İkilem / Sanat ile Zanaat

 

Genel kuraldır: Sanat ile zanaat farklı olgulardır...

Bana göre bu fark, çoğunluk olarak, sözlük anlamları açısından vardır. Daha doğrusu, özünde ikisinin de benzer noktaları oldukça fazladır. Yazımda da iki olgunun benzerliklerini ve birinin diğerinden daha üstün olmaması gerektiğini kendimce nedenlerle açıklamaya çalışacağım.

Bu aşamada iki kelimenin sözlükteki karşılığını ve ünlü filozoflar ile sanatçıların en azından sanatın ne olduğu/olmadığı konusundaki görüşlerini yazmaya gerek yok diye düşünüyorum. Zaten yazı yeterince uzun, daha da uzatmaya gerek yok.

Evet, iki olgu da; amaçları, üretim yöntemleri, kullanılan malzemeler ve sonuçları ile oraya çıkan ürün / eser açısından farklıklara sahiptir.

Ancak birçok zanaat türünde, zanaatkarın ortaya çıkardığı ürün için sanat içermiyor denilmemelidir diye düşünüyorum.

Ya da şöyle ifade edeyim: Zanaatkâr açısından, yapılan iş, zanaattir ancak iş bitince ortaya çıkan ürünün sanat eseri özelliği de vardır bence...

Netice olarak, bir sanat eseri (en basit ifadeyle) önce; düşünce ve hayal ile zihinde şeklini alır, icra edilince hayat bulur. Zanaatte de durum buna benzer: Belirleyici olan ihtiyaçlar olsa da önce düşüncede başlar her şey... Sonrasında yöntemler farklılaşır.

Kimse bakır ustasının işlediği bir tepsiye sanat eseri değil diyemez. Ortaya çıkardığı ürün bir esedir. Alırken güzel olduğu ve kusursuz sanatı dikkatinizi çektiği için alırsınız. (Sürekli aynı işi yapmış olmak ile ilgili zanaat ve sanatın -en azından birçoğu açısından- benzerlikleri konusundaki düşüncelerimi aşağıda açıklamaya çalışacağım.)

Telkariyi usta yapar. Kendisi bir zanaatkârdır. Telkari el emeği göz nurudur... Ortaya çıkan bir eserdir.

Bir yorgan ustasının yorgana desen işlemesi...

El işi kilim ve halı üretimi...

Seramik ve çini ürünler...

Mesela; demir ustasının elinden çıkan ferforje bahçe kapısı ya da tırabzan, işçiliği ve taşıdığı estetiği göz önünde bulundurulduğunda aynı zamanda bir sanat eseridir bence...

Ya da marangozluk... Hangi ağacı, ne amaçla, nerede kullanacağını bilmek, onu ölçüp, biçip keserek ve bir araya getirerek şekil vermek zanaatkarlıktır, ustalıktır. Ama onu işlerken, yerine göre oyarak süslemek, modeline ve talebe göre dekore etmek; zanaat olduğu kadar sanattır. Tıpkı heykeltıraşın veya ressamın hangi malzemeden / boya karışımlarından nasıl bir eser ortaya çıkacağını bilmesi gibi...

Veyahut çiçekçilik... Çoğu kişi için zanaatkâr olduğu düşünülmeyen çiçekçilerin, ellerindeki çiçekler ve malzemelerle yaptığı aranjmanlar her ne kadar kısa ömürlü olsa da ahenk ve görselliği ile birer sanat eseri denilebilir. Aranjmanların yüzlerce kombinasyonu vardır. Çoğu birbirinden farklıdır.

Bağlama çalmak bir sanattır ama o bağlamayı üretmek, el işi göz nuru emek ister. Üretimi günlerce sürer, ince işçilik ister. Hata kabul etmez. Sonuç olarak ortaya çıkan bağlama bir sanat eseridir bence... Çünkü bir heykeltıraş gidi sabırla şekil verilmiştir ona.

Onlarca örnek verilebilir...

Özetle; bir sanat eserini ortaya koyan veya seyirci önünde icra edene sanatçı deniliyor ise, elbette ki; zanaatkârlara da el işi sanatçısı denilmesi gayet doğaldır. Ve ortaya çıkan birçok ürüne de taşıdığı unsurlar bağlamında sanat eseri denilebilir.

