Merhaba

Merhaba, küçük dostun çok uzun zamandan sonra sana geldi...

Sığınacak bir liman arıyor belki... Sen benim neyimdin? Bir zamanlar her şeyimdin şimdi geçmişte kalan çocukça yazılmış bir hikâyenin önsözü gibisin...

Merhaba ilk heyecanım, seni çoğu zamanlar kendimle bile paylaşamadım, hep gidersin korkusuyla yaşadım, sonunda da gittin...

Aşk vazgeçmek midir? Peki, öyleyse mücadele aşkın neresinde? Hiçbir şekilde olmayacak bir duaya el açmak gibiydi benimkisi...

Hayatın tek bir anlamı vardı o zamanlar, yine yalnızca sana dair. Yüzünü görmesem güneş doğmazdı, sesini duymasam ilkbahar sonbahara adanırdı...

Sen mutlu ol diye, mutluluklarımdan bir parça bile olsun sana ayırırdım...

Aşk mıydın ki sen? Çocukça bir hayalin ortasında, gençliğin ilk sancılı anlarında yalnızca sana kanmam günâh mıydı ki?

Biliyordum, sevmezdin ve benim istediğim gibi beni göremezdin. Sadece varlığını hissetmek, ölü bir ruhun tek tesellisiydi...

Sonra çok zaman geçti, büyüdü o çocuk... Ama bak, o küçük dostun çok uzun zamandan sonra yine sana sığındı işte! Misafir kabul edemeyecek kadar yoruldun öyle değil mi?

Hayallerin de büyüdüler seninle beraber, en olmazları çıkardın hayatından tıpkı benim gibi.

Yalnızlığın söyleşisi gibiydi hislerim... Ben sana açılır, sana dökerdim içimi... Sen yüreğinden bile gizlerdin en çok sevdiğini...

İmkânsızlığın ortasında iki yürek... Ben seni, sen sevdiğini severken aramızdaki tek bağ çocukluğumun unutulmazlığında adının gizli kalmışlığında, hıçkırıklarımın sorgusunda yalnızca senin sesin... Ben o sesi, o gülüşü unutalı çok zaman oldu.

Çocuktum, çocukluktu diyeli çok oldu... Küçük dostun büyüdü yani... Peki sen?

Çok doğruymuş, neden bir şeylerden vazgeçmeden önce duyuramıyoruz ki sesimizi?

İçimdeki çocuk seni özledi, o çocuk hâlâ seni hissediyor akıttığı her ürkek gözyaşında!

Senden kalan tek bir anı var gözlerimde şimdi... Aşk mıydın ki?

Çocukluğun vermiş olduğu anlık duygular, zamanla güçlü bir bağa dönüşebilir mi?

Ama geçmedin mi? Sana verdiğim tahtın tapusunu en çok sevdiğime devretmedim mi?

Sen de razıydın gitmeye, zaten olmayacak bir duaya âmin demek niye?

'Hasret' şarkısı kulağımda şimdi... Dinlerken çocukluğumu, çocuksu duygularımı, ve küçük dostunu senden ayıracağımı bilemedim ben...
Her şeyi bilen olsaydık yangın yeri olur muydu yüreğimiz? Küçük dostun çok uzun zamandan sonra karşına çıktı işte! Küçük dostun yaşı kadar mı sevdi, yaşından büyük, çokça mı sevdi hiç düşünmedi... Düşünseydi, belki de bağlanırdı deli deli. Bir başkasına kapılması mümkün olmadan, yalnızca sende teselli bulmaya çabalarken ölürdü belki de, kimbilir?

Hak, emek harcayana mı helâl edilir? Feda ettiğim çocuksu hayallerim, en güzel ümit dolu gecelerim, yanında kaldığım, gülüşünü izlediğim sımsıcak günlerim ne olacak peki?

Hangisine ilk demeli? Hiçbir şey yaşamadan, saf duygularla bağlandığın çocuksu bir aşkın ateşine mi? Çok şey yaşadığını sanıp, aslında hiçbir şey yaşayamadığın, esip giden bir sevda yeline mi?

'Hasret' şarkısı çalıyor... Arkadan çocukluk hayallerim koşarken, baksana küçük dostun sana geliyor. Almazsın içeri, o çocuk çok yaş yaptı, sevdi, sevildiğini sandı, yenildi...

En saf duygularına, hançerini batırdı, yendiğini sandı kaybetti...

Bu bir olgunluk çağrısıdır, büyüdüm ve de büyümeden önce vedalaşmam gerek, demek; diyebilmek... Çok sonrasında bile en azından hayaline sımsıkı sarılıp, gözyaşlarını durmadan akıtabilmek...

Hoşça kal, yıllar geçince anlıyor insan, kaç yaşında olursan ol, istersen hiçbir şey yaşama, ufacık bir ilgi olsun, çocuksu bir hayranlık, ya da tek bir heyecan olsun, kim gelirse gelsin, içindeki çocuk hep ama hep ona gidiyor...

Sımsıkı sarılsam sana, ağlasam... Korkuyorum desem, haykırsam?

Hayat zormuş, şimdi anladım desem dert yansam... Elimden tutmazsın, küçük dostunun yarası yine içinde kalır, sen anlayamazsın...

Bir gün belki de bir nişan yüzüğü olacak parmağımda, bağlılıklar içerisinde biraz daha kaybolacak çocukluğum, çocukluğumdaki sen, küçük dostun...

Hangi yaralarda kabuk bağlayacağımı bilmiyorum, çarelerim değişecek, söylemek istediklerimi düşünecek, tartının iki kefesine de doğruyla yanlışı koyacağım, tek bir kefe çalışmayacak...


Elimden tutardın, akıp giderdi zaman... Ne de güzeldi, büyü, büyüyünce bozuldu...

Sanırdım ki hayat seninle geçecek, bedenim gibi yüreğim de büyümeyecek...

Bak işte, küçük dostun büyüdü... Tebessümlerinin ardında gizliydin, yanlışlarının ortasında yankı gibiydin ama duyan olmadı...

Uzadı yine yıllar gibi bu satırlar... Küçük dostun yoluna devam ediyor, ellerini uzatsan son kez onu yolculuğuna uğurlamak için...

Baksana hıçkırıklarla ağlıyor, acıyıp da kucağına almayacak mısın? Küçük dostunun, çocuksu yaralarını merheminle sarmayacak mısın? Söylemedi sana hiç ama o senin yanında güven buldu, artık çaresizce içimde saklanıyor...

Olgunlaştıkça içimde ölüyor, özür dilerim ama bunun başka bir yolu yok...

Sen aşk mıydın ki? Bunun cevabı bile yok... İnkâr sahnesinin perdesini aralamaya da hiç gerek yok... Uzatma ellerini, artık lüzumu yok, o öldü; içimdeki çocuk öldü...

Hayalin de terk etmiş bile beni, diyecek sözüm kalmadı, artık sözüm yok...

07 Kasım 2011 5-6 dakika 464 denemesi var.
Yorumlar