Sonsuzluktan Çaldığım Bir Akşamüstü
Bir akşamüstü
Dün akşamüstünden kalan hüzünle ağırlaşmış ayaklarımı
Sürüyerek yürüyordum kordonda
O güzelim manzaranın içindeki ben
Yolun kenarında iğrenilerek bakılan
Ağzına kadar dolup taşmış çöp kovası gibiydim
Saatlerce bekledim dopdolu
Ne çöpçüler geldi boşaltmaya beni
Ne de gelip geçenler çöplerini üzerime atmaktan vazgeçti
Olan oldu
Olurundan fazla yüklenilmişliklerin de bir sınırı vardı
Taştım kendimden
Dağıldım
Her yer hüzne boyandı
Bir akşamüstü
Çok eskilerde kalan başka bir akşamüstünün hatıralarını ödünç almış
Güneş’in kayıp gitmesini izliyordum
Yanaklarım ıslandı o an
Nedenini hiç bilemedim
Ödünç aldığım hatıraların gözyaşı mıydı döktüğüm
Yoksa boşluğa atılmış yeni yaşlar mı
Dedim ya
Bilemedim
Ağladım
Gözyaşlarım denize bir yol açana kadar ağladım
Bir akşamüstü
Pis bir bankta öylece oturmuş
Ne zaman geldim buraya derken buldum kendimi
Ne kadar zaman yitirmiştim
Şimdiki zamanların ne kadarını geçmiş zamanlarla yer değiştirmiştim
Hatırlayamadım
Sanki başı sonu olmayan kocaman kapkara bir boşluktum
Aklımdan gelip geçen her şeyi yuttum
Tişörtün yakasında kurumuş bir parça martı dışkısı
Ayaklarımın arasında yavrusunu besleyen bir kedicik
Elimde yarım bir simit
Kedileri mi yoksa martıları mı besledim
Kim kime göz kulak oldu bilemedim
Önce kirlenmiş ayakkabılarıma kaydı gözlerim
Sonra
Bağcıklarıma baktım
İkisi de yarısına kadar sökülmüştü
Yutkundum dağ gibi
Yutkundum o kocaman dağdan yuvarlanan kayalar kesti nefesimi
O
Bağcıkları
Neden
Söktüğümü
Kendime bile itiraf edemedim
Bir akşamüstü
Günün başka saati yokmuş gibi
Sanki arafta kalmış
ve
Hep aynı günün aynı saatinde yaşamaya mecbur bırakılmış gibi
O kordondaydım yine
Boş gözlerle ufka bakıyordum
Kızıl bir güneş yakıyordu gözlerimi
Kızıl bir güneş dolaşıyordu ellerime
Kızıl bir güneş veda ediyordu güne
Hayat akıp gidiyordu yanımdan
Kediler balık peşinde
Martılar çığlık çığlığaydı
İnsanlar neşe içinde sohbet ediyor
Kahkaha sesleri sanki denize meze oluyordu
Kısacası
Yolunda olmayan hiçbir şey yoktu o kordonda
Ama
Ben yine öylece
Yine bir akşamüstü
Sonsuzluk çaldığım o akşamüstü
Duruyordum o kordonda hareketsizce
Bir ben veda edememiştim
Bir ben bırakıp gidememiştim
Her gün
Her gece
Her sabah
Hep bir akşamüstünde kalmak için direnmiş gibi
İçi dışına taşmış pis bir çöp kovası gibi
Martıların üzerine pislediği bir taş
Kedilerin yuva yaptığı bir kuytu
O kordonun kırılıp yerinden fırlamış tahtası gibi
Israrla duruyordum orada
Bir akşamüstüydü
Zamanın durduğu bir akşamüstü
Ben kaldım o kordonda
Sen
Gittin
Ve
Geri dönmedin bir daha
Sesiyle şiire can veren değerli abim Uğur Arslan’a teşekkürü bir borç bilirim. Desteği olmasaydı bu şiir olmazdı.
