16. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı

— min. okuma: 22-23 dakika

16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman'a Camelname şeklinde tercüme ve takdim edilen; Abdi Musa tarafından 1429-30 (H.833) yılında yazılan Camasbname İkinci Murad devrinin bir başka mesnevisidir. 5122 beyit olan eser daha çok bir masal kitabıdır. Fakat eserde Danyal peygamberin hayatı ile ilgili bir kısım da vardır.

1436 (H.839) yılında yazılan Mesnevi-i Muradiyye'ye gelince eser, hayatı hakkında bilgi bulunmayan mevlevi şair Muinüddin bin Mustafa tarafından yazılmıştır. 14.404 beyitten ibaret olan Mesnevi-i Muradiyye devrin en hacimli eseri olup, hazret-i Mevlana'nın Mesnevi'sinin birinci defterinin tercüme ve şerhidir. Yalnız eserde 152 adet gazel bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı Farsçadır. Eser daha çok padişah İkinci Murad Hanın işaretiyle yazılmıştır ve iki ciltten müteşekkildir.

Siname: 1310 beyite yer veren bu eser Hümami'nindir. 1436 (H.839) yılında tamamlanmıştır. Mürşidü'l Ubbad veya Mürşidü'l-Ibad, Arif tarafından yazılmıştır 1438 (H.840). 20411 beyittir. Bu mesnevi dört bölümden ibarettir. Tasavvufi ve öğretici olan eserin dili sade, fakat sanat yönü tesirli değildir. Aynı yıllarda yazılan Nüsha-i Alem ve Şerhü'l-Adem adlı eser 369 beyit olup, Arif'in küçük bir mesnevisidir. Yine aynı tarihlerde Muhammed bin Selman Mevlid'ini yazmıştır. 800 beyitten fazla olan eser Erzurumlu Mustafa Darir'in eserini de sayarsak bu nev'de Türkçede dördüncü olarak görülmektedir. Arif'in, Muhammed aleyhisselamın miracını konu alarak yazdığı Miracname'si ise 2000 beyite yakın bir eserdir. Yine onun 1402 beyitlik Vefatü'n-Nebi adlı mesnevisini zikretmek yerinde olur. Görüldüğü gibi o üç eserinde de Muhammed aleyhisselamın hayatını işlemiştir. İsimsiz bir mesnevisinin olduğunu da zikretmek gerekir.

İkinci Murad Han devrinin hacim itibariyle önde gelen mesnevilerinden biri de 12.239 beyit olan Aşık Ahmed'in yazdığı Camiü'l-Ahbar adlı eseridir. 20 babdan meydana gelen eser hikayelere yer verir. Dili devrine göre açıktır. Gülşen-i Uşşak (Hüma vü Hümayun) orta hacimde bir mesnevidir 1446 (H.850) yılında te'lif edilmiş olup, 4559 beyitten meydana gelmiştir. Mevzuu, Arap diyarında çocuğu olmayan Menuşeng adlı bir padişahtır. Eser Şeyhi'nin yeğeni Cemali tarafından yazılmıştır. Fatih Sultan Mehmed ve İkinci Bayezid Han zamanlarını da idrak eden Cemali'nin ele geçmemiş Yusuf ile Zeliha ve Miftahü'l Ferec adlı mesnevilerini de zikretmek yerinde olur. Onun başka risalelerinin bulunduğu da bilinmektedir. Cemali'nin eserlerinde sanat yönünün ağır bastığı da bir gerçektir.

Sultan İkinci Murad zamanında yazılan ve mevzu bakımından dikkat çeken yegane eser Gelibolulu Zaifi tarafından yazılan ve padişahın savaşlarına yer veren Gazavat-ı Sultan Murad ibni Muhammed Han adlı eserdir. 1446-51 (H.850-5) yılları arasında yazılan eser tarihi ve edebi olup, gazavat nevindendir ve 2566 beyittir.

Gerek halk arasındaki yeri gerekse edebi eser olarak değeri göz önüne alınınca devrin önde gelen bir başka eseri Yazıcıoğlu Muhammed bin Salih bin Süleyman'ın 1449 (H.855) yılında yazdığı 9008 beyit ihtiva eden Muhammediyye'sidir. Bunlara ilave olarak Ahmed Hayali'nin Ravzat-ül-Envar ve Tarikatnamesi'ni zikretmek gerekir.

