Anneme Masallar

Çocuk, hoparlörden kendi adının anons edildiğini duyar duymaz, içinde yılanbaşlı bir korku ile ürperdi! Uzandığı ranzasından usulca doğruldu ve mümkün olduğu kadar sakin olmaya çalışarak kapı altına gitti. Orada kendisini bekleyen başefendiyi gördü ve gözlerini gözlerinden ayırmadan yaklaştı. Başefendi, sakin ve sert görüşünün altında, kelimeleri eze eze ve lağım gibi kokan ağzındaki dişlerini göstererek, 'hazırlan' dedi 'Gidiyorsun' ...'

Çocuk 'Nereye' diye sormadı bile...' Gidiyorsun' sözünü duyar duymaz bir tuhaf olmuş, hiç cevap vermeden 'Malta'nın' sonunda bulunan koğuşuna doğru yürümeye başlamıştı ki, birden ani bir hareketle yön değiştirerek maltanın sonundaki lavaboya girmiş ve bulduğu ilk aynanın karşısına geçerek sanki kendisini bir daha hiç göremeyecekmiş gibi! Uzunca bir süre aynada kendini seyretmişti. Sakalı uzamış, gözlerinin altına morluklar çökmüş, Saçları ile yüzü tuhaf bir renge bürünmüştü. Gözlerini hiç kırpmadan baktığı aynada, iplik iplik gözyaşlarını gördü ve usulca sağ elini aynadaki kendine dokundurarak, içli bir keman gibi ağlamaklı çocuk sesiyle, 'hakkını helal et anne' dedi.

Hızla koğuşuna gitti ve yatağını-yorganıyla birlikte neyi var neyi yok hepsini Tokat'lı bir garibana vererek oradan ayrıldı. Tekrar kapı altına geldiğinde, başefendinin yanında iki jandarma ile kendisini beklediğini gördü ve gözlerinin içine dik dik bakarak 'Hazırım' dedi. Bu sözü duyan Jandarma, hemen elindeki kelepçeyi arkadan bileklerine takmıştı bile... Bilek kalınlığındaki demir parmaklıklı kapılar bir bir ardına kadar açılıyordu. Önde başefendi ve iki yanında iki jandarma ile birlikte dışarı çıktığında, Gözlerini kapatarak başımı yukarı kaldırıp tertemiz havayı içine çekmiş ve temiz havanın kokusunu iliklerine kadar çekmişti. Bir dakikadan bile fazla sürmeyen bir sevinç! yürüdü... Kendisini nereye götüreceğini bilmediği araca bindiğinde gene yalnızlığıyla baş başa kalmıştı. Komutanın, kendisine yaklaşarak babacan bir tavırla 'Taşkınlık yok, Sivaslı' ikazını duymuş, sesini çıkarmadan 'tamam' der gibi usulca başını sallamıştı.

Oysa annesi kendisini hala 'burada' sanıyordu. ve en çok ona üzülüyordu. Kendisinin artık orada olmadığı söylendiğinde çok üzülecekti. Ama böylesi daha iyiydi. Gözden ırakta olan bir noktaya kadar da olsa gönülden de ırak olacaktı. Kendisi için seviniyor, annesi için üzülüyordu. Yolculuk boyunca hep bunları düşünüyordu. Aracın sesi beynini tırmalıyor ve adeta yolun bir türlü bitmeyeceğini sanıyordu. Yorgunluktan yarı uyur yarı uyanık vaziyetteyken birden bire araç sert bir frenle durdu. Dışarıda sanki telaşlı bir kalabalık varmış gibi hareketler ve sesler geliyordu. Çok geçmeden aracın hemen arka iki kapısı açıldı ve Komutan, aşağıya inmesini söyledi. İlk defa gördüğü yaklaşık 8- 10 kişilik bir grup kendisine bakıyordu. İçlerinden birisinin tepeden tırnağa kendisini süzdüğünü fark etti. Kendisini bu gruba teslim eden komutan, elini omzuna koyarak üzgün bir şekilde 'Kendine iyi bak delikanlı' diyerek oradan ayrıldı.

