Aşkın Halleri

Aşkın Halleri

İnsan, varlık bütünlüğünü oluşturan fizyolojik yapısı haricinde, düşünme yeteneğini ifade eden akli melekeleri ile birlikte, iç dünyasını sezgisel olarak ortaya koyan duygulardan ibarettir. Her insan aynı kaynaktan beslendiğine göre aralarındaki kısmi farklılıkları bir kenara bırakırsak beden, akıl ve duygu dünyasındaki mevcut benzerlikler her birimizin ortak özellikleridir. İnsanı toplum içerisinde birey yapan da işte tam olarak bu üç özelliğin farklı şekillerde ortaya çıkmasıyla gerçekleşmektedir. Buna kısaca "karakter" denilmektedir. Fizyolojik özellikleri bir kenara bırakırsak akıl ve duygu etkileşimi, bireylerin toplum içerisindeki konumunun belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Örnek vermek gerkirse; ince ruhlu hassas biri için "sanatçı ruhlu", el marifeti güçlü çalışkan ve pratik olan kişler için "usta", girişimciliği ile tanınmış biri için ise "iş adamı" vs. gibi ünvanların sıklıkla kullanıldığına her birimiz şahit olmuşuzdur. Yine akıl ve duygu ekseninde düşündüğümüzde kişilerin piskoloji ve karakterlerinin şekillenmesinde bu iki gücün karışım oranının çok önemli bir faktör olduğunu görürüz.

Her duygu bir akla, her akıl da bir duyguya ihtiyaç duyar. Zaten insan ya da toplum için en büyük tehdit ve tehlike de bu iki duygunun birbirlerinden bağımsız hareket ederek kendi aralarında orantısız bir etkileşimde bulunuyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere bu orantısızlığın en çok belirgin olduğu duygu aşk duygusudur. Yaratılıştan beri insanlığın ortak kavramı olan bu duygu için kişilerin algısına göre bir çok bakış açısı geliştirilerek izah edilmeye çaba sarf edilmiştir. Bu bakış açıları genel olarak farklılarmış gibi görünse de aslında temelde bir noktada birleşmektedirler. İşte o nokta da aşkın ta kendisidir. Farklı olan sadece ve sadece sosyal ve psikoljik değişkenliklerdir. Konu başlığımız "aşkın halleri" olduğuna göre biz de yazımızı bu yönde evreleyerek, şahsi kanaatlerimizi belirtmek üzere dilimiz döndüğünce ve elimizden geldiğince konuyu irdelelemek istiyoruz. Takdir edersiniz ki böylesine zor, bilinmezlerle dolu ve kapsamlı bir konuyu satırlara dökmek hiç de kolay olmayacaktır. Yine de 'denemekten ne çıkar' diyerek yazmaya cür'et ettiğim satırlarımla sizleri başbaşa bırakmak istiyorum.

Her insanın iç dünyasının gizli bir noktasında vakti gelince ortaya çıkmak üzere hazırda bekleyen birden fazla duygu güdüsü vardır. Bu duygu güdüleri, olumsuz durumlarda "hüzün", "endişe", "hiddet" vs gibi karamsar yanları öne çıkardığı gibi, olumlu durumlarda; "huzur", "sevinç" ve "umut" gibi iyimser yanları ortaya çıkarmaktadır. Bu duyguların her birinin en temel özelliği ise içlerinde "heyecan ve tutku"yu beraberinde getiriyor olmalarıdır. Farklı insan karakterlerine göre şekillenen bu yapı, heyecan ve tutkunun zirve yaptığı dönemlerde yumuşak huylu biri için "sevgi güdüsü"nü; sert mizaçlı biri içinse "kin güdüsü"nü ön plana çıkaracaktır. Aslında kin ve öfke hiç istenmese de aşkın farklı birer varyasyonlarıdır. Kin duygusunun içerisinde özellikle "nefret" tutkusu ön plana çıkmıştır. Aşk duygusunda ise "hayret" ve "hayranlık" tutkusu hâkimdir. Âşığın kalbi süreç içerisinde ağarırken, kindarın kalbi intikam hırsı ile durmadan kararır durur. Tabiri caizse onlar boşluğa; âşıklar ise hoşluğa düşmüş gibidirler.

Aşk kelimesi Arapça: "sarmalamak", "sıkıca sarılmak" anlamını ifade eden "aşaka" kelimesinden gelmiştir. Zamanla "ışk" 'şiddetle sevme' kelimesine dönüşen bu sözcük Osmanlıca'da da "ışk" hâlini korumuş ve zamanla dilimize aşk olarak yerleşmiştir. TDK'ya göre ise aşk: "Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu", "sevi", "sevda" anlamlarına gelmektedir.