Mensur eser olarak İkinci Murad Han zamanında yazılan eserlerin başında İrşadü'l-Mürid ile'l-Murad gelmektedir. Kasım bin Muhammed Karahisari tarafından Farsçadan tercüme edilmiştir. Kemaleddin bin İsa ed-Dümeyri'nin, Hayatü'l-Hayavan'ı, Gülistan'ın Manyasoğlu tarafından aynı adla yapılan tercümesi, Mahmur bin Muhammed Şirvani'nin Tuhfe-i Muradi'si, Mercimek Ahmed'in Kabusname Tercümesi, Yazıcıoğlu'nun Tarih-i Al-i Selçuk'ı, Hızır bin Celaleddin'in İbni Kesir Tarihi Tercümesi, Mahmud bin Kadı Manyas'ın A'cebü'l-U'cab'ı, Arif Ali Molla'nın Danişmendname'si, Mustafa bin Seyyid'in Cevahirname-i Sultan Muradi'si, Ahmed-i Dai'nin Tezkiretü'l-Evliya Tercümesi, Mehmed bin Abdullatif'in Bahrü'l-Hikem'i, Hızır bin Abdullah'ın Kitabü'l-Edvar'ı, Mukbilzade Mü'min'in Zahire-i Muradiyyesi ile Miftahü'n-Nur ve Hazaini's-Sürur'u zikredilmesi gereken eserlerdir. Aslında bu devirdeki mensur eserler bunlarla da kalmaz. Musa bin Mesud'un eseri Kırk Vezir Hikayesi, Firdevsi'nin Şehname Tercümesi bunlara ilave edilmelidir. Yine bu devre kadar olan şairlerden toplama bir mecmua olan, daha çok gazellere yer veren Ömer bin Mezid'in Mecmuatü'n-Nezair'i Sultan İkinci Murad Hana adanmıştır. Böylece bu padişah zamanında tezkireciliğin nüvesi teşekkül etmiştir.

Osmanlı Devletinde şiir, ilk önceleri gazel tarzının azlığına rağmen Mesnevi sahasında kendini gösterir. Buna rağmen Osmanlı edebiyatı divan edebiyatı gibi bir isimle anılmakta ve sadece dar bir çerçeveye sıkıştırılmak istenmektedir. Bu bir bakıma hemen her sahada eser vermiş bir milletin, divan kelimesini öne sürerek, kabiliyetini ve gayretlerini ve kültür faaliyetlerini de inkara yönelmeden başka bir şey olamaz. On beşinci yüzyılın ortalarına gelinceye kadar, beyliklerde yazılan eserler de dahil, mesnevilerin sayısı yüze yaklaşırken, divanların sayısı ona çıkmaz. Bir başka husus gerek Araplarda gerekse Farslarda divan şairi olan ve divanı bulunan pek fazla şair vardır. Fakat onlar edebiyatlarının sınırını divan kelimesiyle daraltmazlar. Aynı durum Türk edebiyatı için de düşünülünce doğu Türkçesiyle yazılan pek çok divanla karşılaşırız. Fakat bizde divan edebiyatı denince yalnız Osmanlı edebiyatı akla gelmektedir. KısacasıOsmanlı edebiyatı bir mesnevi edebiyatı olarak başlamıştır.

Akla gelen diğer bir husus, gazel türünün mesneviye göre kısa bir şiir şekli oluşu, mevzu bakımından geniş tutulmayışı daha sonra, başta padişahlar ve şehzadeler olmak üzere sarayda yer tutması divanlara olan rağbeti arttırmış olmalıdır. Bu yönden ele alınınca sarayda okunan ve yazılan eserlerin başında divanlar gelmektedir. Fakat bütün bir edebiyata Divan Edebiyatı olarak ad vermek en azından, diğer kültür eserlerini mühimsememek olur.