Kendisini teslim alan grubun içindekilerden ve adının sonradan............olduğunu öğreneceği şahıs, omzundan itekleyerek 'yürü bakalım' dedi. Uzun ve karanlık labirent gibi dehlizlerden geçerek on beş dakikalık bir yürüyüşten sonra gene zifiri bir karanlık koridorun önünde durdular. Büyük bir gürültüyle demir kapı açıldı ve gerdeğe giren bir damat gibi arkasından coplarla, yumruklarla, tekmelerle burnunun ucunu bile görmediği bir karanlığın içine atıldı. Adım attığı yeri göremediği için yüzünün üstüne kapaklanmıştı. 'kelepçeyi açmayı unuttular' diye düşünmeye başlamışken, dışarıdan kahkahalar geliyordu!

Bir müddet sonra gözleri karanlığa alışmış, içeride yalnız olduğunu anlamıştı. Her taraf ıslaktı. Kesif bir küf kokusu genzini yakmıştı. Elleri arkadan kelepçeli olduğu halde ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Henüz üç adım atmıştı ki kafasını duvara çarptı. Artık canı da acımıyordu. Vakti çoktu. Kaldığı hücreyi adımları ile ölçmeye başlamıştı. Lavabosu ve penceresi olmayan küçücük daracık bir yerdi. Üç adım ileri, 2 adım yana doğruydu. Uzaktan, çok uzaklardan inilti gibi bir türkü duyuyor ve bu türkü en ağrıyan yerine içten içe dokunuyordu.

'Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebep arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece"

Bir gün sonra buradan çıkarılıp, üst katta başka bir yere nakledilmişti. Buranın adına da 'müşadiye' deniyordu. Buraya ilk gelenler burada 'ağırlanıyor' sonra da 'hoş geldin' partisi veriliyordu. Kendisi için henüz bir 'Parti' verilmemişti. Ama bekliyordu ve hazırlıklıydı. Ama en çok nerede olduğunu merak ediyordu. Hangi şehirdeydi bir türlü öğrenememişti. Ne zaman sonra kapı gene büyük bir gürültüyle açıldı. Hücre kapısının da açılmasını beklerken heyecanlı ve tedirgindi. Her şeye razıydı ama pisipisine ölmek istemiyordu. Birkaç dakika sonra hücre kapısı açıldı içeriye güçlü kuvvetli bir adam girdi. Kapı açılır açılmaz içgüdüsel bir davranışla dışarı çıkmaya yeltendi. Dışarıdan büyük bir ışık kümesi görünüyor taa içine kadar işliyordu. Kapıyı açan güçlü kuvvetli adam, Küçücük bir tabak içerisinde ne idüğü belirsiz, yemeğe benzer bir şey getirmiş ve yere bırakıp gitmişti. Her şey bir anda olup bitmişti. 'nasıl olsa açlıktan ölmem dayanırım' diyerek hücrenin ortasında dimdik öylece kalakaldı.

Burada tam beşinci günüydü ve kendisinden başka kimse yoktu. Artık duvarlarla konuşmaya başlamıştı. 'Galiba kafayı sıyırıyorum' diye düşündü. Bazen gülüyor, bazen yüksek sesle kahkahalar atıyordu. Annesinin ne zaman darda kalsan hep Ayetel-Kürsi'yi oku telkinini hatırlıyor ve durmadan okuyordu. İnancının sayesinde ayaktaydı. Gene kendi kendisiyle konuşurken, hiç ummadığı bir anda kapı açıldı. 'Gel' diyen bir ses duydu. O güçlü kuvvetli adam kendisini çağırıyordu. Usulca yürüdü. Dışarı çıktı. Kendi sesine bile yabancılık çekiyordu. Sadece kendinin duyabileceği bir sesle 'tuvalete gitmek istiyorum' dedi. Her tuvalete gittiğinde ayna arıyor, kendisini merak ediyor, yüzünü görmek istiyordu.