Aşk, İbn Sînâ'nın bakış açısıyla; "varlığın ve varoluşun sebebidir." Sevgi merkezli yaşayan biri için mâşuğun şekli, şemâili ve cinsi yoktur. Âşıklık bir istîdadtır. Âşığa her nesne Hak'kı hatırlatır. Çünkü yaratılmış olana hayranlıkla bakmak, yaratana hayret, hasret ve bağlılık uyandırır. Bir çoğumuzun bildiği üzere Yûnus Emre; "Yaratılanı severim yaradandan ötürü" diyerek bu bakış açısını en güzel şekilde izah etmiştir. Âşık, herhangi bir varlığa baktığında aslında kendisinde görmeyi diledigi duygulara baktığının farkında değildir. Bu yüzden de içerisindeki hoşluk hali hep diri kalmakta ve bu sayede yaşam ile olan bağını daha güçlü tutmaktadır.

Bilim insanları aşk duygusunun insan vücudunda mutluluk ve sevgi hormonu olarak bilinen "oksitosin" hormonunun salgılanmasına yol açtığını tespit etmişlerdir. Ayrıca süreç içerisinde salgılanan hormonlardan bir başka türünün de insanların kendisini iyi hissetmesini sağlayan "dopamin" hormonu olduğunu ifade etmişlerdir. Bu da aşk hâlinde iken kişide oluşan psikolojik rahatlık ve pozitif duyguların yoğunluğunun nedenlerini izah etmek açısından önemlidir. Tabi ki bu tür bilimsel çalışmalardan anlaşılan, âşık olununca ortaya çıkan bu değişimlerin aslında bir sebep değil, sonuç olduğu gerçekliğidir. Çünkü aşk, oluşum esnasındaki ânın içerisindeki bilinmezliğini ve sırrını halen korumaktadır.

Genel olarak geçmişlerinde hor ve hakir görülerek kırılgan bir yapıya bürünmüş kişiler, aynı zamanda içlerinde sevgiyi barındırabilecek düzeyde de hassas bir gönüle sahip olmuşlar demektir. Çünkü sevgiyi ve sevilmeyi en çok anlayabilecek durumda olanlar, empati yapabilmeyi öğrenmiş oldukları için yine bu türden kişiler olacaklardır. Hayat şartları onları bir intikam duygusu içerisinde olmaya sürüklese dahi bu, kesinlikle içlerindeki sevgi gücünün olmadığı anlamına gelmeyecektir. Mâlum ki insanların zaafları vardır. İhmal edilmişlik, sevgisizlik, hor ve hakir görülme, beraberinde sevgi ve sevilmeye karşı bir iştiyak uyandıracak ve bu vesileyle de ister istemez hayatlarının her alanında bir eksiklik hissedeceklerdir.

Bilinmelidir ki sevmeyi bilen, muhtemelen sevmeyi de sevecektir. Bunun için mutlak surette insanın kendi içinde kendi kalbine erişebileceği bir yol açması gerekmektedir. Bu yolu oluşturan temel yapı taşı ise en başta "şefkat" ve "merhamet" duygularıdır. Ama dikkat edilmelidir ki o yolun vardığı noktada, yukarıda da değindiğimiz üzere birden fazla duyu güdüsü olduğunu akıldan çıkarmamak gerekmektedir. Mesela "kin" ve "nefret" güdüsü de her insanın içinde bir yerlerde gizlenmiş olabilir. Bu konuda elzem olan, oldukça dikkatli olmak ve seçici davranmayı unutmamak olacaktır. Nefsâni his ve hırsların hırpaladığı insan, ister istemez rüzgarın estiği yöne doğru sertçe sürüklenip savrulacaktır. Üstelik bu durum, kişilik kaybına uğrayıp kendi kararlarını veremeyecek bir hâle gelinceye kadar da devam edecektir.

Aşkın mahiyeti kişiden kişiye ve duygu fonksiyonlarına göre değişkenlik göstermektedir. Tezahüründeki en büyük etki çoğunlukla tanımlanamayan bir şekilde, herhangi bir zaman kavramı olmaksızın nedensizce gerçekleşiyor olmasındandır. İçerisinde barındırdığı gizem ve bilinmezlik ise insanoğlunun hayata geliş ve gidişindeki esrar kadar ilgi çekici olmaktadır. Bu anlamda aşkın insan kalbinde iki şekilde ortaya çıktığını düşünürsek bunlardan birincisi; "ilk görüşte/düşünüşte kalpte gerçekleşen hisler; ikincisi de sevgi, saygı ve hayranlık marifetiyle önce akılda ve sonrasında kalpte gelişen hisler" şeklinde bir izahta bulunabiliriz.

