Gökten Çok Ayva Düşmüş

Evler saman içinde, tüccar talan içinde; develer uçmaz iken, balıklar koşmaz iken, ülkelerin içinde, ülkülerin peşinde bir ülke varmış.

Diye diye kalemistan demişler. Her kelamdan yemişler, her kalemden dermişler. Velhasıl kelam, ahalisi kalemlere o kadar heves eder imiş ki, her ülkeden çeşit, çeşit, allımı allı, pullu mu pullu, güllü mü güllü ne kadar kalem varsa derleyip,
toplayıp getirmişler.

Az diyelim öz olsun, söz dizelim tez olsun; dolma kalem, kesme kalem, çalma kalem, çıkma kalem, çırpma kalem, çakma kalem yapma kalem, dönme kalem, yetme kalem... ne kadar çengelli çengelsiz kalem çeşidi varsa bulunur olmuş. Olmuş olmasına da bu kadar kalem çeşidinin arasında kurşun kalem yok olmuş.



Meğerse memleketteki kalemtıraşlar basma, yayma, dağıtma, düzleme, işlerinde o kadar uzman olmuşlar ki bu eylemleri yapa yapa yiyecek, yutacak; kesecek, kırpacak tek kurşun kalem dahi bırakmamışlar. Bu işgüzar kalemtıraşlar nerde bir kurşun kalem bulsalar hemen üstüne çullanır, kenarından köşesinden çekiştirip, önünden arkasından büzüştürüp, kırparak, tır tarak, çekerek koparıp, yiyip bitirirlermiş.


Bu kalemtıraşlar bir yazının bir köşesine postlarını serer, çakma kalem, çıkma kalem, dolma kalem gibi çeşitlerin tatlarından hiç hoşlanmazlarmış. Zati onların eti yenmez, kemiği kemirilmez, tatları, kokusu da bir halta yaramadığından etrafta bulunmalarından da hiç gocunmazlarmış. Bu kalemtıraşlar dahi sıfatları sayılan iş bu kalemlerden üçer beşer yanlarından bulundururlar bu cicili bicili kalemlere bakıp bakıp kurşun kalemleri kırpmanın, koparmanın hayaline dalıp dalıp efkârlanırlar imiş. Velhasıl ülkedeki üç kişiden dördünün böylesi kalemleri bulunurmuş amma kimsenin kurşun kalemi kalmamış. Ülkenin onca kalemşoru, şilahşörü, yabankazı, gâvur sazı, ince belli, dudu dilli, şom ağızlı, bom sakızlı, cart markalı, curt tafralı erkeği dişili ne kadar çerme çeşit âdemi var ise hepsine haber salınmış ki : ? İş bu kalemden var mıdır? Yok, mudur?" diye

Az sormuşlar, çok sormuşlar, dere tepe düz sormuşlar vesselam bulamamışlar. Amma ki ülkenin Başboğaz'ının, Boşboğaz oğlu tutturmuş da tutturmuş ki " ille ki ben o kalemden isterim."

Bulunamayınca da Boşboğaz yataklara düşmüş, eriyip biter olmuş. Boşboğaz'a soldan bakınca donu düşen, sağdan bakınca giyinen,

ecili, bücülü, çakmalı, çıkmalı, dolmalı, dolmasız ne kadar kalem getirmişlerse de o yutmamış. Sahtelerini alıp kokluyor, özlediği kokuyu alamayınca bin bir çeşit ustanın bin bir emekle gavuristandan özel gelen naylonlarla yapılmış kalemleri
kaldırıp atıyor "Dedemin kaleminden isterim" deyip zırıl zırıl zırlıyormuş. Kalemşorlar, şilahşörler, yazmacılar, basmacılar, çıkmacılar, çakmacıların hepsi başucuna gelip " Bu kalem âlemin en iyisidir" deyip bin yeminle tasdik etseler de Boşboğaz bir türlü ikna olmuyormuş. Boşboğaz ara sıra " Bunca şahit böyle dediğine göre belki doğrudur" deyip kuşkuya düşünce alıyor, yazıyor; kurşun kalem gibi yazmadığını, dedesinin getirdiği kalem gibi kokmayıp bir takım ecnebi kokular geldiğini anlayınca ver yansına başlıyormuş.

Bu işe çare bulunamayınca çakma küplere binen Başboğaz çıkma kalemleri kırıp dökerek bas bas bağırmış. Âlimlere, sanatkârlara, tacirlere, tüccarlara, işçilere ustalara deyip düzmüş." Bu memlekette bu kalemden yok mudur? Hadi bulamıyorsunuz yapanı da yok mudur?" diye söylenip durur imiş. Ahali ne yapmış ne etmiş bu derde çare bulamamış. Üstelik bunca marifetli cicili, bicili, çakması, çıkması varken Boşboğazın bu dertten ölmesini de bir türlü anlayamıyorlarmış. Taa gâvuristandan getirtilen naylonlardan, kokulardan yaptıkları kalemlerin hiç birini Boşboğaz bir türlü beğenmiyor dır dır ediyor; eriyip, çürüyormuş.