1404 (H.806) yılında Amasya'da doğan, Osmanlı padişahlarının altıncısı olan bu kudretli padişah, ilim ve kültür hayatı yanında, batıda Venedik, Eflak, Bizans, Arnavut, Sırp, Macar, Bohemya, Polon, Hırvat ve Alman milletleriyle, doğuda ise başta Karaman Beyliği olmak üzere Anadolu'da yer alan irili ufaklı beylerle mücadele halindedir. Zamanındaki fetihler daha çok batıda gerçekleşmiş olmasına rağmen, bilhassa saltanatının ilk yıllarında Bizans'ın iç karışıklıklara verdiği sebep de vardır. Fakat Sultan Murad, doğruluğu, halis niyeti, fadlı ve merhameti, cesareti, azim ve tedbiri ve bilhassa ahde vefası sayesinde bütün bunların üstünden gelmesini başarmış, batıda kazandığı zaferlere ilave olarak doğuda Anadolu Türk Birliğinin kurulmasına gayret etmiştir. Doğudaki birliğin kurulmasından sonra bilhassa Osmanlı Devleti aleyhine batılılarla işbirliği yapma gayretleri şii olan İran'a düşecektir. Yukarıda yer verdiğimiz hususiyetleri yanında Sultan Murad-ı Saninin alimleri himayesi, sanata düşkünlüğü ve edebiyata değer vermesi, bunun neticesinde ilim ve sanat adamlarıyla olan meclisleri bırakmaması da vardır. Tarihler onun adaletini, hükümdarlığını cesaret ve cömertliğini zikretmeden geçememişlerdir. Yazılan şiirlerde mübalağalı bir şekilde padişahları övmek varidse de, bu husus Sultan İkinci Murad Han için yapılmışsa gerçeğin anlatılmasından başka bir şey değildir.

Sultan İkinci Murad Hanın, Muradi mahlasıyla şiir söyleyen ilk Osmanlı padişahı olduğu bilinmektedir. Artık Osmanlı sarayında oğlu İkinci Mehmed de divanda görülecektir. Avni mahlası ile şiirler yazan, küçük de olsa bir divana sahip olan Fatih Sultan Mehmed'in iki oğlu hem Cem Sultan, hem de İkinci Bayezid Han, bu yüzyılın ikinci yarısında sarayın yetiştirdiği şairler olarak bilinir. Bilhassa asrın sonuna doğru Cem Sultan ve Bayezid-i Veli şiire kendilerini de katarlar. Cem Sultan şiirlerinde Cem mahlasını, İkinci Bayezid de Adli'yi kullanır. Yalnız Cem Sultan'ın bunlardan ayrı bir tarafı onun edebiyatımıza Cemşid ü Hurşid adlı bir mesnevi bırakmış olmasıdır. On altıncı asırda bu halka daha da genişlemektedir.

On beşinci yüzyılın sarayda kudretli şairi Şeyhi'dir. Ancak İkinci Murad Handan sonra Şeyhi yerini Ahmed Paşaya bırakacaktır. Fatih zamanında Osmanlı Türkçesinin en güzel sesini aksettiren Ahmed Paşa haklı olarak Sultanü'ş-Şuara (Şairlerin Sultanı) ünvanını da almıştır. İnce, zarif, nüktedan, keskin zekalı ve hazırcevap bir şair olan Ahmed Paşa, Fatih'in sohbet arkadaşıydı. Onun Osmanlı Hanedanına karşı, riyadan uzak, samimi ve ciddi bir bağlılığının bulunması en güzel gazellerini İkinci Mehmed'e sunmaya sebep olmuştur. Padişahla hocası şair arasında ayrıca şiire dayalı yarenlikler onun bir başka cephesini aksettirmiştir. Onunla Osmanlı edebiyatına “nazirecilik” de girmiştir. Yine “tarih düşürme” sanatı onda mühim bir yer tutar.

Bu devirde Saraya yakın, tesirli üçüncü şair Necati'dir. Ahmed Paşanın Şairler Sultanı diye anıldığı zamanlarda, Necati'nin şiirleri onun meclisine kadar ulaşmış ve dikkatini çekmiştir. Bilhassa Necati'nin döne döne redifli gazeli bu cazibeyi temin etmiştir. Necati, mühtedi bir şair olarak tanınmasına rağmen Türkçeyi en güzel kullanan şairlerin başında gelir. Onun içindir ki, sesi asırlara hakim olacak ve tesiri devam edecektir. Çeşitli devlet hizmetinde bulunan Necati, 1509 yılında Vefa'da vefat etmiştir. Şiirlerinde en çok Türkçe kelimelere yer vermiş, mecbur kalmadıkça yabancı asıllı kelimeler kullanmamıştır. Şair bu yönüyle Türkçecilik cereyanı içinde müstesna bir mevkie sahiptir. 650 gazeli ihtiva eden bir Divan bırakmıştır. Şiirlerine devrinde ve daha sonraki zamanlarda nazireler söylenmiştir.

