Serçe Parmağı Koptu Ruhumun
Cebimdeki cehennem ağır geliyor artık bana...
Hasar büyüktü biliyordum. Yeniden bir araya gelemeyecek kadar uzağına düşmüştüm kalbimin.Büyük bir savaştan yeni çıkmış gibiydim. Gözlerimin yerinde karanlık, ruhumda derin bir boşluk, ellerimde tarifsiz ölümler taşıyordum.
Yine de beni devam etmeye iten o kahpe duygu, her seferinde ele geçiriyordu bedenimi.
Ve ben o kahpe duyguyla, bir heves ne zaman doğrulsam, doğrulduğum yerden kırıyorlardı belimi...
Hasar çok büyüktü, hiç unutamadım…
Sanki unutmama asla izin vermeyecekti Tanrı.
Kaçmak istedim, uzaklaşmak...ama neden ve kimden. Cevapların anlamını yitirdiği, başka ve saçma sorularla zihnim çürüyordu. Bir anlamsızlığın, tüm anlamlarımı alıp götürmesini aklım almıyordu. Tanrı matematiği böyle saçmalaması için yaratmamıştı ki.
Hasar çok büyüktü, hep hatırladım…
Sanki hatırlamak için lanetlemişti beni Tanrı.
Yorgundum...
Bilmediklerimin gölgesinde dinlendiriyordum gözlerimi. Ruhumdaki derin boşluğa düşüp bir daha gün yüzü görmesem diyorumdum. Gölgesinde dinlendiğim bilinmezliğin görkemini görünce, hiçbir şey bilmediğimi geç de olsa daha iyi anlıyordum.
Bunca bilinmez varken, hiç bile olmak imkansızmış, ahh ben ne kadar da saçmalamışım.
Hasar çok büyüktü, asla tamir olmadım…
Sanki yarım kalmam için yaratmıştı beni Tanrı.
Direnmedim değil. Mücadelemi kayıplarıyla hatırladım hep.
Tükeniyordum, giderek eksiliyordum kendimden.
Bir gün, serçe parmağı koptu ruhumun. Ben çok ağladım.
Hayat bitmiş gibiydi. Meğerse en ufak olanı en değerlisiymiş insanın. Denge gidince anladı dengesini yitiren.
Ufak şeylerin böylesine bünyeyi etkilemesi ne tuhaf. Kolu kopsaydı ruhumun daha mı az acıtacaktı ki beni. Böylesine saçma sapan dağılası varmış da ruhumun, sebep arıyormuş belli ki.
Hasar çok büyüktü, büyüsüne kapıldım…
Sanki acıya aşık olmak için yaratmıştı beni Tanrı.
Tükenen ne çok şey var içimde ve tükenenlerin arttırdığı başka şeyler. İçimdeki boşlukla böyle ağırlaşacağım hiç aklıma gelmezdi. İlk isyan ruhumdan kopmadı ama tuhaf değil mi…
İlk isyan eden ayaklarımdı…
İkinci isyan eden yollardı, ayaklarımla canını yaktığım o yollar. Yürüyemediğim, öylece izlediğim yollar.
“ Ben gitmek için varım, durmak için değil.” diye diye bağırdı, kurumuş gözlerimi tozlarıyla doldururken.
Yarattığın her şey bana düşman oldu tanrım, yarattığın her şeyden, korkarım ki, yakında nefret edeceğim. Yürüyebilecek kadar hafif olsaydım eğer, arkama bile bakmadan koşarak kaçardım...
Ama…
Hasar çok büyüktü, ben hasarlarımın ağırlığıyla dikili bir taş gibi olduğum yere çakılıp kaldım...
O an anladım ki, karanlığa kurban olmak için yaratmıştı beni Tanrı.
Ve ben bir daha ışığın gözlerine bakamadım, istesem de bakamazsın ki...
nesildaşım bana dediğininin mislisi var bu yazıda. anlatım; sade net ve bir o kadar ağır. kısa ama bir o kadar ağır geldi. sugibi akıtamadım okurken, nedendir bilemedim, nasıl demeliyim şimdi, sanki bir dağı çıkıyordum sonra dağın diğer yamacından düşüyorum, sonraki paragraf sonraki dağ gibi yeniden çıkıyorum, böyle böyle yormuş beni, yorulmuşum 3-5 dakikada işte.
lütfen biraz komedi yazar mısın:) olabilirse güzel olur okurların için de. bilemem bir değişiklik isterim yazılarının konularında, tercihim komedi. sanırım ben hep bir şeyler isteyen bir cinsim:) ruh veya zihin türüm yani böyle, lakin herkesten de istenmez ki değil mi ama??
eksik olma hep ol ve daim yaz. sağlıcakla. Y.
Ne desek bu anlamsız acılara dur diyemiyor dahası insan yanımızla anlayamıyoruz bir türlü her geçen saniye ruhumuzdan bedenimizden parçalar azar azar eksiliyor ve durduramıyoruz öyle mahkum edildik ki karanlığa istesek de ışığa ulaşmak mümkün değil anbean sönmeye devam ediyor ışık keşke daha aydınlık daha mutlu satırlar dökülse kalemimizden Menekşe hanım Sevgilerimle 🌺