İlk görüşte aşk olarak tarif edilen ve adına gönül tutulması diyebileceğimiz aşk türünde kalp, anlık çekim gücü ile sevgi ekseninde yeni bir keşif yaparak farklı bir boyuta geçerek yeni bir gerçeklikle karşılaşır. "Platonik" denilen aşk şekli de bu türden bir oluşumla meydana gelir. Bu durumda iken insan, nedensiz ve nasılsız sever. Hatta bazen gençler arasında sıklıkla ve espritüel bir dille ifade edilen "seviyorsan git söyle bence" yaklaşımı da oldukça mânidardır. İlk görüşte aşk türünde kalbin çekim gücü o an için aklın çekim gücünden çok daha üstündür. Hatta insanın tüm duyuları bir süreliğine de olsa tamamen kalbinin hükmü altına girmiştir. Bunların belirtileri olarak; kan dolaşımındaki artış neticesinde ortaya çıkan kalp çarpıntısı, bakışlardaki odaklanma ve görmede oluşan netlik, soluk alıp vermedeki sıklık, gerek bedensel, gerekse ruhsal olarak tüm algılarının odak noktasına mâşuku koymak vs. sayılabilir.

İlerledikçe gelişen aşk türünde ise hisler öncelikle sevgi, saygı ve hayranlıkla ortaya çıkar ve zaman içerisinde büyüyüp genişleyerek kalbin ilk görüşte aşkta olduğu gibi yeni bir boyuta geçmesi ile neticelenir. Burada kişi bir nevi önce aklı ile sever ve sezinler sonra kalbe gönderdiği sinyaller vasıtasıyla da aşkın gücünü hisseder. İzah açısından "zikir" (anma) örneği yerinde ve yeterli bir örnek olacaktır kanaatindeyim. Öyle ya da böyle her iki şekilde gerçekleşen aşk duygusu ile değişen algı gücü, kişiyi maddi ve manevi olarak durmadan mâşuka doğru kanalize edecektir.

Gerçek şu ki aşk birdir. Yani farkında olmadan bir şekilde her insanın karşısına çıkarak hayatına dahil olan bu dürtü sadece bir duygudan ibarettir. Aslında aşk onu içinde taşıyanındır. Yani âşığındır. Mâşuk ise onun tecelli ettiği makamdır. Âşık mâşukta gördüğü öz benliğini bir hayal perdesinde izler gibi izler ve kendisini zaman içerisinde mâşukunun rengine boyar. Çünkü onun için aşkın kendisi vardır. Mâşuk aşkın tezahür ettiği yerdir.

Marcel Proust: "Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; bizi gidişten daha fazla büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir." diyerek bu minval üzere çok net bir izah getirmiştir.

Gerçekte âşık aşkı mâşuktan beklemez. İçindeki o özel ve müstesna duygunun ne kendisinden ne de mâşuktan olmadığını bilir. Bu yüzden de kıblesi şaşmaz. Çünkü bilir ki aşkı yaratan aşktan çok daha güzeldir. Konu bu noktaya kadar gelmişken bu bölümde de âşığın süreç içerisinde ne gibi bir tavır içerisinde olması gerektiğine değinerek, mâşuku ile nasıl bir etkileşimde bulunması gerektiği yönünde kısaca bir kaç hususu dile getirmek istiyorum.

- Aşk büyüdükçe âşık küçülür.

- Aşık yalan söylemez, kibirsizdir.

- Tutku ve hırs aşkın en büyük düşmanıdır.

- Âşık her koşulda hâlinden hoşnut ve râzıdır.

- Âşığın bağı güçlü, bağlantı oranı dengede olmalıdır.

- Âşık ancak takıntı yapmadığı sürece aşkın lezzetine erişebilir.

- Aşkta kontrolünü kaybeden nefs, hırs ve gururuna yenik düşer.

- Aşk ve ümit birbirlerine sıkı sıkı bağlı iki vazgeçilmez duygudur.