Hümami, Atayi, Safi, Cemali, Adni, Nişani, Melihi, Sadi-i Cem, Mesihi ve Aydınlı Visali devrin diğer şairleri olarak bilinirler.

Divanların çoğalmasına karşılık Mesnevi Edebiyatı da varlığını bir hayli gösterir. Bunların başında hamse sahibi Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi gelmektedir. Yusuf ile Zeliha, Kıyafetname, Tuhfetü'l-Uşşak, Leyla vü Mecnun ve Mevlid adlı eserleri hamsesini meydana getiren mesnevilerdir. O bilhassa Yusuf ile Zeliha adlı mesnevisiyle şöhret bulmuştur. 1503 yılında vefat etmiştir. Tacizade Cafer Çelebi (ölm. 1515) asrın bir başka mesnevi şairidir. Hevesname'si İstanbul'u anlatan bir mesnevidir. Ayrıca Divan'ı da vardır.

Asrın diğer bir mesnevi şairi de Edirneli olan ve Revani diye anılan İlyas Şüca Çelebi'dir. İkinci Bayezid Han ile Yavuz Sultan Selim Hanın iltifatlarına mazhar olmuştur. Divan'ından Başka İşretname adlı bir mesnevisi de vardır. Şiirlerinde mahalli renklere tesadüf edilen Revani'nin İşretnamesi ile Osmanlı Edebiyatında yeni bir konu işlenmiştir. Zaten 16. asra girerken konulardaki çeşitlilik daha da genişleyecek ve Osmanlı Türk Edebiyatı pek fazla bir gerçekçiliğin içinde olacaktır. Tacizade de yukarıda bahsedilen eseriyle şehirlere açılmış ve İstanbul'u anlatmıştır. Bu arada yine Hikayet-i Şirinü Perviz-Rivayet-i Gulgunü Şebdiz adlı mesnevisini Yavuz Sultan Selim Hana sunan Ahi'yi zikredebiliriz. Fakat asrın büyük mesnevi yazarları Lamii Çelebi ile Taşlıcalı Yahya Beydir.

İkinci Murad Han devrinde yazılan ve mensur olan eserlerden başka 15. yüzyılda bu sahada en güzel eseri Sinan Paşa (1440-1486) vermiştir. 1476 yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından sadrazamlığa getirilen Sinan Paşa Tazarruname'si ile haklı bir şöhret kazanmış ve bu sahadaki tesirleri Yakub Kadri'ye kadar devam etmiştir. Şeyh Vefa Konevi'ye intisab eden Sinan Paşanın Tazarruname'sinden başka yine nesir sahasında Maarifname ve Tezkiretü'l-Evliya adlı iki eseri daha bulunmaktadır. Hasılı o, ortaya koyduğu eserleriyle devrine damgasını vurmuş ve tesiri Cumhuriyet dönemini de içine almıştır. Onun Tazarruname'si büyük samimi bir münacaat, Maarifnamesi ahlak kitabıdır. Tezkiretü'l-Evliya'sı ise velilerin hayatı ve menkıbelerine ayrılmıştır. Yine 1453 yılında yazılan ahlak kitaplarından birisi de Ali bin Hüseyin'in Tacü'l-Edeb adlı eseridir.

Bu devirde yazılan tarih kitapları da, Enveri'nin Aydınoğulları Tarihine yer verdiği ve 1469 yılında veziriazam Mahmud Paşaya sunduğu manzum Düsturname'si bir tarafa bırakılırsa, mensur saha içinde görülür. Bunların başında Tursun Beyin Tarih-i Ebü'l-Feth'i gelmektedir. İstanbul'un fethine katılan Tursun Bey, tarihini 1442-1488 yıllarına ait 46 yıllık vak'alara ayırmıştır. Beyati'nin, Cam-ı Cemayin adlı eseri bu cinsten bir başka eserdir. Bunlardan başka Aşık Paşanın torunu olan Derviş Ahmed Aşıki'nin ve Oruç Beyin, Yazıcıoğlu'nun, Neşri'nin, Sarıca Kemal'in eserlerini zikretmek yerinde olur.