Konu ile ilgili başka bir benzer nokta ise; zanaat olarak değerlendirilen meslekler de tıpkı sanat gibidir. Hata kabul etmez.

Oysa birçok sanat dalı ve ortaya çıkan sanat eserinde ya da bir sanatın icrasında bir çok hata telafi edilebilir. Ancak zanaat ürününde hatanın telafisi zor veya azdır. Hepsi kusursuz olmalıdır. Ve bunun yanı sıra maddi sonuçları da ağır olabilir.

Bazı sanat türlerini icra eden sanatçılar, eserini kısa bir sürede ortaya çıkarır ve ondan ömrü boyunca prim yapabilir. Fakat zanaatkâr, günlerce uğraşıp, bir tane ürün ortaya koyar ve sadece o anda prim / kâr elde eder. Onu da satabilirse...

Sanatkâr ile zanaatkâr arasında karşılaştırma yapılırken diğer bir yaklaşım ise; bir zanaatkâr hep aynı işi yapıyor olmasıdır.

Ki sanat ile zanaat arasındaki en büyük fark; sanat eserinin tek, zanaat ürününün birden fazla olması şeklinde ifade edilir.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; çoğu zanaatte tıpkı resim ve heykel benzeri bir çok sanatta olduğu gibi bireysel çalışma söz konusudur.

Her ne kadar; bu mesleklerin birçoğu el sanatları olarak adlandırılsa da görünürde çoğu kişi sanat olarak değerlendirmemektedir.

Doğrudur. Zanaatkâr hep aynı işi yapar...

Ancak bizler; bazı sanat eserinin bitmiş halini gördüğümüz için onun o aşamaya gelene kadar geçtiği süreçleri düşünmeyiz.

Beğenir veya beğenmeyiz. İlgi alanımıza göre de değişebilir bu durum...

Şöyle ki:

Bir tiyatro oyununa gider, seyreder, alkışlar, eve döner, yolda da: "Ne güzel oyundu, sanatçılar da bir harikaydı." Der. Her şeyi unuturuz sonra. Oysa o oyun daha sahnelenmeden öncesinde haftalarca, hatta belki de aylarca provalar yapılır. Her oyuncu rolünü benimseyip, repliğini sular seller gibi ezberleyince ve oyuncuların hepsi yönetmenin istediği forma kavuşunca oyun sahneye konulur. Sonrasında da rol alan oyuncular; hep aynı rolü, defalarca sergilemiş olurlar. Yani bazı sanatkârlar da zanaatkâr gibi defalarca aynı işi yapar...

Bazı oyunlar vardır ki; aynı oyundaki, aynı rol için yıllarca sahneye çıkar sanatçılar.

Örnek: Lüküs Hayat... 1933 yılından beri sahnelenmektedir. Ve değişik tiyatro gurupları tarafından yıllarca... Hep aynı replikler ve aşağı yukarı hep aynı beden hareketleri ile... Hep aynı kostüm... Ve her seferinde aynı keyfi yaşar seyreden... Lüküs hayat kadar olmasa da her tiyatro oyunu onlarca kez aynı ekip tarafından sahnelenir...

Yani bir tür zanaatkâr davranışı sergilerler. Çalışıldıkça hata payı / risk azalır. Bazı davranışlar tıpkı zanaatkârınki gibi otomatikleşir...

Ekranda veya sinema perdesinde seyrettiğimiz bir film ya da dizinin her sahnesi defalarca çekilir. Kimi farklı açılardan olsun, kimi birden fazla kişi konuşuyorsa onların da yüzleri, mimikleri görünsün diye... Bu tekrar çekimlerin önemli bir nedeni de kadrajdaki oyuncuların canlandırmasındaki performansın yönetmen tarafından yeterli bulamaması ya da sanatçının istenen performansı verememiş olması, repliğini unutması gibi sebeplerden kaynaklanabilir.

Yani biz filme bakıp: "e oyunculuk." Diyoruz ama o sahne bir kerede karşınıza gelmiyor. (Daha çok yönetmenin ve sanırım sanat yönetmeninin doyumuyla da ilgili bir konu.) Ne olursa olsun her sahne defalarca çekilir, öncesinde prova edilir. (Burada şunu ifade edeyim, sahne tekrarı sadece oyuncunun o anda o rolü kötü canlandırmasından değil, yönetmenin beklentilerini karşılamamasıyla da alakalıdır. Yani amacım kesinlikle oyuncuyu küçümsemek değildir.)

Ve bazı sanatçılar bu tekrarlar sonucunda ortaya çıkan performansı nedeniyle ödül alır.

Bazıları da doğuştan yeteneklidir. Her zaman, her rolün altından kolaylıkla ve başarıyla kalkar.

Yukarıdaki iki sanatta da hep aynı replikler defalarca tekrarlanır. Risk yoktur. Tiyatro sahnesinde replik unutulsa dahi suflör kopya verir ya da rol arkadaşı açığını kapatır. Film setinde sanatçı repliğini söylerken kamera arkasında ona söyleyeceği kelimeler sesli bir şekilde okunur. Oyuncu duyduklarını ifade ederken bedensel performansını ekler. Yani risk azdır. Ya da replikler doğru aktarılana kadar sahne tekrar tekrar çekilir.

Oysa zanaatkâr, hep aynı işi yapmış olsa da hatasız yapmak zorundadır. Bir kundura derisi kesen kesim ustası deriye zarar verirse o iş çöp olur. Ki kesim ustası hatasız kestiği parça (bir çift ayakkabı) başına cuzi miktarda para alır. Hepsi bu...

Bu bakış açısıyla, zanaatkâr; her seferinde aynı işi yapsa ve hep bir birinin aynısını üretmiş olsa da her seferinde başka bir ürün ortaya koyar. Çünkü her biri için ayrı emek sarf eder, alın teri döker. Bunu yaparken de çok titiz çalışmalıdır. Çünkü, hepsi kusursuz olmalıdır. Dolayısıyla her ürün başlı başına farklı bir eserdir. Resim gibi, heykel gibi...

Yukarıda ifade edilen risk; aksiyon filmlerinin canlandırılmasında alınan risk değil, ortaya çıkan eserin başarısı anlamındadır. Yani bir usta hata yaparsa, büyük bir çoğunlukla o iş çöp olur. Bu yüzden her ne kadar defalarca aynı şeyi yapmış olsa da kusursuz yapmak zorundadır. Bazı aksaklıklarda ufak dokunuşlar ile rötuş yapılarak kurtarılma durumu olsa da ustalık açısından kabul edilir bir durum değildir. Sahne sanatları ve işini icra etme açısından zanaatkâr için risk daha yüksektir.

Bir heykeltıraş da aynı heykeli onlarca defa yapabilir ve satabilir. Evet! Aynı heykeltıraş, aynı heykel... Bir çok heykeltıraşın kalıplaşmış eserleri vardır. Hatta kalıbını çıkarttığı eserleri dahi vardır... Oysa bağlama ustasının böyle bir lüksü yoktur.

Örneğin; bir yerde gördüğünüz Atatürk heykelinin birebir aynısına başka yerde rastlıyorsanız (ki memleketimizde çok vardır örnekleri) bilin ki aynı elden çıkmıştır. Tabi bir heykeltıraşın sanatsal amaçlı olarak tek eseri de vardır. Ama yaşayabilmek için kalıp heykeli de vardır. Bunu yapmak zorundadır. Fabrikasyon üretilen heykeller bile vardır. Ve tabi ki devasa heykel atölyeleri... Bunun yanı sıra tek göz, on, on-beş ya da yirmi metrekareden ibaret atölyelerde üreten ve ihale peşinde olmayan sanatının hakkını vermeye çalışan heykeltıraşlar da var. ( Not; bilir misiniz bilmiyorum ama kopyacı heykeltıraşlar da vardır. Beğeni almış bir eserin - özellikle ticari amaçlı olanlarda- kopyasını yapar ve bir iki ekleme ile kendi üretimi havası verir. İhalelere katılır; park, bahçe veya meydanlara eserini koyar. Esas fikir sahibi sadece seyreder.)

