İstanbul Sözleşmesi Kavramları

Dönemin AKP hükümeti; kulağa hoş gelen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adı altında, masum mazlum, şiddete uğrayan kadınları korumak amacını ön planda gösteren, Avrupa Birliğinin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği esasına dayanan İstanbul Sözleşmesini 2011 yılında imzalamış ve 1 Ağustos 2014 de yürürlüğe koymuştur.

Şimdi bende dışı tatlı gibi görünüp bal şerbeti gibi sunulan ancak yıllar sonra içildiğinde içinden zehrin ortaya yayıldığı ve özellikle inançlarımız referanslı olarak asırlardır oluşan temel aile yapımızı ifsat etmeye başlayan bu malum sözleşmenin ne olup olmadığı hakkında bir iki konuya değineceğim acizane.

Bundaki amacım ise büyük çoğunluğu deryada balık gibi yaşayıp suyun içinde olduklarından haberi olmayan ya da karada yaşasalar bile adeta bir sürü psikolojisi ile yaşayan bir kısım benim gibi insanları uyandırmak.

Avrupa Birliğinin iki kurucu ülkesinden biri olan ve geliştirilmesinde en büyük paya sahip, öncü ve güçlü devleti olan Almanya neden acaba bizden 4 yıl sonra 2018 yılında bu sözleşmeyi imzalamıştır.

Hiçbir ön hazırlık yapmadan toplumun farklı kesimlerinin, ilgili kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınmadan, kamuoyu bilgilendirilmeden, tartışılmadan henüz daha bugün bile Sözleşmeyi kabul etmemiş, onaylamamış ülkeler varken bu acelecilik neden acaba.

Bu aynı zamanda bir tutarsızlığın ve Avrupa Birliği’ne her ne pahasına olursa olsun mutlaka gireceğiz düşüncesinin sevdası olmasın ?

Bu sevdanın bir diğer önemli sebebinin ise bu sözleşme kapsamında yapılacak her yeni bir etkinlik için Avrupa Birliği ve ABD’nin para musluklarının akıtılmakta olduğu olmasın?

Avrupa Birliği ve ABD her konuda olduğu gibi, çeşitli vesilelerle evrensel değerlerin, kavramların önce içini iyice bir boşaltır. Sonra ona yeni anlamlar yükler. Dışını cilalayıp bal sürdüğü bu yeni oltası ile avlama yapar. İşte yine böylesi bir avlama neticesinde, esas amacı aile sistemimizi parçalamak olan bu sözleşmenin dayandığı kavrama bir göz atalım.

Toplumsal Cinsiyet EŞİTLİĞİ : insanın yaratılışından, doğuştan gelen biyolojik, fiziksel ve psikolojik kadın erkek farklılığını görmezden gelerek, kadını ve erkeği birbirine önce eşit kabul etmek sonrada bunlardan cinsel tercihleri farklı olanlarını da (LGBTTI) bunlara eşitlemek. Amaç bu.

Formüle edersek. Kadın ve erkek resmi makamlar nezdinde eşit haklara sahiptir. Kadın ve erkeğin cinsel yönelim açısından hastalıklı düşünce yapısına sahip olanları da aynı haklara sahiptir. Yani erkek erkekle, kadın kadınla evlenebilir demek bu.

Peki kabul edelim ki kadın ve erkek yaratılış tan gelen farlılıkları yok farz edilerek birbirine eşittir, dolayısıyla eşit haklara sahip olmalıdır.

Bu elmanın armuda eşit olduğunu savunmak gibi bir şey. Eşyanın tabiatına aykırı bir durum.

Eğer eşit ise elmanın renk koku ve tadı da armut ile aynı olması gerekmez mi ?

O zaman erkeğinde kadın gibi çocuk doğurması ve kadının da askerlik yapması gerekmez mi?

Erkeklerde doğum yapmanın ayrıcalıklı haklarından yararlanırdı. Doğum izni, süt izni v.s gibi. Yurt savunmasında da erkek kadın sorumluluk eşitliği sağlanmış olurdu, değil mi ?

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği; sanki adaleti eşit dağıtalım. İyiliği güzelliği her iki cinse de eşit verelim gibi sunulmaya çalışılarak tuzak kurulmaya çalışılıyor. Ancak yapılmak istenen o değil. Kadın ve erkeğin yaratılıştan gelen farklılığını yok sayarak sonradan topluma meşru ve masum gösterilerek ortaya çıkartılan cinsel yönelim biçimlerini de haklar bakımından eşit hale getirmek.

Görüldüğü gibi bu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği düşüncesi, deli saçmasından başka bir şey değil.

Peki bu deli saçmasına dayanan sözleşme uygulandıktan sonra neler olmuş.

Bu yasal metinden ve Avrupa Birliğine girme ateşini sürekli yanık tutmayı vazgeçilmez temel politikası olarak benimseyen AKP iktidarının bu olumlu tavrı neticesinde LGBTTI dernek ve teşkilatları, 2007 yılında Fransız Kültür Merkezinde çeşitli etkinlikler ile İzmir, Antalya, Mersin, Kocaeli, Tunceli illerinde Onur Yürüyüşü etkinliği düzenlemişlerdir.

Eş cinsel ve türevlerinin (LGBTTI) sahibi olmak utanmazlığının onur yürüyüşü bu!

Benzer hastalıklı arızı ilişkileri toplumumuzda meşru gösterme gayretlerini anlatmaya kalksak bu yazıya sığmayacağı çok açıktır.

Ancak şimdilik iki örnek vermekle yetinelim. 2007 yılında Tekirdağ’da iki kadının eş cinsel evliliğini ilan ettikleri, 2014 yılında ise İstanbul Boğazında bir tekne de iki erkeğin eş cinsel evliliklerinin düğününü yaptıkları haber olarak yayınlanmıştır.

Merak edenler için utanmazlığı onur sayan ve bunu meydanlarda haykıran LGBTTI’nin açılımını da verelim de kısaltmanın anlamını açıklamış olalım.

L= Lezbiyen

G= Gey

B= Biseksüel

T= Travesti

T=Transeksüel

I = İnterseksüel

İstanbul Sözleşmesi kapsamında kendisini Muhafazakar; milletimizin inanç değerlerini ve hassasiyetini odağa alan, Demokrat ise herkes için özgürlüğü savunan olarak tanımlayan AKP iktidarının Avrupa Birliği sevdası amacını gerçekleştirmek amacıyla yürürlüğe koyduğu İstanbul Sözleşmesi kapsamında ülkemize soktuğu diğer kavram ve düzenlemeleri ileri ki yazılarımda ele alacağım.

Şimdilik Allah’a emanet olunuz, sevgili okuyucularım.


31 Mayıs 2020 5-6 dakika 6 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar