Kirli Yüz





Sandalyeden kalktı. Bir adım attı öne doğru ama vazgeçti, tekrar oturdu.

Sıkılmıştı iyiden iyiye.

İleriye, flu boşluğa doğru kalemle yazı yazar gibi bir işaret yaptı asabice. Hesabı ödeyip, bir an önce kalkmak istiyordu.

Sarhoş olmuştu Aylin’i beklerken. Niye gelmemişti? Gelemeyecekse niçin haber vermemişti?

Kök salmıştı oturduğu yere. Okuduğu kitabı bile yarılamıştı beklerken. Demek ki kaç saattir buradaydı, farkında değildi.

Dışarıda hava kararmaya yüz tutmuş, yarım saat önce yağıp dinen yağmur, geride mis gibi bir toprak kokusu bırakmıştı.

Mis gibi toprak kokusunu içine çeke çeke, ağır ağır ve vücudundan habersizce hareket eden adımlarıyla eve doğru yürümeye koyuldu.

Fakülteden arkadaşıydı Aylin. Bir kaç aydır görüşmemişlerdi. Şermin gittiğinden beri, sürekli arayıp halini soruyordu. Yalnız bırakmamaya, destek olmaya çalışıyordu sağolsun ama bugünkü ekişini de unutmayacaktı.

Madam Angelika’nın tiz sesi, düşüncelerinden sıyrılıp, kafasını kaldırmasını sağladı. Taksi durağının köşesinden önüne fırlamıştı.

- Yavrum, hayatım Cezmikam. Nasılsın çocuğum, iyi misin cancağızım?

- İyi olmaya çalışıyorum madam. Sen nasılsın?

- İyiyim oğlum. Apartmanın önünde bir kız, seni bekler durur, ağlamaklıdır sankim. Uçuver şimdi oraya.

Kimdi, çok merak etmişti.

Şermin miydi yoksa?

Yok canım Şermin olsa Madam Angelika “bir kız” demezdi ki. İsmini söylerdi.

Yoksa Aylin miydi?

Adımlarına yapışan telaş rüzgarıyla, ‘uçuverdi’ apartmanın önüne.

Gerçekten de Aylin’di.

Sonbaharın inatla derleyip, bir arada oradan oraya yönettiği rengarenk yaprakların istilasına yenik düşen yosun yeşili merdivenlerin basamaklarına oturmuş; kızıl saçlarını yüzüne dökmüş, uzun, fırfırlı, bol eteğini bacaklarının arasına toplamış, iki avucunu da yanaklarına dayamış, hüzünlü ve ağlamaklı bir yüzle oturmaktaydı.

Sırt çantası, alacakaranlıkta O’nu Notre Dame'ın kamburu Quasimodo gibi gösteriyordu, Esmeralda oluşuna inat.

Yanına kadar yaklaştığı halde, hüzün girdabında boğula boğula yılgın düşen Aylin’in silüeti, başka bir yılgınlık abidesi olan Cezmi’nin silüetiyle bir türlü buluşamadı.

Nice sonra, Aylin’e usulca yaklaşan Cezmi’nin ürkek adımı, ağacını terk eden bir kuru-sarı yaprağı ezdi ve çıkarttığı çıtırtının sesiyle irkilip kafasını kaldırdı. Ayağa fırladığı gibi Cezmi’nin boynuna sarılması bir oldu ve O'nun sakallı yüzüne bırakıverdi gözlerinin suyunu.

Uzaklarda bir ambulans sesi, yüksek sesli müzik darbeleriyle kendinden geçmiş bir afili araba bağırtısı, yakınlarda bir çocuk parkından göğe yükselen çocuk gülüşleri, bir karı-kocanın sokak ortasında birbirlerine bağırarak tartışmaları, bir eskicinin arabasını zorla iterken çıkarttığı boğuk sesi, yerde yemlenen bir kuş sürüsünün sert ve sinirli kanat çırpışlarıyla göğe aniden yükselişlerinin çığlık çığlığa şarkısı…

Hiçbiri bozamadı bu sessizliği.

Yüreğinin attığı her yer, gidip kaybolduğu her dehliz, hatta iki yıl yaşadığı Çin bile, o kadar uzak değildi artık.

Yüzünü gökyüzüne kaldırdı.

Balkonunun paslı ferforjesinden düşen bir yağmur damlası, yüzünde kirli bir iz bıraktı.

Kuşlar şimdi tekrar yere indiler, bir kez daha irkilip çıldırabilmek için.






Ali K. TANYILDIZ.

İstanbul/mayıs-2023






23 Mayıs 2023 3-4 dakika 8 öyküsü var.
Beğenenler (6)
Yorumlar (1)