Heykeltıraş ve ressam, ürettiği eserdeki kusuru görebilir, isterse kusuru giderir, isterse eserini o şekilde sunar. Kusurlu olduğunu var saydığımız eser podyuma konulduğunda ya da duvara asıldığında izleyen kişiler bu kusuru göremeyebilir ve eseri o şekilde kabul eder. Ya da sanatçının kattığı yorum olarak değerlendirebilir (ki bence çoğunluk bu şekilde yaklaşır). Fakat zanaatkârın ortaya koyduğu üründe böyle bir durum söz konusu değildir. Kusur varsa o ürün vitrine hiç konulmaz. En iyimser ihtimalle indirimde satılır... Ya da kendi kullanır...

Bir de şöyle bir şey vardır:
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Fountain_(Duchamp)
(İncelemenizi tavsiye ederim.)

Bir ses sanatçısı da repertuvarında bulunan hep aynı şarkıları söyler sürekli... Hep aynı işi ortaya koyar. Bir çok sahne sanatçısının sadece türkü, sadece Türk Sanat Müziği, sadece pop, sadece rap gibi belli tarz şarkı söylemesi de zanaatkârın hep aynı işi yapmasına denk bir durumdur.

Şunu da eklemek isterim: Şayet, sanat denilen olgu; üretmek ise piyasada bir çok ses sanatçısı veya müzisyen hiç üretmeden, hatta başkaları tarafından üretilmiş ve yıllardır söylenen şarkıları söylemekte ya da aynı müzikleri çalmaktadır. Bu durumda onlar da birer zanaatkardır diyebiliriz. Ancak zanaatkârdan daha fazla itibar görmektedirler.

Denk gelmişsinizdir: tiyatro sahnelenirken veya bir şarkıcı sahnedeyken eserini unuttuğu olabiliyor. Ama seyirci bunu yadırgamaz hatta alkışlarla cesaret ve moral verir. Zanaatkâr için böyle bir durum söz konusu değildir.

Ve resim sanatı da böyledir. Ressam, bir eserini bir çok baskısını satabilir. Ya da bir ressam da bir zanaatkârın hep aynı işi yapması gibi çoğunlukla aynı tarzda resim yapar. Mesela; hep doğa, hep insan, hep portre, hep natürmort, hep sürrealist... Picasso... Dali... Gibi...

Tabi ki gelişim sürecinde ya da geliştikten sonra da farklı eserler ortaya koyarlar ama tarzı bellidir... Tarzı imzasıdır... Resim sanatına ilginiz varsa, bir çok resme bakıp, ele alınış şeklinden tutun da renklerine ya da resimdeki figürlerin işlenişine bakıp kime ait olduğunu anlayabilirsiniz. Van Gogh... Picasso... Dali... Gibi...

Ressam, yaptığı eserinde hata varsa onu renklerle kapatabilir. Ki bir çok resimde asimetriklik kabul görür bir durumdur. Ressam yorumunu katmış gözüyle bakılır. Ancak zanaatkâr yaptığı işe yorumunu katamaz...

Şiir, roman, hikaye, senaryo ya da tiyatro eseri gibi yazılı eserler de bir tanedir. Yazılı eseri üreten sanatçının başka eserleri de vardır. Ama her eser farklıdır. Ya da öyle görünür/değerlendirilir. Çünkü, bir çok yazar ve şair; sürekli aynı anlatım dilinde ve kurgusal yapıda veya içerikte eser üretir. Hep aşk, hep polisiye, hep bilim kurgu, hep siyasi, hep tarihi içerikli gibi... Özetle ve çoğunlukla, sanatçı hangi tür ile tanındıysa o tür üzerinden üretim yapmaktadır. Bir nevi zanaatkâr gibi...

Örnekler çoğaltılabilir...

Evet sanat yetenek ister.

Ama o yetenek başlangıç olur,
sonra kendini geliştirmek ve eğitmek zorundadır. Yetenek gelişimi tekrara dayalıdır. Tıpkı zanaat gibi...

