünye çalışmaya başladıktan sonra beyin yavaş yavaş verirdi vücuda ki aslında amaç adrenalinle vücudu zinde tutmaktı. Ama böyle güzel bir yan etkisi de vardı işte. Sonrada oksijensiz kalan kas hücrelerinin laktik asitte iyice ezilmesi ve yorgunluk hissi. Böyle mükemmel ve basitti insan. Çarklar dönerken hiçbir dişli batmaz sessizce dönerdi hayat kendi devinimde. Biz çıkmaya çalışırken bu üstün mühendislik karmaşasından o zaman büyülenir anlayamaz olur ve doğaldır ki içinde olduğumuz hayatın bize yabancılığı kendi akışında bizi şok ederdi. Jostein Gaarder beyaz tavşanın tüylerinin en üstüne çıkmakla betimlemişti bu aykırı hali kendi romanının karakterini romanın kurgusundan kaçırırken, ama o da biliyordu ki kurgunun yıkıldığı yer kitabın sonuydu ve belki de böyle anlatmayı seçmişti; bazen düşünmektense yaşamın daha iyi olacağını...

25. gün

Günlük sana sorular sormayacağım demiştim hatırlıyorsun değil mi? Ama vazgeçtim kusuruma bakma artık. Benim yeniden sorularım var. Ama önce cevap veriyorum ki tüm sorularımın cevabı inanmak olacaktır.

Muzip bir çocuğun gülümsemesi vardı yüzünde bu şizofrenik, günlükle konuşurken ki halinde. Ama yasaklar koymanın ne denli yasağa susattığını biliyordu. Zaten aşktan kaçarken de sorulardan kaçarken de hiç başarılı olamamıştı...

26.gün ...

22 Ocak 2009 19-20 dakika 21 denemesi var.
Yorumlar