Travma

1

İnsan bedeninin kendini korumak üzere aldığı önlemler hayranlık uyandıracak düzeydedir... Kimi zaman panik halinde bilmez insan neresinin kesildiğini; acı hissetmez... Kimi zaman kaynağını bilmediği bir güç ve dayanıklılık gösterir tehlike anında... Nasıl kaldırdı o ağırlığı? Nasıl koştu o mesafeyi? Nasıl dayandı? Anlayamaz...

Şuurun kaldırabileceğinden fazlasıyla karşılaştığında ise beyin...
Altından kalkamadığını derinlere gömer...

Şaşkınlık ve yetersizlik dolu bebeklik dönemleri hatırlanmaz...
Ani kazalar o anda silinir hafızadan...
Bazen insanlar...
Olaylar...
Sözler...

Ancak öyle dehşetli ve akıl almaz bir şey vardır ki her insanın hayatında...
Beyni bu en ani, açıklanamaz ve rahatsız edici deneyimi tamamen gömer...

2

Travmaların en büyüğü........ sonsuz bir zamandan beri adeta yokken......... bir anda ortaya çıkmaktır!

Bilinmeyen bir evrende... Bilinmeyen bir dünyada... bir anda doğmak!

Doğmanın dahi ne olduğunu bilmeden...
Gülen yüzler ve bir şaplak! (İşte bu şaşkınlığa ağlanır...)

3

Doğanın "büyük travma"yı atlatabilmesi için insanoğluna verdiği en büyük armağandır gaflet... Bu dünyada hayretten aklını kaybetmemesi ve işlerini görebilmesi için bahşedilen unutkanlık ve rüya hali; hayata bir başlangıç yapabilmesi için nimettir... İşte ancak bu şekilde sanki hiçbirşey olmamış gibi hergün işlerine gidip, evlerine döner insanlar... Bu hayret verici varoluşun ortasında günlük uğraşlarını düşünmekle geçer zamanları... Evlenir, aileler kurar, çocuk sahibi olurlar... Eğitim görür, iş sahibi olur, tatillere çıkar, spor yapar, politika ve sosyal faaliyetlerle uğraşırlar... Sevdikleriyle günlük hayatın iniş - çıkışlarını konuşurlar... Ve sayısız uğraş edinirler; hatırlamamak için...

Nadir anlarda...
Sessizlikle başbaşa kaldıklarında ise... Bedenin, beynin ve zihnin alarm zilleri çalmaya başlar! Çünkü sessizlik ve dinginlik, geçirdiği travma sonucu gömdüğü ve unuttuğu ?şey?i ona tekrar hatırlatma potansiyelini içinde barındırır...

Hemen canı sıkılır insanın...
Bu durum biraz daha devam ederse; o boşluk, o sessizlik korkutucu olmaya başlar...
Çoğunlukla ya bir kitap aklını dağıtmasını sağlar... ya bir ses veya biraz müzik, derinlerde her ne varsa işte onun geri gelmesini önlemesine yardımcı olur...
Kimi zaman da düşünceler koşar imdadına; geçmiş veya geleceğe ait...

Şükürler olsun...
Kapı çaldı...


4

Düşünce kalabalığı, oyalanacak aktiviteler ve gürültü onun emniyet sübabları olduğundan, yaşadığı dünyayı şekillendirirken her an bu üçünün varolabileceği ortamlar yaratma zorunluluğu hisseder... Gürültülü şehirlerden gürültülü tatil bölgelerine gitmesi, koşuşturma dolu bir çalışma sürecinden sonra aktivite dolu tatillere çıkması, onun boş zamanlarında ?sessiz kalma korkusu?na karşı aldığı önlemlerdir... Çünkü tanımadığı ve bilmediğiyle yalnız kalmaktan korkar insanoğlu... Özellikle de kendisiyle...

Bu nedenle gürültü onun en derin bağımlılığı, en yoğun zikri, en büyük afyonudur... Bulamadığı anlamı ve dolduramadığı boşluğu unutma yoludur...

5

Kimilerinde ise doğanın ve toplumun aldığı önlemlere rağmen açıklanamaz eğilimler ortaya çıkar... Hayatı yolunda(!) giderken, o, ortaya çıkan farklı bir sezgi tarafından dürtülmeye başlar...
Ben kimim?.. Nereden geldim?.. Nereye gidiyorum?.. Burada neler oluyor?..

Alışılmadık bir şekilde, kitlelerin düşünmeye karşı büyük kalkanı olan "bunları fazla düşünmek iyi değildir" sloganı da onu yolundan çevirememiştir... Bu sloganı benimseyenin zaten aklını çoktan günlük oyunlarına kurban etmiş olduğunu algılamaya başlar... Bir iş bulmak ve karnını doyurmak için aldığı eğitimin ve yaptığı işin zamanla kimliği ve hayatı halini aldığının bir anlık kavrayışı dahi, genellikle, o insanın yönünü bir daha geri dönmemecesine değiştirecektir...