İkinci Bayezid devrinde ise Süleymanname adlı büyük eseriyle Firdevsi-i Tavil, Kıvami'nin yine İkinci Bayezid Han devrinde yazdığı Fetihname-i Sultan Mehmed adlı eseri canlı müşahedelerle ortaya konulmuş bir başka eserdir. Fakat daha ziyade şiirle yazılmış olup, İstanbul'un fethini anlatır.

On beşinci yüzyılda Halk Edebiyatı olarak Osmanlı edebiyatında İkinci Murad Han zamanında Hacı Bayram-ı Veli ile başlayan bir ekol, daha ziyade tekke içi olarak devam etmiştir. Onun takipçileri daha çok Akşemseddin hazretleri (1389-1459) ve Eşrefoğlu Rumi (1353-1469)dir. Akşemseddin hazretlerinin İstanbul'un fethindeki hizmetleri her türlü takdirin üstündedir. Eşrefoğlu Rumi'ye gelince, bir Divan ile Müzekkinnüfus adlı meşhur dini tasavvufi eserini yadigar bırakmıştır. Yine Karamanlı şair Kemal Ümmi de ilahileriyle tekke şiiri içinde kalmış ve ünü diğer Türk illerine de yayılmıştır.

Din dışı mevzularda ise, Osmanlı destanları bir destan havası içinde, efsanevi Osmanlı tarihini işleyerek halk edebiyatı sahasında yeni bir çığır açarlar. Bilindiği üzere Türk Milleti destan yönünden büyük eserleri olan bir millettir. Ancak bunların bazıları tam olarak ele geçmemiştir.

On altıncı yüzyılda Sultan İkinci Bayezid-i Veli de dahil edilirse, bütün bir asır şair padişahlarla doludur. Hatta bu durum taşrada şehzade mahfillerine kadar taştığı gibi, şiirlerinin bir kısmını Osmanlı Türkçesiyle terennüm eden ve Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlarından Gazi Giray'a kadar uzanmaktadır. Böylece hükümdarların ilimden ve şiirden anlamaları alimleri ve şairleri etrafına toplamaları adeti gerçekleşmiş oluyordu. Yalnız alim ve şairlerin hükümdar saraylarında olması ve ileriye doğru devletin götürülüşü bu asrın yegane karekteri olup, padişahların şanına uygunluğu devrin bir başka hususiyetidir. Bu hal eski Türk an'anesine de sadakattan başka bir şey değildir.

Devletin bu asırda ulaştığı sınırlar göz önüne alınınca, gerek mahalli ve taşralı; gerekse İstanbul içinden edebiyatın hemen her sahasında saymakla bitmez şairlerin yetişmesi devrin bir başka hususiyetidir. Tezkireler ve şiir mecmuaları karıştırıldığı takdirde pek çok şairin bu yüzyıla ses getirdiği görülür. Ayrıca bu asırda, sakinameler, kırk hadisler, şehrengizler, gazavatnameler ve bu cinsten eserler olan Selimnameler, Süleymannameler, hicivler, tarihler, makteller, şikayetname gibi mektuplar, işleniş tarzı ne olursa olsun, bir mevzu genişliğine sebep olmuşlardır.

Başta Divan'ı olmak üzere pek çok eserin sahibi olan Mahmud Lamii (1472-1532) ehl-i tarik bir kimsedir. İlk edebi eserini İkinci Bayezid Han devrinde vermiştir. O, sırasıyla Şevahüdü'n-Nübüvve, Nefehatü'l-Üns, İbretname, Şerefü'l-İnsan, Maktel-i İmam-ı Hüseyin, Veys ü Ramin, Bursa Şehrengizi, Vamik u Azra, Hüsn ü Dil, Letaif, Münazarat-ı Bahar u Şita gibi eserlerinin yanında bir Lügat yazdığı gibi, Gülistan'ın dibacesini de şerh etmiştir.

