Bebelere Patlak Balonlar
Gözlerindeki acıyı gördüm, yüreğindeki yenilgiyi de. Gözyaşlarının yerine, intikam ateşleri süzülüyordu gözlerinden. Gamzelerine kazılmış taze mezarlar, içine çürümüş umutlarını dolduruyordun.
Kim suçlayabilirdi ki seni, sen gözlerini, dünya denen cehennemde açmıştın.
Kucaklamayı öğrenmeden, taşlamayı öğreniyorsa bir el, elin kavradığı saç, saçın kapladığı kafa ne olabilirdi.
Suç sende değil...
Sen sevmeyi öğrenmeden, şüphe etmekle ödüllendirildin.
Hey çocuk, sen büyüklerini dinleme sakın!
Kuşların kanadı uçmak için var, koparılmak için değil!
Derken ben sana, sen kuşların kanatlarını koparmış, bana gülümsüyordun. Geç kalınmış bir laftı benimkisi, yolun gidecek yeri kalmamışken amaçsızca seni uyardım.
Eğitim şart. Eğitilerek gelişiyordu ya her canlı. Şartlar mı değişti yoksa insanlar mı bilmem ama masallar bile küfür gibi çıkıyordu artık ağızlardan. Uyku vakitleri, hırsların zihinlere işlemesi için sabırsızlıkla beklenen bir zaman olmuştu sanki.
Kimdi ilk taşı atan diye sormanın anlamı yoktu, ilk taşı atan da, ilk yaşı döken de anlamaz olmuştu nasılsa halden.
Tüm insanlık tarihi buram buram kan korkarken, garip bir devir, demek, ne de garip. Nehirlerin renkleri unutmasını çok da garipsememek lazım, onca kirli elin günahlarıyla yıkanmışken.
Ve
biz
defalarca
o derelerin suyundan
kana kana içtik
hiç umursamadan.
Acaba diyorum, aklımı bırakmadan önce mi vicdanımı terk ettim. Yoksa önce vicdanım mı gitti elden…
Cevapların bir önemi kalmadığı zaman, kıyameti yaklaşmıştır insanın. Dinleyenlerin kalmadığı, hep konuşanların olduğu zamanlar, işte o hep bahsedilen ahir zamanlar.
Çok düşündüm…
Oluru kalmadı sanırım artık hiçbir şeyin.
Ki kaldıysa da bende bir şey kalmadı, vaktimden kalanlardan vazgeçiyorum…
Ah!
Canım bana ağır geliyor tanrım. Sana seslenmeye değecek bir yakarış da kalmadı. Buğulu gözlerle izliyorum artık hayatı. Zaten çoğu zaman gördüklerimden bile emin değilim.
Sakinliğim, umursamazlığının bir eseri. İçten içe biliyorum ben bu gerçeği.
Demek benim içimdeki şeytan da dilsiz olanlardandı.
Oysa uyarıyordu tüm kutsal metinler, demek ki hakkıyla okuyan hiç olmadı…
Kötülük artık oldukça sevimli geliyor artık herkese. Güler yüzlü, şefkatle yaklaşıp ele geçiriyor ruhları.
İyi ve kötü arasındaki farklar giderek kayboluyor, yüzüne güle güle sırtından vuruyor insan insanı.
Dilsiz şeytanlar çoğaldıkça daha özler oldum gerçek kötüleri.
Ne oldukları belliydi en azından, görüyordum gelecek olan kötülüğü.
Şimdi hep sarıldığım yerlerimden kanıyorum ve işin en acı tarafı bu bahaneyle ben de acıya bağlanıyorum. Yakında ama çok yakında hiçbir bahaneye gerek duymadan can yakmaya başlayacağım.
Soranlara diyecek laf çok, bir zamanlar ben de… deyip harcayacağım hayatları.
İlk taşı kim attı ne fark eder. Artık taşı atanın da yaşı dökenin de eli kanlı.
