Uykusuzluğun İçsel Tepişmeleri

Uykusuzluğun İçsel Tepişmeleri

Her gece ninniler söyledim gökyüzüne...

Kabul görmemiş rüyalarımı uyutacak yastıklarımı bana geri versin diye yalvardım Tanrıya…

……...

………

……….

Duyguya dair birşeyler yazmak adına çıkmıştım yola ama masal kendi kendini yazmak istedi, teslim oldum bende...

Uykularım çalınmadan önce, bir gece rüyamda sakalları geceden daha siyah,ışıltısı yıldızlardan daha da parlak bir zat geldi.

Bir vakit belirtmeden hasretini duyduğum her şeye ulaşacağımı söyledi. Sabret dedi bana sabret...sonunda anlayacaksın gerçekleri…deyip gidiverdi.

Uyandığımda tek hissettiğim şey, öfkeydi. Neden vakit vermemişti, neden...

Ne kadar zaman daha beklemem gerektiğini neden söylemedi ki…sersem...

Tamam, tarif edilen gibi nurlar içinde gelmedi bana bu aydınlanma ama çok da şaşırmamıştım, her beyazın saf ve temiz olmadığımı biliyordum masalın en başında. Neyse...

Vaktim çoktu, vaktim sanki hiç yokmuş gibi hissediyordum.

Düşüncelere daldım, nasılsa uyku yoktu, ninniler de susturulmuştu…

Başlangıcı, sonu, gidişleri, tükenişleri her şeyi sıradan geçirdim...

En çok varlığı düşündüm, varlığımın içinde gördüklerimi. Yok olmayı da düşünmek istedim ama beceremedim. Rivayetlerden öteye gidemedi ayaklarım, bilmediğim şey üzerine yorduğum kafa uyuştu. Önce yok olmalıyım sanırım, dedim ama yok olunca düşünebilecek miydim...bilemedim. Bu düşünceden vazgeçtim.

Varlığımla hissettiklerimi düşünmeye daldım yine. Her gece üzerinde durduğum iskemleyi düşündüm, boğazımdaki urganı…

Sonra baktım aslında urgan yoktu, iskemle kayboldu, düşmem gerekirdi ama havada asılı duruyordum… sanki yokmuşum gibi hissettim. Varlığı düşünüyordum neden birden yokluğa dair düşüncelere daldım…kafamı hızlıca sallayıp başka bir düşünceye zıpladım...

İnsansı duyguları düşündüm sonra….

İnsanın duygularına ihtiyacı var dedim. Yoksa anlamsız bir varlıktan öteye gidemezdi değil mi.

Hem varlık anlamsız olur muydu ki...

Bir amacı olmalıydı...

Bir gelişi, bir yerlere gidişi. Bir sesi olmalı kendi dilinde.

Peki, anlamını yitirince ne olacaktı. Farkındalığını yitirince, ne olduğunu unutunca, olduğu şeyden ne kadar uzağa düşecekti bu yeni varoluşu...

Hani bağırsam avazım çıktığı kadar, ben dahil kimse duymasa o çığlığı, yani yitirse varoluş anlamını neye dönüşür bu yeni anlamsızlığı.

Ormanın tam ortasında yalnızlıktan ölen ağacın hikayesini siz de duymadınız değil mi…

Cevaplardan çok sorular çıktı karşıma bu konuyu da bir kenara bıraktım.

Düzene kafa yormak daha iyi olur dedim. Düzeni düşünürsem düzelirim dedim….

İyi vardı, kötü vardı…

Merhamet vardı, zulüm vardı…

Bilge vardı, cahil vardı…

Her şey zıttıyla mı var olmuştu…

İyiler olduktan sonra mı kötüler türemişti…

Önce beyaz geldi sonra da karanlık mı belirdi...

Ama…

Her beyaz saf ve temiz değildi ki...

Of dedim of…daireler çizme dedim kendime bu düşünsel yolda.