Kimileri buna uyanma sürecinin başlangıcı dese de; travma sonucu oluşturdukları oyuncaklarla son derece ciddi oyunlar oynayan ezici çoğunluğun kurduğu sisteme aykırı ve yabancı olan bu eğilimin cevabı sistem doktorlarının çoğu tarafından da verilemeyecektir... Ancak bu durum, onların gözlemlenen semptomlara isim takmasına engel değildir... Nasıl isim takmışsa insanoğlu ?sonsuzluk? ve ?Yaratıcı?ya, ne olduklarını idrak edememesine rağmen; aynı şekilde gördüğü her "farklı olan"a da isim takabilir aynı şekilde... Böylece dışarıdan açıkça ?bilmiyorum? veya "anlamıyorum" demekten kurtulurken, kendi benliklerindeki öz imajlarının da dengesini korumuş olurlar...

Toplumca makul ve kabul edilebilir düzeyde bir sorgulama ancak arada sırada ?Sahi ne yapıyoruz burada, değil mi?? diye sormak ve kahveden bir yudum daha almak yoğunluğunda olmalıdır... Buna inanan kalabalıklar için bundan fazlası "gerçekten fazla" olacaktır... Ve bundan fazlasının gündeme geldiği anlarda tek çözüm "oradan gazla" olacaktır... Bir yandan da böylesine mizah doludur insan ırkı...

Travmanın sonucunda girdiği rüya durumundan uyanmak isteyen bir birey, kimi toplumlarda hemen gözetim altına alınarak normale(!) döndürülmek üzere yardım(!) görür. Çevrelerince yapılan uzun telkinler sonucunda kitlesel rüyaya tekrar katılmayı seçenler; travmatik toplumları tarafından sevinç ve coşkuyla karşılanırlar... Tedavileri(!) tamamlanmıştır! Bu sağlıklı(!) halinin devamı artık yakın çevresinin bir yandan günlük telkinleri sürdürürken, bir yandan da ona "yeni meşguliyetler" yaratmasına bağlı olacaktır...

Kimileri de bu "özel çaba"yı; rüyalarından memnun olan kitlelerin deliliklerini savunma refleksi olarak yorumlar... Bazı toplumlar ise, o bireyde bir "potansiyel"in harekete geçtiğine inanır ve bu duruma destek olurlar... Ancak bu birey, toplumunun genel anlayışlarıyla çelişecek cevaplara ve anlayış mertebesine ulaştığında, alacağı tepkiler yine aynı olacaktır : Onu maddi değil ama spiritüel bir rüyaya geri döndürme çabaları! Kendi görüdüklerine...


6

Bu bireylerden bazıları, sezdiklerinin derinliklerine indikçe şaşırtıcı sonuçlara ulaşacaktır... Tüm dünya, varolduğunun farkındalığından neredeyse tamamen uzaklaşarak hiçbir şey olmamış gibi davranmada son derece istekli olanların işlettiği bir rüya makinası gibidir... Doğanlar bu rüyayı görmek üzere eğitilmekte, programlanmakta ve onlar da çocuklarına bu rüyayı görmeyi öğretmektedirler... Bir anda ortaya çıkıverdikleri ve hiçbir büyük soruya cevap bulamadıkları bu varoluş onları o kadar rahatsız etmiştir ki, çocukluklarında sordukları hakiki sorulardan ümidini kesip, sorgulamadan ve düşünmeden öğrendiğini diğerlerine aktaran, otomatik ve programlı robotlar olmayı seçmişlerdir birçoğu... Peki kim yaşıyordur o hayatları?

Tabular, inançlar, gelenekler ve görenekler yaşar insanlar üzerinden...
Tek yaşamayan ise, o insanların ?kendileri?dir...
Canlı olmakla yaşamak aynı şey midir?
Bitki veya hayvan olmak ister miyiz, onlar da canlı diye?
Ölüm gibi mi gelir bu "onlara göre yüksek" farkındalığımızı kaybetmek?
Yaşam farkındalıksa eğer, ne kadar farkındayız olup bitenin? Ne kadar canlıyız?

Afyon arar insanoğlu kendisiyle yüzleşmekten kaçmak, kurtulmak için...
Ve sonunda aradığını bulur... Elbette ?afyon? yazmaz bulduğunun üzerinde... Ciddi, önemli ve yararlı bir iş gibi görünmelidir... Sadece diğerlerine değil; başta kendine...

Bu kaçışı haklıdır bir bakıma... Çünkü ayılmak isteyen tabularına balyoz yer... Ve hemen kaçar, afyon çekmeye... Egosunun sarsılmasındansa, uyuşarak ölmeyi yeğler...

7

Uyurgezerler arasında bir anda farkındalığını geri kazanan ve uyanmaya başlayan biri ne yapacaktır peki? Kime anlatacaktır içindekileri? Kiminle paylaşacaktır?

Kendi içindekiyle dost olana kimselerin dost olamayacağını söylemiştir uyananlardan biri... Uyumayı seven, onu uyandıracak herşeye düşman olacaktır...
Bu; kendi hakikati, özü veya ruhu olsa dahi...

Uyanmak isteyen; yanlızdır...
Ve bu yanlızlık kalabalıklarla giderilemez cinstendir...
Sadece bu derde sahip bir diğeri...

Bu kalabalık ama ıssız evrende...
Bir dost...

20 Nisan 2009 7-8 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar