Hüznün Başkâtibi
Bilenler bilir Murat nehrini; sadece coğrafik bağla bağlıdır Genç'e, ilgisiz ve sesiz akan yalnızlıktır çoğu zaman. Karasalın insanları onu kendine, kendilerini de ona ait hissetmez vesselam. Karamsar doğar burada güneş, düşmek istemez yağmur, oysa kar en güzel elbisesidir, yalnızlığa kıyısı olan bu şehrin.
Ruh beden hapsine düştüğünden beri, ayrılık acısı kök saldı insan bedenine. Ney'in vatan özleminden inlemesi gibi, ruh da kendi yurduna vuslat ile yanmakta. Sanatlar ve dinler hep bu dönüşün yol aramaları. Yabancısıdır ruh bu âlemin, oysa süslü bir vatanıdır dünya, balçıktan yapılma bedenlerin. Yalnızlıkta yoğrulur tüm hayaller, edebiyatla, şarkıyla ve şiirle açılır özlenen/hayal ülkesine pencereler. Kimileri için dindir, mahpus hayatın ahrete giden kapısı. Mükemmel âlem tasviri içinde olanlar, itibar etmez pek, doğanın lütuflarına ve bu yüzdendir yalnızlıkları, karamsarlıklar. Lakin yorgunluğun başkenti Şehr-i Genç'in kasveti bu sebepten midir bilemem.
Koca insanlık tarihini damıtsak; geriye hüzün, keder, elem ve yalnızlık kalır. Dünyaya her darıldığında, yokluk denizi sarar insanın dört bir yanını. O vakit düşünürüz, yok mudur bu makûs tarihin devası...
- Aşktır; insanla var olan, çağlardır eskimeyen, soluk gönüllerin şifası. İnsan iki boyut, bir yanı bütün bayağılığı barındıran balçıktan yapılmış beden, öteki yan ise güzelliklerin toplandığı 'nurani' ruhtur. Peki, Aşk nedir? Beden de âşık olur, ruh da; keza ruha da âşık olunur, bedene de. Aşk; yokluk denizinde çürüyen insanı 'mana âlemine ulaştırmanın ilacıysa, beşeri ve dünyevi olamaz' der tassavuf. Fanilik giydirilen her aşk solmaya mahkûmken, nurani ruha duyulan aşk ise ebediyete ulaşır. İlahi/kutsal olsa da aşk, hasreti çekilen yere ulaşmak için aracıya ihtiyaç duyar. O da dünyevi hayatın sahibi olan bedene mahkûm olan ruhtur; hakikate ancak başka bir ruha-ait olduğu bedene duyulan aşk ile ulaşılır. Zira geçkinler diyarına konargöçerdir ruh; bir gölgesidir hakiki aşkın ve ancak bir bukle sunar dünyada, engin aşk vahasından.
Ey hüznün başkâtibi; yalnızlığın efendisi, soğuk bir kış akşamında cadde boyu uzanan evlerin bacalarından çıkan dumana beni ağlatman neden? Mademki aşkın sahibi sensin, kömür karası bir çift göze, balçıktan bir tene sen değil misin, aşkı giydiren? Sen değil misin yalnızlığa can verip, onu bize sevdiren? Sitemkâr diyorlar bana, bedenine tapanın, ruhuna vuruldum oysa. Beni sana getiren yolları tıkamışlar, aşkın adını günaha çıkarmışlar.
Ey sevginin nüktedanı, aşkın en üst makamı, ya lütfet onlara çokça ebedi aşkından, ya da mahrum et beni onların fikir ve bakışlarından.
NOT: Yazıda geçen Genç; Bingöl'ün Genç ilçesidir, Murat nehri de bu ilçeden geçmektedir. Yazının konusunu oluşturan da ilçenin kasveti ve yalnızlığını sırtlanan gayrı memnunlardır.