Virane Park Ve Gururlu Çocuk

        Evimin önünde artık viraneye dönmüş bir çocuk parkı var. Bir gün yikacaklar diye aklım çıkar. Nedendir bilinmez yıkılıp atılmadı, üzerinden buldozerler geçmedi...düşündükçe şaşarim bu virane parkın ayakta kalmasına. Belki de o küçük çocuğun hayaletidir parkı halen koruyan kim bilir? Hayalet deyince merak ettiniz değil mi? Çocukken anlatmıştı annem bana bu hikayeyi, çok ağlamıştım hatırladım da. Çocuk aklı ışte naparsınız. Sizede anlatayım o zaman hatırladığım kadarıyla;

İçinde çocukluğunu, gençliğini,şimdiyi hapsettiği derme çatma köhnemiş bir oyun parkındaki çocuğa ithâfen;

Tüm oyuncaklarda galip gelmiş, hepsini teker teker yenmiş, dönüp dolaşıp paslanmış tahterevallide takılmış bir çocuk.iki kişilik bir oyuncakta tek başına var olmaya çalışmış, çok da uğraşmış ama dizlerinde kurumuş kanlar ve bacakları tek başına havalanmaya çalışmaktan bitkin düşmüş, her seferinde yere sert bir şekilde vurmaktan çürümüş poposuyla kalakalmış bir çocuk. Yüzü kir pas içinde; kir dediğin de çocukluğundan kalma gözyaşlarının izleri aslında. Bedeninde yalnızlığın verdiği acı, gözleri sürekli karşısında duran boş koltukta. Bir dengini beklemekten vazgeçmeyi bilecek kadar olgunlaşmış ama halen ayaklarını yerden kesecek, yüzünde rüzgârı hissettirecek birini bekleyecek kadar da saf ve mahzun.... Öyle uzun suredir o oyun alanındaki zaman zaman, zamanın anlamını yitirmiş. İçinde bir boşluk hissinden başka bir şey kalmamış. Çocuk aklıyla ölümün olasılıklarını düşünmüş boş koltuğa bakarken. Sonra beklediği uzun zamanı düşünüp gururuna yediremezmiş pes etmeyi. "Çocuk gururdan ne anlar" demeyin! En gururlu halimiz çocukkendi. Tıpkı en saf ve en mücadeleci halimizin de çocukken olduğu gibi. Bazen parka birileri gelmiş; başka başka çocuklar. Bir ümitle hareketlenmiş vücudu gözlerinde bir pırıltı yaratmaya çalışmış yaşam enerjisinin bir kısmından vazgeçip. "Bir kere bir kere" diyormuş içinden "bir kere biri olsa ve ben yüzümde o rüzgârı hissetsem..."

Tüm heyecanı hücum etmişken hayallerine hiçbir çocuk yanaşmamış eskimiş paslanmış bir tahterevallide oturan kir pas içindeki çocuğa. Her gelip de sonra ansızın gidiveren çocukla yüzündeki kirler daha çok artmış. Artık ne zamanın bir anlamı kalmış ne de akşam ezanının eve dönüş çağrısının. Ne seslenen varmış çocuğa ne de merak eden. Herkes ama herkes vazgeçmiş çocuktan ama o bir türlü vazgeçememiş hayallerindeki oyundan.

Bir rivayete göre o çocuk halen o oyun parkında beklemekte....yüzünde bir kere rüzgârı hissedebilmek için, yüzünde kuruyan gözyaşlarını yeniden ıslatabilmek için, gururuyla ölmek için...

Bu hikayeden sonra bende o parkta çok uzun saatler geçirdim. O paslanmış tahterevalliye tek başına bindim. Merak ettim halen burda mıdır?...ruhu huzur bulmuş mudur? Başarmış miyimdir onu mutlu etmeyi acaba? Seneler geçti üzerinden hep aklıma gelir ve ben yaşım geçmiş olsa bile gizlice o parkta o paslanmış tahterevalliye binerim. Onun gibi hissetmek icin, gururum ile ölebilmek için...

27 Mayıs 2019 2-3 dakika 20 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (4)
  • Çok beğendim. Daha nice öyküsünü okumak dileğiyle kutlarım bu güçlü kalemi.

  • 4 yıl önce

    Sağlam bir hikâye kurgusu. Hüzünlerle yüklü bir anlatım. Hele şu cümle yok mu, canevinden vuruyor okuyanı: "Bir dengini beklemekten vazgeçmeyi bilecek kadar olgunlaşmış ama halen ayaklarını yerden kesecek, yüzünde rüzgârı hissettirecek birini bekleyecek kadar da saf ve mahzun...." Menekşe Ulcay'dan yeni hikâyeler beklesek, fazla bir şey mi istemiş oluruz?