'Artık koğuşlara' dedikleri vakit, tam on dördüncü günüydü. Oysa yalnızlığa alışmış ve hayatına yön verecek olan yalnızlık duygusunun lezzetini burada tatmıştı. Takvim yapraklarını bir bir devirecek, kâh hücrede, kâh müşadiye de ve koğuşlarda mevsimler mevsimleri kovalayacaktı. 'Reis' ile kaldığı zamanlar en huzurlu zamanlarıydı ve O'nu çok özlüyordu.! Buraya geldiğince tam yirmi bir yaşında idi. Şimdi ise yirmi altı olmuştu. Geleni gideni hiç yoktu. Kimseyi de beklemiyordu zaten...

Bir bayram sabahı idi. Her bayram sabahında yaptığını gene yapmış, traş olmuş, tertemiz giyinmişti. İçinde küçük de olsa bir umut vardı. Belki diyordu kim bilir belki... Annem gelir, annem gelecek mi ki? Türlü hayallere dalmıştı. Ama kimsecikler yoktu. Yoktu işte... Boşuna bekliyordu. Oysa gözyaşları ile yazdığı mektuplarında annesine, 'Gelme' demişti. Ama gene de umuttu!

Artık ne gereği vardı. Kendisinden çoktan vazgeçmiş, Kendisini kandırmanın yolunu da bulmuştu. Yıl 1986' idi. Sessiz bir gece içinde beyaz bir çarşaf ile çevirdiği ranzasının içinde 'Artık büyümekten yoruldum. İçimde koşuşan ve ara sıra kaybolan gölgelerden, yoruldum' diye söylendi. Son günlerde en çok hem elleri titriyor hem de Çocukluk zamanlarından kalma babaannesinden duyduğu, masalları hikâyeleri hatırlıyordu. Sanki beyninde hep bu vardı. Bu bayramda geleni gideni olmamıştı. Yalnızlığını yüreğinin içine pekiştirmiş, çocuksu hayallerin içinden kendini arındırmaya çalışıyordu. Artık; hem kendisine hem de annesine masallar anlatmalıydı. Hiç bitmeyecek, mezarda bile aklından çıkmayacak, ucu bucağı olmayan masallar... Artık başlayabilirdi...

'Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir hücrede, bir çocuk varmış.................................


Yarın Bayram...
Sanırım. Yarın annem gelecek.
Yumak edip yolları
Koynunda hüzünleri
Gülkurusu gözleriyle
Yarın annem gelecek.

Kapı altında bir gölge
Öylesine sessiz, yalnız
Mırıl mırıl, dua dua
Çilesine çoktan razı
Oğlu sanki gel demiş
Yarın annem gelecek.

Sevinç tutmuş yollarını
Belki de ilk defa gülecek
İhtiyar adımlarıyla
Ağır ağır, usul usul
Yüreği serçe kanadı
Gözleri ışıl ışıl
Yarın annem gelecek.

Uykusuz ranzanın çocuğu
Girift bir labirent gecelerde
Maltada kör mazgalların
Voltaları daha çokmuş.
Artık başlanabilir masalına
Bir varmış bir yokmuş!

Darağacında bir mavi
Yıldızdan mahyalarda
Emprimelertutuşurken
Zamansız zamanlarda
Kırlangıçlar Çığlık çığlık
Yarın annem gelecek!

1986

08 Mart 2010 8-9 dakika 10 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (3)
  • 14 yıl önce

    çocuk o zamanlardan itibaren koca bir yalnızlık dolusu şiirler biriktirir.şiirler anne özler,anne çocuk bekler,sevdalar sıra gözler. çocuk iç yakıcıydı.uzun bekleyişlerin,sabrın,inancın,sevginin dizilmesi gibiydi kelimler.boğazda düğümlendi. ne diyebilirim ki

    tebrikler. sevgiler.

  • 14 yıl önce

    'Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir hücrede, bir çocuk varmış.................................

    sonra.... yıllar sonra...

    sabahın alaca karanlığı henüz güne karışmamışken... evin iç merdivenlerinde ki terlik sesi...

    ''Anne ben geldim'' diyen o hücrede ki çocuk...

  • 7 yıl önce

    Günün yazısını ve yazarımızı kutlarızud83eudd20ud83eudd20