Âşık, aşkın realitesini, gerçek dünyadaki realitesinin üzerine çıkarmamaya çabalamalıdır. Çünkü bu, hayat ile olan bağının zayıflamasına ve bunun neticesinde de hayal dünyası ile gerçek dünyasını birbirine karıştırarak, istenmeyen sonuçlarla yüzleşmesine yol açacaktır. Bu da ciddi bir risk anlamına gelmektedir.

Yazımızın en başında da dile getirdiğimiz üzere akıl ve gönül ilişkisinin dengeli bir şekilde kurulması gerekliliği kaçınılmazdır. Çünkü eger Allah dileseydi her insana sadece kalbi hisleri verirdi ve bunun neticesinde de herkes dünya hayatını tâbiri câizse adeta bir "mecnun" gibi yaşamak durumunda kalırdı. Halbuki Allah, bizlere, düşünüp gerekli çıkarımlar yapalım diye, hayatı daha düzenli, daha doğru ve daha etkili yaşabilelim diye gerekli olan akıl gücünü de ihsan eylemiştir. Âşık normalde gel-gitler yaşamaz. Ona bu duyguları yaşatan yine gönül dünyası ile gerçek dünyasının kısmen de olsa belli oranda çakışmasından kaynaklanmaktadır. Âşık ne zamanki kendi ruhunda, kendi gerçek dünyasına kavuşursa işte o zaman aşkı gerçek mânâsıyla tanımış, tanımlamış ve sindirmiş olacaktır.

Aşkın olumlu yönlerinden biri de âşığın ilgi ve duygularına konsantre olarak kendisini keşfetmesi ve hayatının odağına ona iyi hissettirecek olan duyguları yerleştirmesine vesile olmasıdır. Bu sayede de dış dünyadan gelen her türlü olumsuz etkileri onun süzgecinden geçirerek özümseyecek ve kendisi için zararsız bir hale getirecektir.

Âşık için ayrılık yoktur. Çünkü aşk giden için değil kalan içindir. Belki sizlere aykırı gelecektir ama bize göre âşık için da vuslat yoktur. Çünkü eğer ortada gerçek bir âşık varsa o zaten vuslattadır diye düşünmekteyiz. Fakat bu demek değildir ki âşık mâşukuna kavuşmak istemez. Burada kast edilen, âşığın sabır tahammül ve kabullenme gücünü izah etmek içindir.

Yazımızı buraya okuyan dostlarımın: "Hep de aşkın olumlu yanlarından bahsetmiş. Halbuki aşk aynı zamanda büyük bir acı verir. Sevenlerin ayrılığı ölüm gibidir." dediklerini duyar gibiyim. Lafı fazla uzatmadan bu hususu da etki-tepki bağlamında sebep-sonuç ve kazanımları gözardı etmeden dile getirmek istiyorum.

Aşkın olumsuz yanlarından biri, sevdiğini manipüle ederek onu kendi çıkarlarına alet ederek kendi sinsi planınca yön veren sözde mâşukun(!) varlığıdır. Bu türden kişiler, âşığının duygularından istifade ederek onu bitmez tükenmez bir hırsla şekillendirir ve maddi mânevi istismar ederek adeta bir kan emici gibi davranır. Bu çok ciddi bir sorundur. Âşık o girdiği sorgulamasızlık sürecinde iken hiç bir şekilde bu durumun farkında değildir. Dolayısıyla buna müdahale edebilecek bir akıl gücünden de yoksundur. Adeta akıntıya kapılmış ve farkında olmadan sürüklenip gitmektedir. İşte görüldüğü üzere akıl ve gönül dengesi gerekliliğinin önemi burada da bir kez daha ortaya çıkmış oluyor.

Kimi âşık, sevdiğine "Ben senden sonra bir daha asla sevemem" gibi bazı söylemlerde bulunabiliyor. O an için gerçekten böyle düşündüğünü göz ardı etmeyeceğiz tabi ki fakat unutulmasın ki yine yukarıda değindiğimiz üzere aşk âşığındır, mâşukun değil. Hayat, başı ve sonu olan bir süreçtir. Zaman içerisinde insanın değişimi ve dönüşümü ona farklı bir çok özellikler katacaktır ve bu sayede de o "asla" dediği bir konuyu dahi sonradan kabullendiğini ibretle izleyecektir. Bu anlamda, kesinlik aşkın gerçekliğidir ve değişen sadece tezahür ettiği yerdir. Bu ne zamana kadar devam eder bilinmez, fakat sanırım insanoğlu kâinatı ve yaratılışı anladığında aşkı da bir nebze anlayabilmiş olacaktır.

