İnsan


Malum bugün 10 Kasım...

Çok üzgün ve suskunuz...

Anlatılmaz değişik duygular içindeyiz. En azından çoğumuz...

Atamızı seven ve özleyenler olarak bir şekilde onu yâd edecek, üzüntümüzü dile getireceğiz. Hepimiz üzgünüz...

Ve O'nu seven hepimiz, yaşadığımız sürece; bu acıyı ve özlemi içimizde taşıyacağız.

Onu yaşayıp, yaşatacağız hep...

Ancak, bunları yaparken, O'nun hep: Sa­vaş­çı, komutan, lider, devlet ku­ru­cu­su olduğunu dillendirip, dahi yönlerini yazacak, yücelteceğiz.

Çalışkan, azimli, özverili, öngörülü birisidir diyeceğiz.

Sonra; sanat düşkünü, bilime meraklı, çağdaş, modern ve açık fikirli diyeceğiz...

O eşsiz diye yazacağız…

Yazdıkça yazacağız ve farkına varmadan dünyaya gelmiş, geçmiş bir çok lidere eş tutacağız bir nebze...

Onu O yapan esas yanını anmayacak, dile getirmeyeceğiz hiç…

Evet! Onun insan yanını hiç dile getirmeyeceğiz çoğunlukla...

Biz bugün onu seviyor, özlüyorsak ve sadece emperyalizme kafa tutan, kahraman olan, zeki, aydın, ileri görüşlülüğünden çok insani yanı nedeniyle seviyoruz aslında...

Yani; Atam sadece bir savaşçı, bir kahraman ve bir lider değil...

Her şeyden önce O bir insan.

Senin gibi

Benim gibi

Bizim gibi...

Sizlerden kendinize sormanızı rica ediyorum; Atatürk, ülkeyi kurtardıktan sonra, sanata, bilime uzak, ülke çıkarlarından çok kendi zevk ve sefasını, ekonomisini düşünseydi, toplumdan uzak şatafatlı ve bir o kadar da gaddar, astığı astık, kestiği kestik bir lider olsaydı bugün gözyaşı döker miydik? Bu kadar özlemle anar mıydık? Bu kadar minnet duyar mıydık?

Oysa tıpkı bizim gibi hevesleri, duyguları, hayalleri, endişeleri, korkuları, özlemleri, arzuları olan, gülmeyi, eğlenmeyi seven ve bunu da gayet iyi, gayet senli benli yapabilen bir insan...

O'nun en büyük özelliği sadece vatan sevgisi değil, her şeyden çok insanları ve özellikle çocukları çok sevmesidir..

O; gönül rahatlığıyla halkının arasında gezen, onlarla birlikte denize giren, sandalcıyı karşısına oturtup kürek çeken, toprağa bağdaş kurup köylüsüyle sohbet eden, onun elinden ayran içen, dalından meyve kopartıp oracıkta ısırıp yiyen, salıncakta sallanan, tavla oynayan, kahve içen ve bunları yapmaktan keyif alan, şaşaadan uzak, içimizden bir insan...

Herkes gibi yani... Hatta onun konum ve şartlarında bir çok kişinin yapacağından daha samimi ve daha içten. Ve kibirsiz... Ve egosuz... Ve senli benli...

Şatafatı sevmeyen, sadelikten yana, konumunun bütün ihtişamına rağmen basit yemekleri tercih eden bir insan O...

Kibirsiz...

Sade ama şık ve titiz...

Ya ülke ve insan sevgisi için vazgeçtikleri, onlara ne demeli?

Yaşayamadığı çocukluğu ve gençliği, yuva hasreti, babalık duygusunu evlat edindiği çocukları ile teselli etmesi bile bizler için nelerden vazgeçtiğinin kanıtıdır aslında...

Ömrü boyunca kaç kızın elini tutabilmiştir ki mesela?

Ya da hangi cephe arasında aşık olabilirdi ki?

Okul yılları kaçamakları hariç, ömrünün kaç gününde gençliğin getirdiği coşkuyu yaşayabilmiştir ki?

Mesela; kaç lider anasını vefat etmişken, cenaze merasimine katılmadan, devlet işlerine devam eder? Kaç lider annesinin kabrini bir kaç hafta sonra ziyaret eder?

Devletin en üstündeyken dahi, istese her imkandan faydalanabilecekken, düzenlediği davetlerde; çalışanların yevmiyeleri dahil her şeyi ile yaptığı seyahatlerde yanındakilerin bile giderlerini cebinden karşılayacak kadar ince düşünceli, dürüst ve onurlu biri...

Yani diyorum ki; biz O'na sadece bize açtığı yol için değil, kendi hayatında vazgeçtiği; her özlem, her heves, her hayal, ertelediği her an için çok şey borçluyuz...

Ne desek ne yapsak kapanmaz bir borçtur bu...

Oysa; O, bizlerden açtığı yolda sapmadan yürümemizi istemişti sadece..

Atama; sonsuz sevgi, özlem ve minnetle...

......

Çok denk gelinmeyen bir anısını aşağıya alıntılıyorum. Ki böylece ne kadar basit hevesleri olduğunu, bizler için nelerden vazgeçtiğini ve nelerin hayalini kurduğunu şahit olalım isterim.

Zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.

.....

Yıl 1935, aylardan Ağustos.

Atatürk, Dolmabahçe’de yalnız, canı sıkılmıştır.

Denize karşı içmeyi dener fakat haz almaz.

İçinden, kimseye haber vermeden Dolmabahçe’den kaçıp halkın arasına katılmak geçer, ancak yanında parası yoktur.