Dilsiz şeytanın kurbanı olduk Menekşem. Tebrik ederim. 🍁
Hayat sevmek ve sevilmek gibi iki güzel duyguyu bağrında saklarken, nereden çıkıyor bu kin nefret ve öfke duyguları. Neden birbirimize katlanamıyoruz. Oysa ki çok kısa hayat, bir bakmışsınız yetmiş yaşına gelmişsiniz, sonrası hiç beklemediğiniz bir zamanda ahiret yurdu, gerçek mekanımız. Değer mi kalp kırmaya, can yakmaya, hele de çocukları öldürmeye? Egolar tavan yapmış bir çoklarında... Ne gerek var şairin dediği gibi ''Bir kaç insan sevip, bir iki çiçek koklayıp, bir iki kedinin başını okşayıp çekip gidecektik oysa.'' Kutlarım güzel yazınızı...
Çünkü vicdanımız da merhametimizde olsa eyleme geçmedikçe düşünceler masum değiliz hiç birimiz aksine potansiyel suçlularız mesele taş atmak ya da atmamak değil değişime kendimizden başlamaktır. Güzel ve anlamlı bir yazıydı kutlarım Menekşe hanım sevgiler
"sana seslenecek bir yakarış da kalmadı". harbiden tükendi nesildaşım. artık herkesin çektiği kürek boşuna gibi bir zaman döngüsüne girdi sanki dünya. 25 yıldır internette gördüğümüz zulümler, acılar, çaresizlikler, feryat figanlar... sanki alışkanlık yaptı. yine mi deprem diyoruz mesela, yine mi trafik kazası, yine mi savaş, yine mi bombalama, taciz, tecavüz, hırsızlık, dolandırıcılık... kurbanlık koyun gibi bekliyoruz sanki ölümü. ne zaman bir trafik kazasına karışırım acaba, ne zaman dolandırılırım, ne zaman bombalanırım diye umursamadan yaşıyoruz. şansa biraz da nefes alış verişimiz sanki. iyice yaşayan ölülere dönüyor toplum da dünya da.. hani derler ne ekersen onu biçersin; iyilikten iyi niyetten yardımlaşmadan vefadan anlayıştan vb vs başka da bir şey de ekmedik diyor aynalar ama aynalar mı hal bilmez, ayna içindeki kumlar mı? hani ayna kumdan yapılır hesabı. insanların kumdan farkı yok ki gözyüzünden bakınca. bu yazında mıydı başka yazında mı demiştin ya; iki yaşayıp, iki sevip sevilim çekip gidecektik bu dünyadan gibi ... bir türlü yaşatmadılar, bunca onca tonlarca acıya nasıl dayansın zihinler, ya tamamen duymadım görmedim bilmiyorum deyip kendi halinde yaşayıp gidecek ya da ya katil olacaksın yahırsız ya yalancı dolandırıcı zalim kabadayı, yobaz, vb vs işte... ne bileyim ya hu, aklım şaştı artık bu dünyanın hallerine...
klavyene zeval gelmesin nesildaşım, ilhamın tükenmesin, arada derede hep yaz emi... lakin bir de şu soru çıkıyor, yazsan neolacak, aynı tas aynı hamam dünya.
klavye klavyeyi açıyor hesabı; ne kaldı geriye; 40 yıl diyelim , asgari 16 yıl uykuda geçer galiba, 2 yıl lavabo tuvalet ihtiyaçları, 2 yıl yemek içmek sofrada masada, 2 yıl en azından işe gelgit yolunda. 22 yıl etti geriye kaldı 18 yıl. 3 yıl da markete gel git kaldı 15 yıl. biraz daha deşelersek yani ortalama 12 yıl, doya doya ya yaşarız ya yaşamayız. 12 yıl içinde mücadele etmeye değer mi diye de düşünmeden edemiyor insan hani.. hayat işte, bizden sonrakiler düşünsün biraz da, bizden öncekiler afedersin çamur çökek kan irin bir dünya bıraktı ya, bizim de bu dünyayı düzeltmeye imkanımız yok, belki kimsenin de yoktu ya, ne bileyim ben işte... gece gece klavyede parmak koşturuyorum. en sevdiğine emanet ol nesildaşım. saygılarımla, eksik olma.