Bu arada bir çok zanaatkâr, farklı sanat dallarıyla da ilgileniyor; enstrüman çalıyor, resim çizebiliyor, şiir yazıyor da olabilir.

Bir de; "sanat ve zanaat kıyaslanırken, birinde hayal gücü vardır, diğerinde yoktur" söylemi az da olsa kusurlu bir yaklaşımdır bence... Çünkü zanaatkârlar da ilk geliştirdikleri ürüne hayal gücünü katar, sonra benzer ürünler üretir ve (tiyatro müzik vb. sanat dallarında olduğu gibi) hep aynı performanslarını tekrar ederler.

Tamam! Ayakkabı, halı, ahşap, altın, gümüş vb. zanaattir ve hep aynı ya da bir kaç model üzerinde çalışılır. Ancak unutmamak gerekir ki; piyasaya yeni sürülen bir ürünü ilk ortaya çıkaran da ihtiyaçlar kadar ustasının hayal gücüdür...

Zanaat için yetenek başlı başına bir etken olmayabilir denir. Oysa herkes her zanaati yapamaz. Ve herkes zanaatkâr olamaz. Bir kişinin bir mesleği seçmesi; o mesleğe yeteneğinin olması, ilgi alanına giriyor olması, gelecek kaygısı, ailesinin yönlendirmesi nedeniyle mecbur kalması veya baba mesleği olmasıyla da alakalı olabilir. Ancak ne olursa olsun el becerisi ister. El becerisi geliştirilebilen bir durumdur. Ve eğitim gerektirir... Tıpkı resim veya enstrüman çalmak veya bir çok sanat dalı gibi...

Bu durum bütün sanat dalları için de aynıdır. Ve hepsi için okullar vardır. Yetenek de geliştirilmeye ve eğitime ihtiyaç duyan bir olgudur.

Ses sanatçılığı açısından ses ve hassas bir kulak gerekir ve bu gerçekten de ayrı bir yetenektir. Bu nedenle yetenek anlamında ses sanatçılığını ayrı tutacağım.

Ve içinde bulunduğumuz çağda, teknolojinin gelişimi zanaate tamamen olumsuz etkiler yapmışken, sanata daha çok olumlu etkileri olmuştur.

Biz amatörleri saymıyorum. Ortaya koyduğumuz eserin sanatsallığı da tartışmaya açıktır...

Bir diğer sorunlu kıyaslama söylemi ise; "sanatçı maddi beklentiden uzaktır, zanaatkârın maddi beklentisi vardır." Söylemidir. En basit iafde ve örnekle: "O zaman sergilenen eserlerin üstünde neden fiyat etiketi var?" Diye sormak lazım bence...

Her ne kadar, sanatçı, üretirken maddi kaygı taşımaz denilse de; ürettiği esere bedel biçmeyen, bir talipli çıkınca satmayan ya da sipariş aldığı iş için pazarlık yapılmasını istemeyen, eserini satmak için sergilere başvurmayan, sanatını sahnede/kamera önünde sergilerken ücret almayan sanatçı yoktur.

Kaldı ki, isim yaptıkça sanatçı veya esere biçilen değer daha da yükselir. Özellikle TV dizi sektöründe akla gelmeyecek ücretlerle rol verilen oyuncular bulunmaktadır. Ki bazıları sanatçı veya oyuncu bile olmayıp popüler kültürün kazandırdığı imajı ile oradadır. Sonra bir bakmışsınız değerli ve ünlü sanatçımız diye anons edilir olmuşlar...

Ayrıca, sanatçı; ekonomik kaygıları göz önünde bulundurmadan üretim yapıyor olsaydı istisna dahi olsa yukarıda örneğini verdiğim kopya heykel yoluna baş vurulmazdı. Ya da sayıları küçümsenmeyecek kadar olan bazı sanatçılar ünlü sanat eserlerinin replikalarını yapıp satma cesaretini göstermezdi..

