Ey Hayat
Ey hayat…
Ne çok şey saklıyorsun adının içinde.
Bazen bir rüzgâr gibi hafifsin,
bazen bir dağ kadar ağır.
Ne zaman hangi yüzünle çıkacaksın karşıma,
hiç belli olmuyor.
Ey hayat,
ben senden ne çok şey öğrendim;
susmanın da bir dili olduğunu,
gülüşlerin ardında bile
kırıklar gizlenebileceğini…
Ve en çok da
kimsenin kimseye borcu olmadığını.
Ey hayat,
yolların hep uzun,
adımların hep acele.
Ben yavaşladıkça sen koşuyorsun,
ben durdukça sen benden uzaklaşıyorsun.
Yetişmek ne mümkün sana,
tutmak ne mümkün akıp giden Zamanı.
Ey hayat,
bazen bir ses kadar yakınsın,
bazen bir gölge kadar yabancı.
Beni nereye sürüklüyorsan
kabul etmek zorundayım gibi…
Oysa içimde duran bir çocuk var hâlâ,
biraz huzur isteyen,
biraz da durmak isteyen.
Ey hayat,
kırılmak istemiyorum sana,
ama yorulduğum günler var.
Bir nefes kadar kısa mutluluklar verip
bir ömürlük dersler bırakıyorsun ardında.
Ne tuhaf dengen var;
acıların uzun, sevinçlerin küçük.
Ey hayat,
bütün vefasızlıklara rağmen
ben yine de senden vazgeçmiyorum.
Çünkü her karanlığın sonunda
az da olsa bir ışık sızıyor içime.
Ve ben o ışığın peşinden giderek
yeniden başlıyorum hayata,
yeniden başlıyorum yaşamaya.
Ey hayat…
Bazen öyle bir yerden vuruyorsun ki,
insan gülüşünü bile unuturken
suskunluğunu ezberliyor.
Hangi acının ağır geldiğini değil,
hangisinin alışkanlık olduğunu
sonradan fark ediyor.
Ey hayat…
Acıttın, büyüttün,
öğrettin, susturdun…
Ama yine de inanıyorum:
Bir gün, bu yorgun kalbin bile
kendine yeni bir bahar bulacağını.