Her şeyi parçalara bölerek, aslından iyice uzaklaştırdığımız bir zamanda yaşamanın manasını düşündüm sonra. Her hisse, her insanı özelliğe yüklenen yeni anlamları. Her şeyin yeni ölçütleri vardı artık. İyinin, kötünün, karakterin, yalanın, inancın, imanın bile kabul edilir uyuşuk versiyonlarını geliştirmiştik sinsice.

Ah be yazıklar olmasın mı halen bize…

Aslında şaşırmamak lazımdı ama yine de az biraz olsa da şaşırdım işte.

Dünyevî ayrımlar, kademeler yetmemişti. Ölüme, yaşama, yaşamdan sonrasına da bulaştıracak ayrımlar yaratmak yakışacaktı tabii ki bize.

Cehennemle mi başlamıştı kademeler, nedense ben sadece onunla sınırlı kalır sandım ama yetmedi,cennete bile sınıflar getirdi utanmazlar.

Öyle ya herkes nasıl eşit olacaktı….

Tanrı adına konuşmak için can atan onca çapsızlar,öylece durup sessiz mi kalacaktılar.

Sonra kendi kendime dedim ki….

Şimdi bazı inançlarda, yeterli parası olmayan ya da alt sınıftan gelenlerin öldüğü zaman ruhlarının neden arafta kalacağını söylemelerini daha iyi anlıyorum.

Ne kadar garip gelseler de bana yine de onlara saygı duyabileceğimi hissediyorum.

En azından diyorum, ne olduklarını baştan söylemişler. Bir şeyken başka bir şeymiş gibi lafı dolandırmamışlar.

Yaşasın karakterli kötümcüller...

Kötüler sevilmez ya genelde,işte tam bu noktada belirtmek isterim ki, her şeye rağmen ben kötünün bile karakterli olanına saygı duymak gerektiğini düşünüyorum.

Hatta, bedelini ödemeye razı, ölüm gelse de olduğu şeyden inkarla kurtulmaya çalışmayan kötüden, örnek alması gerek, tüm o kötü olmaya çalışan yalakların.

Demek ki neymiş...

Kötü olsa da karaktersiz olmak zorunda değilmiş insancıklar…

Derken...birden bire oldu, bir karanlık doğdu kalbime...

Ve nihayet o an kavradım gerçeği...

Öylece öfkemle baş başa kalmış her türlü düzeni düşünürken en sonunda bir gün cevap karşımda beliriverdi.

Anladım...

Rüyalarıma giren siyah sakallı zat,ne demek istemişti...

Bir vakit belirtseydi, vakti beklerken geçen zamanda, vaktim gelince hasretini duyduğum şeyler için hiçbir emek sarf etmeyecektim.

Vakti bilseydim eğer, kalan vaktimi kaybedecektim.

Mutluluğun acıyla gelmesi, aydınlığın karanlıkla belirmesi…ne kadar saçma gelse de kulağa bazen arzulanan düzen kaosun ortasından gelirmiş insana...

Hahahaha, bu da kapak olsun bana...

Neyse, yoruma kapattığım bu derin meseleyi böylece ekledim hesaba…

Nihayet uyuyabilecektim...

Ninni mi…

Anladım ki ninniler söylemeye de gerek yokmuş karanlığa...

Kabul edilmeyen rüyalarımı basıp bağrıma, uykuya daldım huzurla. 

28 Mayıs 2022 5-6 dakika 101 denemesi var.
Yorumlar (4)
  • 2 yıl önce

    Güne düşen değerli yazınızı kutlarım sayın menekşe, saygımla...

  • 2 yıl önce

    Keşke diyor insan her şey siyah beyaz ya da gri değil de tek renk olsa seçmesek olanı düşünsek yalnızca , sonra da diyoruz ki belki böylesi iyi daha çok düşünce ve daha çok çözüm olmalı işimiz sonuç ne olursa olsun duruşu ve karakteri olsun yeter düşüncelerimizin en önemlisi o tebrik ve sevgimle Menekşe hanım