Bir teşekkür de şiiri kendi kanalında paylaşan Cem Birgi için. Katkın için çok teşekkür ederim.
https://youtu.be/46GTEg36O14
Emek emek dokunmuş ve seslendirilmiş her iki yüreğe de tebrik ve sevgilerimle
Her bir şiir için yorum yazmıyorum ben genelde, ama bu şiiriniz gibi olanlara içim yazmalısın diyor, taşıyorum yani. Çok beğendim, çok özel bir şiir, acizane şiirde sadeliği seviyorum ben, her bir düşünceyi, hissi imgeye boğmaktan hoşlanmıyorum zira ana fikir boğulup gidiyor arada, kaş yaparken göz çıkarmak gibi. Emeğinize, gönlünüze sağlık Şaire Hanım...
Harika bir serbest şiir olmuş Menekşe Hanım. Hepinizin de elinize, kaleminize sağlık. Beğeniyle okudum. Sağlıcakla esen kalın.
Öncelikle şiirsellik adına yeni ve özel ifadeler bulduğumu ifade etmem lazım.
--Örneğin:
"Olurundan fazla yüklenilmişliklerin de bir sınırı vardı"
Ya da
"Ödünç aldığım hatıraların gözyaşı mıydı döktüğüm
Yoksa boşluğa atılmış yeni yaşlar mı"
--Yahut
"Ne kadar zaman yitirmiştim
Şimdiki zamanların ne kadarını geçmiş zamanlarla yer değiştirmiştim
Hatırlayamadım
Sanki başı sonu olmayan kocaman bir boşluktum
Aklımdan gelip geçen her şeyi yuttum"
Daha da örnek verilebilir. Ama uzamasın yorum. Daha yazacaklarım var. Merak eden yeniden okusun şiiri. Ki defalarca okunası şiirdir kendileri...
Şiirselliği bir kenara koyalım; kullanılan anlatım dilinin sadeliği ve kelime seçimi, imgelerin yerli yerinde olması bir yana, şiirin imgelerle boğulmaması da ayrı bir özen gerektirir bence ve şair de bunu çok iyi başarmış. Bilirsiniz, bazı şiirlerde o kadar fazla imge oluyor ki şiiri anlamak bir yana akıl tutulması yaşanabiliyor. Ya da ben de o kapasite yok. Bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da bu şiir; okuycuyu yormadan, kasmadan anlatıyor meramını...
Diğer taraftan, çok sık kullanılan ve başta çok tekrara düşmüş izlenimi veren; "akşamüstü", " kordon", "çöp kovası", "kedi" ve "martı" gibi kelimeler, finale doğru zekice bir araya getirilerek; hem ruh halini, hem hayat devam ederken şairin bunun farkında olmadığını ya da umursamadığını anlatması açısından, tekrar kelimeleri amaca yönelik kullandığını kanıtlamış şair. Ve şiirin üstüne zırh olmuş bu tekrarlar... Yer yer şiirdeki hüznü gölgelemiş, yer yer daha da yükseltmiş hüznü... Hatta renk katmış, yer yer yumuşatmış da... İçindeki hüznü de ruh halini de akıp giden hayatı da pekiştirmek adına doğru tercih olmuş tekrar eden kelimelerkelimeler bence...
-- Özellikle:
""
O
Bağcıkları
Neden
Söktüğümü
Kendime bile itiraf edemedim
""
Çok etkileyici ve yıkıcı. Ama şairin huyu kurusun, illa ölümü davet edecek şiirlerine ya da çağrıştıracak. Ya da ben yanlış anladım bağcıkların sökük olmasının intiharın ön provası olduğunu... Ki umarım yanlış değerlendirmişimdir. Yoksa bu şiire ölüm bulaşmamalı... Okuyucunun omuzlarına yüklediği yeterince ağırlığı var zaten şiirin...
Şiirin içeriğine girmeye gerek yok. Tane tane anlatıyor, su gibi gidiyor çünkü şiir...
Sonuç olarak, bu ve son birkaç çalışması ile kendine has kalemini kırmış şair ve yeni anlatımlara yelken açmış. Umarım, ilham perisi bol bol üflesin yelkene de yeni ve doyumsuz yolculuklara çıkartsın bizi şair...