Öyle olsaydı (yani sanatçı maddi beklenti içinde olmadan üretim yapıyor olsaydı); Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu diye bir kanuna da pek ihtiyaç olmazdı. Olsa da kapsamı farklı olurdu. Mesela toplum yararına yapılan ve kamu spotu olarak adlandırılan eğitici yayınlarda görev alan yönetmen dahil bazı sanatçılar bu iş için para almazdı. Ya da telif hakkı derdine düşmezlerdi. Hatta hayatını kaybeden sanatçıların mirasçılarına kadar kazanç devam etmesi gibi bir duruma da gerek olmazdı.

(Yardım, bağış gibi belirli amaçlarla yapılan yılda bir iki kere katılınan organizasyonları ayrı tutuyorum.)

(Lütfen yanlış anlaşılmasın, tabi ki herkes emeğinin karşılığını alsın, çok daha fazla kazansın. Ki sanatçı sanatını üretmeye devam etsin. Değil mi? Hem kime ne? Ama diğer taraftan da; sanat ile zanaat kıyaslanırken sanatçının hiç bir maddi beklentisi yokmuş havası yaratılmamalıdır bence...)

Zanaatkâr, doyacak ve kendine yetecek kadar para kazanır. Diğer tarafta ise; sanatçı daha fazla kazanır ve refah seviyesi yüksek, bir o kadar da itibarlı hayat yaşar. Özellikle isim yapmış sanatçı ise... Ki maddi kaygı taşımıyor olsalar; kendisine o imkanı tanıyan sevenlerine tepeden bakmaz, koruma ordusuyla gezmez ve toplumdan izole bir hayat yaşamazlardı... Ne yazık ki; sanatçı diye gezen bir çok kişi bu şartlarda yaşamaktadır. İstisnaların kaideyi bozmadığı nadide bir örnektir bu durum...

(Bazı sanatçılar kötü şartlarda yaşamış olabilir tabi ki. O onların tanınırlığı ya da kazancını ne şekilde harcadığıyla ve yaşam tarzıyla da alakalıdır.)

Oysa zanaatkârın böyle bir imkanı yoktur...

Ayrıca, bir çok sanatçı yılda bir iki iş yaparak da geçinebilir. Zanaatkâr neredeyse her gün üretmek durumundadır.
....

Yukarıda değindiğim ve bunu yaparken de sanki çok kolaymış gibi anlattığım sanat dalları tabi ki zorluklar içermekte ve fedakarlık gerektirmektedir. Ancak uygulamada zorluklar olsa da işin özü yazıda anlatılanlar gibidir.

Tabi ki sanatın gücü tartışılamaz. Tabi ki sanatçının eser yaratma kabiliyeti ve topluma, hatta içinde bulunulan zamana ve geleceğe katkıları küçümsenemez. Tabi ki sanatçı kendi penceresinden farklı bakar dünyaya ve bunu eseriyle dışa vurur...

Ama yine de; birçok sanat dalının ZANAAT, birçok zanaat dalının da SANAT tarafı VARDIR diyorum.

Şunları da ifade edeyim ki böylece sanat ve sanatçıya haksızlık yapmış olmayayım: Zanaatkâr, tezgâhının başına geçtiğinde; neyi, nasıl üreteceğini ve sonuçta ortaya çıkacak ürünü ve kazancını önceden bilir. Ancak (sahne sanatları ile sinema ve dizi hariç, senaryo dahil) sanatkâr, atölyesine girdiğinde ya da kalemi kağıdı eline alıp, masaya koyduğunda; ortaya koymak istediği eser sadece kafasındadır (ki bu bile sancılı bir süreçtir). Ortaya çıkacak eserde; kafasındakini tam olarak aktarıp, aktaramayacağını dahi bilmez. Düşünür, tasarlar ve yeteneği, tecrübesi ile hayal gücünü harmanlayıp harekete geçer. Belki de iki olgu arasındaki en ciddi fark budur.

Maddi konuları bir kenara bırakırsak, sanırım aradaki en belirgin fark; zanaatte üretilenin (üretim şekli ürüne göre değişmekle birlikte) estetik açıdan görsellik ve kullanım kalitesinde mükemmellik hedeflenirken ve zanaatkârın elinden çıkan ürün kullanıcısı açısından DUYGUSUZ bir eşya / araç olmaktan başka ANLAM ifade ETMEZ. Sanat; estetiği ön planda tutarak, kendini en mükemmel ve en ÖZGÜN şekilde ifade etmeye çalışmaktır. Sanat ürününü eser yapan; zanaat ürününün eşya anlamından öteye gidememesinin aksine; her dinleyen / inceleyen / seyreden için verdiği farklı DUYGU ve ANLAMDIR.
....