Bulunamayışına sebep kalemtıraşların olduğu anlaşılınca, onların katline karar vermişler. Ama şirketleri geniş, sermayeleri gani, halıları da uçan halı olduğundan kalemtıraşlar ortalıktan kayboluvermiş. Giderlerken de zaten kesip, kırpıp, yeyip yutacak kalem kalmadığından üstüne bir de tef çalıp dümbelek yutuvermişler. Vesselam Boşboğaz'a sahtesini yutturamayacağını anlayan ahali gerçek bir kalem bulmaktan başka çare kalmadığına dank etmişler.


Sayrılar gönderilmiş, postalar çıkarılmış, gümbür gümbür çalınmış ki " İş bu kalemi bulan, gören, duyan, yapan getirene şunca ödül var" diye bunu duyan Boşoğlan'la, Hoşoğlan az gitmemiş çok gitmişler vara vara Cumhur Baba'nın' yanına varıp ondan akıl dilemişler. Hikâyeyi dinleyen Cumhur Baba' yı almış mı düşünce! Efkârından kara kara kaşları, kömür kömür saçları, katran gibi sakalları bir anda ağarmamış mı? Elma yanakları saman sarısına, kiraz dudakları buğday ölüsüne dönüvermiş. Oğlancıklara : " Oğulcuklar ben bu dertten ölmeye ölmem de ben iyileşene kadar siz durun derdinize çare olurum " demiş.

Demiş demesine, iyileşemiş iyileşmesine de bu derde çare bulmaktan öte ?Bu millet nasıl geldi bu hale? diye düşünmekten yaban menekşesi gibi morara morara
boynunu büke büke zavallı Cumhur Baba o günlerden sonra olmuş mu Kambur Dede.

?Var varanın, sür sürenin; destursuz bağa girenin hali budur ? derler. Kara kara kaşınıza kar düşmesin. Katran katran saçınıza ak girmesin. Ömrünüz çınardan uzun, güzünüzde meyve olsun. Çağıl çağıl akan çiğdem kokulu çaylara asitler dökülmesin. Dalınızda bülbülünüz, bağınızda gülleriniz kurumasın. Karşı duran yayla, yaylak, ulu dağlar otağ olsun. Özünüzde dirlik özü, sözünüzde mertlik sözü bulunsun. Derilsin dürülsün bir cennet mekân olsun.

Diyelim de ne diyelim. Kambur Dede, almış yanına Hoşoğlan'la, Boşoğlan'ı düşmüşler yola düşmesine de Kambur Dedeye bir hal olmuş. Nerde bir ağaç görse dallarına bakar durur; şöyle bir türkü tutturur olmuş:

İğde dalın dertlerime güler mi?
Sahte tavuk tencerede pişer mi?
Naylon ayı şu kayada poz verse
Köylü sülün saçlarına işer mi?

iğde görüp iğde keser, kiraz görüp kiraz keser olmuş. Nerde bir gül dalı görse bu sefer de eline kulağa atar:

Yapma bülbül gül gönlünü çelemez.
Dönme kuşlar keklik gibi gülemez.
Fabrikadan yâr çıksaydı bizlere
Şeyda gönlüm gerçek yâri bilemez

Deyip dururmuş.

Sonunda Hoşoğlan'ı dal beygiri, Boşoğlan'ı kömür katırı gibi yüklemiş. Yüklemiş de ha babam sırtlarına yüklemiş. Gâh durarak, bir çimerek, sap yakıp, saman yutup gide gide Kalemistana varmışlar.

Kalemistan'ın dükkânlarının vitrinlerinde naylon adamlar, naylon kadınlar ve çocuklar varmış. Kambur Dede Selam vermiş almamışlar. Onlara dokunmuş onlar ses vermemişler. Alçıdan ellerini tutunca tenlerinden bir sıcaklık duymamış. Kalıp bir ifadeyle donmuş bir bakışla hep görmedikleri bir yere bakıyorlarmış.

Yollardaki adamlar, kadınlar bile aynı imiş, adamlar mankenlere, mankenler de adamlara benzer imiş.


Kara kara düşünerek, ıkın dökün yıkın sökün kaşınarak çıkmışlar Başboğaz'ın yamacına. Bizimkileri allamışlar pullamışlar, hoş sefa dilemişler, altlarına yaylı koltuk, önlerine masaları sermişler. Kılkuyruk çeketli garsonlar, pon pon popolu tavşan kızlar önlerine koşu vermiş. Ellerinde süslü süslü tepsiler, allı morlu kadehler, tabaklarında çekyatlarla kanepeler gelip çadır direği yutmuş gibi dimdik durarak kimi ? Ne içersiniz? kimi ?Ne alısınız? diye soruverirlermiş. İçeceklerden ayran, yiyeceklerden kıymalı börek bulamayan Kambur Dedeyi sıkıntı basmış. Ayranı tarif etmiş getirmişler bir rakı. Ispanaklı börektir zannedip aldığına da, demişler ki bu kanepe. Neyse ki Kambur Dede köfteye benzettiği Hamburger, domatese benzettiği hormontesten yemeye razı olarak karnını doyurmayı başarmış. Ayran niyetine rakıları yuvarlayan Hoşoğlanla, Boşoğlan zıbarıp kalıvermiş.