Tokatlı Kemalpaşazade'ye gelince (1468-1534); o da asrın ikinci çeyreğinde, Divan'ı, Esrarname Tercümesi, Yusuf u Zeliha'sı ve İkinci Bayezid'in işareti üzere yazdığı Tevarih'i Al-i Osman ile dikkati çeker. Zembilli Ali Efendinin ölümü üzerine Şeyhülislamlık makamına getirilen ve tesiri Erzurumlu İbrahim Hakkı'ya kadar, bilhassa tekke edebiyatında devam eden Şemseddin Ahmed Kemalpaşazade, Gülistan'a nazire olarak Nigaristan adında başka bir eser daha yazmıştır.

Asrın, cilt cilt gazel yazan, bir noktada Baki gibi kudretli şairlerin yetişmesini sağlayan şairi Zati (1471-1546)dir. Dükkanını şiir mahfili haline getiren Zati'nin en büyük eseri Divan'ıdır. Ayrıca mesnevi olarak; Şem ü Pervane, Ahmedü Mahmud, Edirne Şehrengizi, Siyer-i Nebi ve Mevlid gibi eserleri vardır.

Kanuni Sultan Süleyman Han gibi muhteşem bir hükümdarın zamanında Taşra'daki sesler de İstanbul'da yankılanmıştır. Bunlardan birisi, Azeri Türk Edebiyatı içinde, dili bakımından, ayrı bir yer alsa bile, gönüldeki bağla İstanbul'a bağlanan Fuzuli'dir. Diğeriyse Vardar Yenice'sinden seslenen Hayali'dir. İkincisinin sadece bir Divan'ı vardır. Fuzuli ise, menşe itibariyle Arap Edebiyatına bağlı olan Leyla ve Mecnun adlı mesnevisini Üveys Paşaya sunmuştur. O, bu eserin tertip ve tahririnde kendisine göre yenilikler yapmış, neticede onu milli ve orijinal bir şekle sokmuştur. Fuzuli ilimsiz şiirin olamayacağını söyleyen bir sanatkar olup, yaşadığı topraklarda sanatını bulmuş, Bağdat gibi büyük bir kültür merkezinin havasını teneffüs etmiştir. Onun Bağdat, Kerbela gibi her zaman Türk dünyasının ortasında bulunması doğu ve batı Türklüğünden haberdar olmasına sebep olmuştur. Eserlerinin çeşitliliğinde ve konuları işleyişindeki derinlikte, hatta mevzuunu seçişte köprü vazifesi gören bu coğrafyanın mühim tesiri vardır.

Divan'ı en mühim eserleri arasında yer alır. Arapça ve Farsça divanından başka Heft Cam adlı Sakiname'si, Rindü Zahid'i, Hüsnü Aşk'ı, Şikayetname'si, Hadis-i Erbain Tercümesi, Muamma Risalesi, Matlau'l-İ'tikad'ı, Şahü Geda'sı, Farsça Enisü'l-Kalb'i ve kasideleri, Türkçe-Farsça Manzum Lügat'ı ve Türkçe Mektup'ları onun belli başlı eserlerini teşkil ederler.

Bu yüzyılda mizah, genç yaşta hayatını kaybeden talihsiz şair Figani'de görülür. O bize sadece bir Divançe bırakmıştır. Trabzonlu olan bu şair 1532 yılında bir iftiraya kurban giderek öldürülmüştür. Asrın üçüncü çeyreğinde ölen Emri (doğ. 1575)de muamma ve tarih düşürmeye hevesli olmasına rağmen hiciv şiiri yazan şairler arasında sayılabilir. Divan sahibi olan ve Yavuz Sultan Selim Hanın cülusuna ait yazdığı Selimname'siyle dikkat çeken bir başka şair Hayali'nin doğup büyüdüğü ve yetiştiği kültür merkezlerinden gelen İshak Çelebi (ölm. 1536)dir. Ayrıca bu devrin divan sahibi olan iki büyük şairi Nev'i (1533-1599) ile Ruhi-i Bağdadi (ölm. 1606)dir.