Aşkın her hangi bir nedenle tesirinin azaldığı dönemlerinde maalesef ayrılık da kaçınılmaz olacaktır. Karşılıklı sevgi besleyen kişiler, eşit seviyede hem âşık, hem de mâşuk durumunda iseler ayrılık noktasında her ikisinin de bir anda sevgilerinin tükendiği sonucu çıkarılamayabilir. Böyle bir durumda her iki tarafın da aşka saygı duymaları, gerektiği yer ve zamanda ilişkilerini dostane bir şekilde tamamlamaları gerekmektedir. İçerindeki o yüce duygunun onlarda bıraktığı hatıraları ve kazanımları yok saymaları en başta aşkın kendisine bir saygısızlık olacağını hatırda tutmaları çok önemlidir. Her ne kadar ayrılığın acısı taze iken pek hissedilemeyecek olsa dahi zamanla aşkın insana kattığı her türlü pozitif etkiyi hatırdan çıkarmadan yaşamlarına daha bir huzur ve güvenle sarılmaları onlara yeni ufuklar açacaktır.

Yazımızı bir sonuca bağlamak gerekirse; görüldüğü üzere aşkın bir insanın sahip olabileceği en değerli eğitimci olduğu açık bir şekilde ortadadır. Uslu ve çalışkan bir talebe olmak ise yine onun getirilerinden istifade etmiş ve kavrayabilmiş olanlara düşüyor. Aşk, insana adeta tasavvuftaki gibi bir seyr-i sülûk yaşattırır. İnsan daha bir olgunlaşarak hayata yeni bir perspektifle bakmayı öğrenir.

İnsan, hayatın her alanında olduğu gibi sevgiden ve sevmekten de kazanımlar elde etmeyi bilmeli, sızlanmadan öf demeden aşkın verdiği dersleri büyük bir gönüllülük esasıyla yapmaya gayret etmelidir. Her ne kadar o duygunun yoğun bir şekilde yaşandığı dönemlerde fark edilemeyecek olsa dahi, aşkın varlığı gibi eleminin de insana bir çok değer katacağını hatırdan çıkarmamak gereklidir. Unutulmamalıdır ki aşk insana sezgi katar, feraset ve basiret katar, anlayış ve kavrayış katar. Her şeyden önemlisi aşkın varlığı insana kulluk bilinci katar. O halde biz de gönlü diri olan tüm dostlara "aşk olsun" diyelim.

Hatalarımız hakîkate tevdî ola.

Selam, saygı ve muhabbetlerimle.

Cemil Baştürk

13.03.2023 İstanbul

13 Mart 2023 15-16 dakika 4 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (4)
  • Tebrik ediyorum Cemil hocam. Çok doğru tespitleri aynı sayfada harmanlamışsınız.Hissederek yazıldığı çok belirgin ve çok kaliteli bir yazı okudum. İmla kurallarında gözüme batan hiçbir şey olmadı.Kaleminize yüreğinize sağlık. Bu arada bölümüm tasavvuf ve yazı ilgimi daha çok çekti. Sevgiler selamlar

  • 6 gün önce

    Güzel bir yazı kaleme almışsınız, öncelikle kutlarım. Kimisi inanır kimisi inanmaz ilk görüşte aşka... Her iki görüşe de saygı duymak lazım. Gözlerde başlıyorsa her şey bakışlar hemen kendini belli eder. Göz bebekleri büyür, bazen ter basar, cümle kurmada zorlanabilir insan, dili damağı birbirine yapışır, belki karşınızdaki insanda aynı durumdadır. Kimi zaman hissedersiniz, kimi zaman hissedemezsiniz bunu... Eğer ki aşkı ve sevgiyi televizyon dizilerinden öğreneceksek, çok zor işimiz size söyleyeyim. Hiç gıpta edip de o televizyon dizilerinde oynayanlara özenmemek lazım...''Sevgi ve aşk hem farklı ölçeklerle ifade edilebilen farklı yoğunluklara sahip iki duygu türü, hem de herkes tarafından farklı şekilde duyumsanıyor. Dünyada altı buçuk milyar insan varsa, altı buçuk milyar farklı boyutta hissedilen sevgi ve aşk türü var demektir. Tek bir tanım o nedenle zor...'''' Sevgi tanımlanamaz, hissedilir, aşk yaşanır; ama paylaşım, ikisinin de ömrünü uzatır, sosyobiyolojik birer varlık olarak bizlerin daha anlamlı, daha mutlu bir yaşam sürmemizin kapısını açar.'' Kutluyorum içtenlikle Cemil Beyi...