Kambur Dede bakmış ki ağaç sandığı masa naylon ağaçtan sahte, yerlerdeki halılar ipliklerinden sahte, oturduğu koltuğun derisi naylondan bile sahte, giyilen kumaşın yünleri sahte, tutuğu bardağın camları sahte, gördüğü her suratın renkleri sahte, velhasıl her ne görmüşse gördüğü her şey sahte. Neylesin Kambur Dede?

Sahte topraktan yapılmış vazodaki naylon gülleri eline almış Kambur Dede, varmış Başboğazın yanına. Demiş ki : ? Bu güller bizim bostanın güllerinden çok güzel
görünürler ama nedense bunları koklamakla, bunlara dokunmak; bostan güllerine dokunmak ve güllerini koklamakla aynı şey değil. Sence sebebi nedir?? Başboğaz karşısındaki kamburun cehaleti karşısında diyecek bir laf bulamamış.
?Senin dediğin güller bir günde solar, bunlar senelerce solmadan durur. Bunlara parfüm döker kokuturum, kadife kaplatıp yumuşatırım.? ? Peki ? demiş Kambur Dede ? Senin derdinin çaresi ne kadar da kolaymış. Biraz sonra derdinin çaresi ile gelirim. Ama bana oğlunun bir resmi lazım ? demiş.

Birkaç gün sonra Kambur Dede; Hoşoğlanla, Boşoğlan , Başboğaz'ın yanına tekrar varmışlar. Oğlanlar ellerinde uzun ve geniş bir paket tutuyormuş. Kambur Dede ? Bizi Boşboğaz'ın yanına götürün ?demiş. Gide gide Boşboğazın mekânına varmışlar. ?Herkes çıksın? demiş Kambur Dede. Bir müddet sonra Başboğaz'ı odaya çağırıp : ? İşte demiş derdine çare buldum.? Boşboğaz ağlamadan sızlamadan babasının istediği gibi duruyormuş. Amma ki garip olan bir şey varmış. Oğluna sesleniyor o hiç ses vermiyormuş. Kambur Dede: ? Bu düğmelere basarak istediği sesleri çıkartırsın? demiş oğlun istediğin sesi çıkarır demiş. Gözü oynamıyor deyince, Kambur dede bir düğmeye basmış gözlerini oynatmış. Dokunmak, koklamak isteyince de, Kambur Dede masaya dizdiği şişeleri, kutuları, maskeleri göstermiş ? Bunlarla istediğin gibi kokutur, oynatır, ister güldürür, ister ağlatabilirsin. ? Başboğaz'ın gözleri isnirinden Van kedisi gibi bir gözü morarırken diğer gözü kızarır hale gelince: ?Sen oğluna her şeyin hatta sevginin bile sahtesini vermişsin. Ama o dedesinden kalan gerçek kokuya hasretti, sen onu sahteye razı etmeye çalışmışsın. Bak bu gerçeğinden çok daha güzel ve sorunsuz oğlunun sorunlu gerçeğini bize ver güzel sahtesi senin olsun. Ödülümüzü de ver de biz gidelim ?demiş.

Başboğaz yutkunup tıksırmış: ? Olur mu hiç demiş, o benim canımdan bir parça
O benden bir özdür. Nasıl bununla değiştirebilirim? ? Kambur Dede buraya bak demiş. Baba bakmış ki gerçek oğlu, gerçek iğde, çam, köknar, söğüt gibi çeşit çeşit ağaçlardan yapılmış kalemlerle oynuyor, onları kokluyor bağrına basıyor, kâğıda yazıyor kalemtıraşla yontuyormuş.

Başboğaz etrafta serpili yüzlerce çeşit çakma, çıkma, tükenmez, bitmez, süslü, dolma kalemlere; bir de bu eğik büğük saçma sapan odun parçalarına benzeyen daldan yontma gösterişsiz odunlara bakmış. Hepsi ? Bu abuk sabuk odun parçaları için miydi? ?demiş kendi kendine.

Yok demiş Kambur Dede ? Aradığı gerçekti, kalem buna bahane, gerçek kötü de olsa, evla sahteye göre.?

Gün olmuş devran dönmüş, sahteler gerçek olmuş, gerçekler sahte olmuş.

Gökten çok ayva düşmüş birisini biz yedik , gayriyi kim yediyse?


( Özleşim ekolüne uygun bir öykü denemesidir.)

23 Nisan 2009 10-11 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar