İç Savaş
bağdaş kurup kanepeye 
bağlayıp kollarımı dirseklerimden birbirinin üstüne
oturmuş
ya otomobillerin çamurlu tekerlerine
ya yoldan geçenlerin ispanyol paçalarına
ya mini etekli hatunların baldırlarına bakıyordum 
bodrum kat penceremden
bir uğultu ki sormayın gitsin
ökçe
koşuşturma
konuşma
bağrışma
motor
kamyon
egzoz 
korna
eskici
işportacı
milli piyangocu
kuş ve çocuk sesleri hariç
ne ararsanız var yani
sonra kesildi sesler 
birden bire kesildi nedense 
ansızın silindi yok oldu pencere
kayboldu şehir
kayboldu gürültü
sır oldu uğultu
ürktüm
irkildim
anlam veremedim derdim de kendimde değildim
...
hücummm
hücummmm
yok edinn
katledinnn
sağ komayın hiçbirini
kalmasın kimse geriii
diye bağırıyordu
kaybetmelerimin anlı şanlı generali ceberut
...
savulunnnn
savurunnnnnn
gebertinn
silin 
süpürünnn
ezip geçin hepsiniii
diye haykırıyordu karşı taraftan
korkularımın başkumandanı cebbar
...
az ötede 
kızılderili tamtamlarını dövüyordu mankurtlar
tamtam tamtam tamtamtam diye uluya uluya
karşılarında mehteran 
olduğu yerde uygun adım sayıyordu
sağa sola sol sağ
beride 
dizlerine vura vura 
ağıt yakan analar vardı
...
öyle paranoyak bir isyan peydahlanmıştıki içimde
öyle depresif öyle agresif
öyle şemalsiz bir isyan peydahlanmıştıki
anlatamam
sanki 
fetva almışlar gibi
sanki 
ben size taarruz emretmiyorum 
ölmeyi emrediyorum 
diye emir almışlar gibi 
mavi gözlü devden
koşuyorlardı bordo sancak ellerinde
...
ata yadigarı köstekli saat misali 
dişliyordu ruhumu tereddüt
nineden kalma ninni gibi
cılız bir bebeyi emzirir gibi
kuşatıyordu ruhumu
çizik plak misali cızırtıyla kahır
...
içimde kübist bir kabartma
içimde sürrealist bir boğuşma
içimde militarist bir gövde gösterisi 
içimde mitolojik bir kıyım
...
içimde
trablus'a komşu
malazgirt'ten beri
zeytindağı'ndan içre
malabadi köprüsünden aşşağı
sina'dan yukarı cenk
- viyana'yı dahil etmiyorum bile
böyle savaş görülmemişti hiç
yazmamıştı tarih
zapta geçmemişti vakanüvisler
böylesi vahşeti
varın siz düşünün gayrı gerisini 
 
...
allah allah nidalarıyla cenge girişmişti
içimin cengaver neferleri
deşip geçiyorlardı birbirlerini 
pehhh
tayyareler balıklama dalıyordu gövdeme 
örse yatırıp birbirlerini eziyordu gürzler gülleler
şarapneller fışkırıyordu kaburgamdan
ıslık çalıyordu 
kamburuma saplanan oklar mızraklar
uçuşuyordu havada
metal sesleri
patlamalar
kıvılcımlar
dört bir yanıma dağılmıştı 
kopuşmuş uzuvlar
feryatlar 
figanlar
ah'lar 
ah yandım anam'lar 
...
ne kargaşa 
ne karmaşa ama of
o'dan sonra
ne kadar çok "f" eklersem ekleyeyim
yetmezdi yani anlatmaya
yaşanmadan anlaşılmazdı yani 
...
ortalık toz duman
ortalık kan revan
ortalık sırılsıklam terdi
sırr
rıll 
sıkk 
lamm 
terrdi ortalık 
off
...
bağıra çağıra 
bozlak çığırıyordu azrail
bir elinde tırpan 
bir elinde törpü
...
ne dedim 
ne yaptım
ne ettimse ayıramadım
ayıptır dedim 
günahtır dedim
siz kardeşsiniz
yarensiniz
yoldaşsınız siz dedim 
yetmedi
işe yaramadı
aşkı
umudu
hayali
gözyaşını
açlığı 
tokluğu
hepsinden önce yalnızlığı
mutluluğu pay ettik sizinle
yapmayın
etmeyin demem
dedim vallahi de dedim 
billahi de dedim 
dedim
dedim de
dinletemedim
ı ıı 
cık
yok 
yaramadı hiçbiri işe 
duymadılar bile beni
inanın duymadılar dostlar
duymadılar
uğrunda savaşa girdikleri 
bu ölüm orucu tutar gibi 
şiir orucu
aşk orucu tutan beni 
...
gerçi istesem  
yıkardım bir sillede cenk meydanını
istesem yerle bir ederdim
bir üfürmeyle savaş otağlarını
istesem 
bir fiskede darmadağın ederdim taburları
ama sustum
 
kabullendim öylece
sustum 
çünkü yorgun 
bitkin ve yeniktim
sustum
çünkü pes etmiştim
sustum 
çünkü kendime söz geçiremezken
ne haddimeydi onlara emir vermek
son bir ümitle sığınmıştım sonuçta 
bu bodrum katına
son
bir
ü
mit
le
...
tüm korkularım
tüm endişelerim
tüm utançlarım
hatta 
tüm günahlarım seyrediyordu olan biteni 
sanki birazdan sıra onalara gelecekmiş gibi
sanki evlerini eşkıya basmış da babaları alınmış 
sanki evlerini jandarma basmış da babaları alınmış
dünyadan bi'haber bebeler gibi 
seyrediyorlardı panikle
saklandıkları kanepenin altından olanları
ne ölen içimin şehit neferlerime
ne madalyasız 
tek gözü körelmiş gazilerime
ne bombardıman altındaki karargahından
emirler yağdıran generallerime
ne delik deşik gövdeme acıdım
onlara acıdığım kadar
...
nasıl başardıysam bir ara
sürüne sürüne zar zor çekip kenara
zenciye boyayarak gizledim umudumu son anda
ölenlerin her eşyasının dağıtıldığı bu mecrada 
konu komşudan sakındığım ananım eşarbı kokulu 
karanfil bezeli perdenin ardına
yetmesem imdadına
yetmesem
offf
offff
offfff
ne siz sorun
ne ben diyeyim offffff
...
içim ceset torbası atlasıydı görseydiniz bir
gövdem kan çamurunda batık kadırga
gözyaşım sızıyordu etrafa saçılmış amforalardan
ne yazık
ne acı
ne elem
...
bilmiyorlardı ki
bendim oysa
bu çağlayan gibi içime içime akan kanın tek sebebi
kızamıyordum da onalara bu yüzden
sorsanız 
hepsi siper etmişti kendilerini kendime
sorsanız 
bildikleri tek ideolojiyi güdüyorlardı
o da uğrumda ölmekti
nasıl kızardım ki hem onlara
siz olsanız yerimde siz de kızamazdınız
kimse yapmamıştı böylesini çünkü
kimse parmağını bile kıpırdatmamıştı 
benim için hiç
ne sansasyon
ne utanç
ne trajedi ama 
...
sonra sessizlik oldu
silindi her şey her iz 
kurudu birden bire her damla kan
sırra kadem bastı ordular
...
filizlendi bir kozalak fermanı sonra
uzaktan
çok uzaktan duyuyordum
silik soluk sesini
tiz mi tiz sesiyle
bağırıyordu tellal
şair öldü
öldü şair
tiz sükut eylene
tiz sulh eylene 
tiz son verile
savaşa
şiire
ferman 
yeni padişahındır
...
anlamıştım bittiğini savaşın
gerek kalmadığını savaşa
o anda
sıyrıldı kulaklarım
sustu kıyamet 
huzura erdi ruhum
...
kurudu üç dilek ağacı sonra
kozasından arınıp yüceldi bir kelebek göğe
kanadı mat
kanadı yaralı
yeşerdi bir çıban şairin yığıldığı yerden 
kurtlar etrafında istilada şimdi
bok böcekleri akbaba kesildi
solucanlar nöbette
...









şair öldü, şiir yaşasın bari .. Uğur yaşasın ..