Atatürk, Cumhurbaşkanlığı süresince cebinde para bulundurmamıştır. Kişisel harcamalarını, kendi hesabından karşılanması şartı ile yaverlerine ve Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a ödetmiştir.

Hasan Rıza Soyak Avrupa’da olduğundan, Başyaveri Rusuhi Savaşçı’yı arar, dışarıda olduğunu öğrenir.., Yaver Celal Üner’i bulur:

“Bana, buraya biraz bozuk para bırakın. Hizmet eden çocukları sevindirmek istiyorum” der.

Yaveri, bir liradan, iki buçuk liradan, beş liradan, on liradan oluşan bir miktar parayı masaya bırakır ve odadan çıkar.

Atatürk, paraları cebine doldurur, üstüne ince bir ceket alır, ağaçlı yoldan dış kapıya doğru yürür. Kapıda nöbetçi polis vardır. Dolaşıyor gibi yaparak caddeye çıkar, gelen taksiye biner ve gözden kaybolur.

Dolmabahçe’de alarm zilleri ötmeye, telefonlar işlemeye başlar.

Taksi Boğaz’a doğru gittiğinden saraydakiler, Atatürk’ün Sarıyer tarafına gittiğini tahmin ederler ve görevlileri o yöne sevk ederler.

Oysa Atatürk, şoförü Akaretler’den yukarıya çevirtmiş, Tepebaşı’na yöneltmiştir. Harbiye’de öğrenci iken tek başına ya da arkadaşlaryla geldiği Mazarik adlı kokteyl ve yemek salonuna gitmeye niyetlenmiştir. Eski günlerde yaptığını yapacak, leblebi ile rakısını içecektir.

Taksiciyi parasını öderken buraya geldiğini kimseye söylememesini tembih eder.

Mazarik’e girdiğinde üç masanın dolu, diğer masaların boş olduğunu fark eder.

Eski günlerde oturduğu masanın dibindeki masaya oturur.

Garson’dan, bir kadeh rakı ve biraz da leblebi getirmesini ister.

Mazarik, el değiştirdiği için oradakiler Atatürk’ü tanımazlar.

Atatürk, bu durumdan oldukça hoşnuttur, her şey düşündüğü gibi olmuştur.

Rakısını yudumlar, leblebisini yer.

Bir süre sonra siyah elbiseli birinin lokantaya girdiğini, önce köşede bir masaya oturduğunu sonra kapı yanındaki masaya gittiğini, masadakilerle konuştuğunu, onlarla birlikte dışarı çıktıklarını, aynı adamın bu kez yalnız olarak lokantaya döndüğünü, başka bir masaya oturduğunu, o masadakilerin de kalktıklarını farkeder.

Siyah elbiseli adam bir kenarda gazete okumaya başlar.

Atatürk yüksek sesle:

“Çocuk, gel beri.”

Siyah elbiseli adam ok gibi fırlar, selam durumuna geçer;

“Buyrun Atam.”

“Sen kimsin?”

“Birinci Şube’den polis…”

“Ne yapıyorsun?”

“Rahat edesiniz diye lüzumsuz müşterileri çıkarıyorum…”

“Lüzumsuz olduklarını sen nereden biliyorsun?”

“Vali Bey’den öyle emir aldım Atam.”

“Eee, o da mı burada?”

“Evet, kapının önünde Atam.”

“Tuh Allah cezasını versin.”

Konuşulanları duyan Vali, içeri girer, Atatürk’ün kızdığını gördüğü için ikirciklidir.

“Bir emriniz var mı Atatürk?”

“Siz benim yakamı bırakmaz mısınız yahu? Hadi benim peşimden koşturuyorsunuz, şurada kendi hallerinde içkilerini içen insanları niye tedirgin ettiniz?”

“Emir buyurursanız, bundan sonra gelenleri çevirmez, salonu yine doldurabiliriz.”

Atatürk iyice kızar.

“Ne yapacağınızı ben biliyorum. Ne kadar polis varsa masalara dolduracak, sonra beni atlatmış olacaksınız! Bırak efendim, bırak… git işine.”

Ayağa kalkar, keyfi kaçmıştır.

Arkasından Vali Muhittin Üstündağ, özür dileyerek Atatürk’ü takip eder.

Atatürk, dışarıya çıktığında kapıda otomobilleri, resmi ve sivil polisleri, saray muhafızlarını görür.

Valiye dönerek:

“Müşterilerin bunlar mıydı?” Der...

....

Anının kaynağı: Atatürk’ün Fikir Sofrası / İsmet Bozdağ.


https://www.medyasiyaset.com/insan-ataturk-3/

10 Kasım 2021 7-8 dakika 5 öyküsü var.
Yorumlar (4)
  • 2 yıl önce

    Ne yazık ki kendi olamayan bir insandı Atatürk ne kadar acı değil mi normal hayat yaşayamamak özlemiyle sevgisiyle istekleri ve arzularıyla anlamlı bir paylaşımdı Uğur bey teşekkür ve tebrik ederim

  • 2 yıl önce

    Düşünsenize, her türlü imkanı var ama O hepsini elinin tersiyle itmiş. Ve buna rağmen sevgisini halka ve evlatlıklarına vermiş. Sanki normali buymuş gibi yaşamış... Belki birileri abartılı bulacak ama bana kalırsa kimse bu hayatı seçmez. Ama kendisi bilinçli olarak seçmiş ve yaşamış. Ne desek eksik, ne desek anlamsız. Yorumunuz için teşekkür ederim sayın Sermin hanım. Sağlıcakla kalın efendim.

  • 2 yıl önce

    O, yani Atatürk 300-500 yılda bir kez gök kubbeyi ziyaret eden bir yıldızdı. O, bir insandı, ve "Tek Adam"dı. Yaşıyor. Teşekkürler.