Siyah Gökkuşağının Ötesi
Altın taşlarla ördüğün bu yol, sonunda ışığı göreceğimi fısıldayan bu yol, bana huzur vermedi bilesin.
Gözlerim keder, yollarım diken dolu. Tırnaklarımın arasında, günahına girdiğim ruhların artıkları. Dilim yalan, sözüm yılan gibi sokar olmuştu.
İlk başlarda oldukça saftı duygular. Sonradan işgüzerca bir şeye evrildi içimdeki arzular...
Ve şimdi...
Tanrı’ya işgüzarlık yaparken, artık ellerimi açmaya bile gerek duymadan, dişlerimin arasına takılıp kalmış yemek artıkları gibi, çıkarıp atıyordum duaları kaldırımlara. İnsan kalabalığının ayakları altında hamam böceği gibi çatırdayarak can veriyorlar, hepsinin kaderi son buluyor bir lağım çukurunda.
Bir işaret bekler gibiyim. Öylece hareketsiz kaldığım yüzyıllar, sonsuzlukla yarışan bu derin ve umarsız uyku,kim bilir, belki de sadece bir kahve molası kadar…
Sıkılıyorum...
Masanın altına yapıştırdığım bu kaçıncı duygusal dışkı, kim bilir. Saymayı unutalı ne kadar oldu, bilmiyorum. Dedim ya sayamıyorum, aslında saymak istemiyorum.
Günaha bir yenisini eklesem, bedellere bir yük daha bindirsem, bir şeyler değişirdi,diyemiyorum.
Evrensel olsa bile bazı diller, çok basit bir sorun karşısında bazen dilsizler.
Kendime not...
Sayılı günahların acısı daha çabuk geçmiyor nasılsa. Gelenin gidenlerden hep alacağı var, bu doğruyla yaşa.
Üzerime gelenlerden tüm intikamımı aldım. Bana ışığı fısıldayan o yolun taşlarını da sattım üç kuruşa. Kaybedecek bir şeyin olmayınca insanın, sınırları da kalkıyormuş meğerse zihnin, şimdi daha iyi anlıyorum.
Örtünün altında hiçbir şey kalmadı, her şeyi öylece ortalığa döküyorum.
Dağılmış, pespaye, oldukça kimsesiz kaldığım zamanlar…
Tuzağa düştüm.
Kana bulanmış bir çarşafın üzerinde kirletildim…
Kimin kanı bulaştı tenime,tenim kimin kiriyle yıkandı hiç bilemedim.
Gözbebeklerimi yiyen kuzgunlara sordum. En son gördüğüm kişi kimdi diye…cehennem gibi baktılar yüzüme. Cehennemi getiren senin benzerindi. Hepinizi birsiniz bizim için, hepiniz ölmeli, dediler.
Ben utançla dinledim.
İşte böyle içirdiler gözlerimden karanlığı...
İşte böyle duydum hakikatı, karanlığı içerken, aydınlık fısıldadı kulağıma, tüm gerçekleri.
Karanlığı içince,ben de karanlıktım artık. Bir bütünün parçası. Ne varsa hissettim içinde sakladığı. Bildim, gördüm birleştiği her bir yüzü. Gizli saklı kalmadı aramızda. O da bildi benim gönlümden geçenleri.
İlahi hakikatın hevesi kırılmış. Sözlerini yüksek sesle söylemesi için dile getirdiği herkes onu sırtından bıçaklamış.
Hakettiği sonu yaşıyor dedi, dili olanlar…
Dilleri sözcüklerle donatılmışların,dilleri bıçak, sözleri yılanmış meğer…
İşte hakikat, basit bir kalp kırıklığıyla geldi kıyamet...
Kaosun ortasında huzuru bulacağımı hiç düşünmezdim. Ortalığı yakıp yıkan kasırganın merkezindeki sessizlik ve dinginlik gibiydim, bir anda her şeyi kavradım.
Hayal kırıklığı ile yaşanmıyormuş. Asit yağmurunda kalmış bir zavallı gibi, acılar içerisinde lime lime parçalanıp eriyormuş insan.
Kaçacak yerler tükenmişse, kaçmanın değeri kalmazmış. Değeri düşen şeylerden, fayda sağlanmazmış.
Hey sen!
Altın taşlarla ördüğün bu yol, sonunda ışığı göreceğimi fısıldayan bu yol, bana huzur vermedi bilesin. Kaosun ortasında buldum huzuru. Karanlığı içirirken gözlerimden kuzgunlar, nihayet görebildim tüm hakikati.
İlahi hakikatin hevesi kırılmış. Sırtından bıçaklamış sözlerini söylemesi için dile getirdikleri. İnsan ya işte, hak etmiş tüm başına gelenleri.
Kan ağlayan beyaz bir çarşafın üzerinde kirletildik.
Çarşafı da o hale getiren bizdik.