Amacım, konuyu; aklım, bilgim ve tecrübem el verdiğince her yönüyle adilane bir şekilde değerlendirmek ve sadece çoğu zanaat türünün ve ortaya çıkan ürünün de sanat içerdiğine, uygulama aşamasında sanat ve zanaatin benzerliklerinin çok olduğuna ancak toplumdaki statüleri arasındaki farka dikkat çekmek olup, iki olgudan birini yüceltip, diğerini küçük düşürmek değildir.

Bir diğer amacım ise; endüstrileşmenin etkisiyle giderek sayıları azalan ve çoğu kişi tarafından görmezden gelinen, çocukluğum ve gelişimim boyunca birkaçını yaparak veya çoğunlukla yapanların arasında bulunarak temas ettiğim zanaat türleri başta olmak üzere zanaatkârlar ile unutulan zanaatlere selam durmaktır.
...

Bu yazı; bir dönem moderatörlerinden biri olduğum bir Facebook platformunda yayımladığım yazının bazı ilaveler yapılarak geliştirilmiş halidir. Arşivde karışma çıkınca elden geçirip burada paylaşmak istedim.

Sabrınız için teşekkür ederim.
Sağlıklı ve huzurlu günler dilerim.

17 Temmuz 2021 18-19 dakika 16 denemesi var.
Beğenenler (8)
Yorumlar (4)
  • 2 yıl önce

    Aaaabiiiiii :) bu seslenişi hababam sınıfı tek ayak cezasındayken onlara sırıtan ortaokul öğrencisi çocuktan duyar gibi canlandırıyorum zihnimde :) şimdi o çocuk suretinde soruyorum size :) Soru: sanat sanat... pardon zanaat zanaat için olabilir miydi abim ? :)

    • yazının sonunda zanaat ve sanat ayrımında vardığım yeri şöyle tarif edebilirim,

    Zanaat ve sanat pek tabi yetenek ister ! Ve fakat yetenek varsa zanaatkar olmak bir ustaya çırak olmak ile mümkün olabilir iken gerçek bir sanatçının ustası olmaz amma velakin esin kaynağı olabilir.

    O yüzdendir harikulade yetenekli bir el işçisininki tüm estetik dokunuşlarına rağmen ortaya koyduğu eser becerinin ve estetiğin pırıltılarını sergilesede sanat eseri olamıyor düşüncesindeyim. Çünkü sanat eseri bir noktadan sonra yaratıcısından da bağımsız bir kişiliğe varabiliyor...Düşünce ve manada ve dahi eserin muhatabının maneviyatında eser haricinde ayrıca hiç bir mesai harcamadan, hiç bir usta ile talime girmeden yalnızca ve sadece eserin kendisi ile başbaşalığından kaynaklı her türlü çarpıntı, yüksek motivasyon, aç kalma, uykularını kaçırma, aşık olma, intihar etme, anarşiye meyletme, propagandaya soyunma en nihayetinde o tek dokunuşla, eserinin karşısına geçen her taşı domino dizisi gibi eyleme geçiren o müthiş, tek ve sadece ona özel olan şey sanat eseri oluyor diye düşünüyorum.

    Yazı bol örnek ve karşılıklı tahliller ile tez - antitez- senteze varan yolda çok doyurucu ve ufuk açan bir anlatı olmuş tebrik ve teşekkürlerimle,

    Bayramın kutlu olsun abim sevgilerimle,

  • 2 yıl önce

    Bildiğimiz kadarı ile zanaat el becerisi ile yeteneğin birleşmesi sonucu sunulan eylemdir sanat ise duygu ve düşüncelerin farklı yollarla sunumudur şiir resim şarkı vs örneklemesi gibi ancak dediğiniz gibi sonuçta ortaya konulan sanat eseridir diye düşünüyorum faydalı paylaşımınız için teşekkür ederiz Uğur bey