Kırk yaşına geldiği zaman, şair, cengaver, kudretli büyük bir hükümdarın ölümüne ağlayan ve mersiyesiyle canlı ve içli bir şekilde bu hadiseye yer veren, devrin ünlü hocalarından ders gören, medrese havasının çekiciliğine kapılan ve yetişmesiyle Şeyhülislamlık makamına liyakat kesbeden, hasılı asrın ikinci yarısını dolduran ve Kanuni Sultan Süleyman Hana candan bağlı olan şair Baki (Mahmud Abdülbaki) (1526-1600) asrın Sultanü'ş-şuarası olarak kalmıştır. Dünya kavgalarının, menfaat düşüncelerinin hiçbir işe yaramadığını:

Kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki
Durup el bağlayalar karşuna yaran saf saf

beytiyle dile getirmiştir. Sözü dizmede ve seçmede ona yetişen şair yoktur. Sanatı yüce, hissi ve duyuşu derin olan Baki'nin kendisinden sonra yolunu takip eden şairler çıkmış ve Baki Mektebi (ekol) kurulmuştur. Gerçekten imparatorluğun dört bir yanından ses veren şairler onun gibi söylemeye gayret ederek bu mektebin devamını temin etmişlerdir.

Mahmud Abdülbaki başta Divan'ı olmak üzere büyük ve hacimli eserler bırakmıştır. Bunlar Fezailü'l-Cihad, Mealimü'l-Yakin ve Fezail-i Mekke adlı eserlerdir. Bunlardan Mealimü'l-Yakin; Hz. Muhammed (a.s) hayatını anlatan bir siyerdir. Baki'nin dili Divan'ında yer yer ağırlık göstermesine rağmen, mensur olan diğer eserlerinde açık ve anlaşılır bir dildir.

Bu kadar divan şairinin içinde Mesnevi Edebiyatı 16. yüzyılda görülen divanlarla at başı yürür. Kara Fazlı (ölm. 1563) Nahlistan adlı mensur hikayesinin yanında Lehcetü'l-Esrar, Hüma ve Hümayun ile Gül ü Bülbül adlı mesnevilerini yazar. Fakat bu yüzyılda hamse sahibi olarak Taşlıcalı Yahya görülmektedir. Hamsesini Gencine-i Raz, Kitab-ı Usul, Şah u Geda ve Gülşen-i Envar adlı mesneviler meydana getirmektedir. Ayrıca bir de Divan'ı vardır. Lamii Çelebi'nin yukarıda bahsedilen eserleri içinde Bursa Şehrengiz'i Bursa'nın güzel yerlerini tanıtmaktadır. Bu da şairin ehl-i tarik olmasına bağlanabilir.

Bu yüzyıla mesnevi getiren şairler arasında; Azeri İbrahim Çelebi (ölm. 1585) Nakş-ı Hayal, Ravzatü'l-Envar adlı mesnevileriyle, Bursalı Cenani Mahzenü'l-Esrar, Riyazü'l-Cinan ve Cilaü'l-Kalb adlı üç mesnevisiyle Larendeli Hamdi Kıssa-i Leyla vü Mecnun adlı mesnevisiyle görülürler.

On altıncı yüzyılın nesir sahasındaki belli başlı eserleri tarih ve tezkire vadisindedir. Yukarda kendisinden bahsettiğimiz Kemalpaşazade Şemsüddin Ahmed'in Tevarih-i Al-i Osman'ından başka: Tosyalı Celalzade Mustafa Çelebi (1494-1567) Tabakatü'l Memalik fi-Dereceti'l-Mesalik adlı ilim ve edebiyat sahasındaki eserini ve Selimname'sini yazmıştır. Lütfi Paşa (1488-1563) ise Asafname ile Tevarih-i Al-i Osman'ını yazmıştır. Selaniki Mustafa Efendi (ölm. 1600)'ye gelince Ferhad Paşanın sadrazamlığından sonra Ruzname-i Humayun yazmak için vazifelendirilmiştir. Bu eserinde Selaniki devrin eksik ve aksayan taraflarını ele alıp, tahlil ve tenkit etmiştir. Hasan Can'ın oğlu olan Hoca Sadeddin Efendi (1536-1599) ise devrin büyük tarihçisidir. Osmanlı tarihini iki cilt halinde yazmış ve Tacü't-Tevarih adını vermiştir. Uslubu canlı olup, sanatla doludur. Nesrinin esasını bilhassa secili, kafiyeli ve sanatlı yazısı meydana getirir.

Devrin bir başka tarihçisi Gelibolulu Ali (1541-1600)'dir. En mühim eseri dört ciltten meydana gelen Künhü'l-Ahbar'ıdır. Ayrıca Nasihatü's-Selatin, Kavaidü'l-Mecalis ve Menakıb-ı Hünerveran adlı eserlerin de yazarıdır.

Beylikler devrinden bu asra kadar, hemen her sahada gittikçe genişleyen Osmanlı Edebiyatı artık onların toplu olarak gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi hususunda, yetiştirdiği kalem sahipleri sayesinde, gerekeni de ihmal etmemiştir. Önceleri antoloji şeklinde şiir mecmualarıyla başlayan bu zevk üstünlüğü 16. asırda tezkirelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Aslında tezkireciliğe İran ve Çağatay Türkçesi edebiyatlarında önceden şahit olmaktayız. Osmanlı tezkirecileri bilhassa kendilerine örnek olarak, Devletşah ve Nevai tezkirelerini seçmişler ve bu klasik tarzın takipçisi olmuşlardır.

Bu asrın tezkirecilerinin başında divan sahibi olan Sehi (ölm. 1548) Heşt Behişt adlı tezkiresiyle birinci durumdadır. Sırasıyla Latifi (1491-1582) kendi adıyla anılan Latifi Tezkiresi'ni, Aşık Çelebi (1520-1572) Meşairü'ş-Şuara'sını, Kınalızade Hasan Çelebi kendi adıyla da zikredilen Tezikretü'ş-Şuara'sını Ahdi Gülşen-i Şuara'yı yazmıştır. Gelibolulu Ali'nin yazdığı Künhü'l-Ahbar adlı eserin son bölümü de tezkire olarak zikredilmelidir. Ayrıca Mecmau'n-Nezair ve Camiü'l-Meani gibi antolojiler de bu asırda görülen şiir mecmualarıdır.

Bu yüzyılda seyahat edebiyatıyla da karşılaşmaktayız. Seydi Ali Reis (ölm. 1562) bu sahada Mir'atü'l-Memalik ve Kitabü'l-Muhit adlı eserlerini yazar. Bunlardan başka Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye'si gibi eserler asrın zikre değer eserleridir.

Halk edebiyatı tarafından bakılınca bu asırda tekke şairleri ön planda gelirler. Bunlar arasında Şeyh İbrahim Gülşeni, Ahmed-i Sarban ile Ümmi Sinan en çok tanınanlardır. Bunlara ilaveten Muhyiddin Üftade (ölm. 1580), Seyyid Seyfullah Halveti ve İdris-i Muhtefi (ölm. 1615)yi zikretmek gerekir. Bunların hepsi devlete bağlı, millete inanan, bir bakıma halkın terbiyesini üzerlerine alan tekke şairleridir. Fakat bu asrın azılı Osmanlı düşmanı hurufi şair ve ihtilalcisi Pir Sultan Abdal halk edebiyatında devlete ihanet yönünden müstesna bir mevki ittihaz eder. O,

“Açılın kapılar Şah'a gidelim”

ve

“Katib ahvalimi Şah'a böyle yaz”

derken başka bir ülkenin İran'ın şahını arzulamaktadır. Onun gitmek ve haber vermek istediği kimse İran Şahı Tahmasb'dır.

Halk edebiyatı içinde bu yüzyılın zikre değer diğer şairleri, Kul Mehmed, Öksüz Dede ve Çıldırlı Hayali'dir.

Köroğlu ise devrin başka bir renkli simasıdır. Özdemiroğlu Osman Paşa'nın kuvvetlerine katılması muhtemel bir Celali eşkıyası olduğu söylenen Köroğlu kendi adı ile anılan Köroğlu Destanı'nın kahramanı durumundadır. Bu itibarla bu devirde halk hikayelerinin varlığı ayrı bir husustur. Mehdi mahlasıyla şiirler söyleyen Derviş Hasan bunlardandır. Ayrıca Magrib Ocakları'nın saz şairleri de bu kısma girer.

Dönemlerine göre Osmanlı Türkçesi Edebiyatı için aşağıdaki bağlantılardan faydalanabilirsiniz:

Kaynaklar

  • Rehber Ansiklopedisi
Paylaş:
Yorumlar